31 Ocak 2011 Pazartesi

Ağlamak Istiyorum


Bazen o kadar çok sıkılıyorum ki olduğum yerde yere yatıp yeter ulan diye haykırarak çocuk gibi debelenmek istiyorum, sezon başında yaşanan sakatlıkların gizemi ortadan kalkmadan ikinci yarıyla beraber kaldığımız yerden tam sürat devam ediyoruz, önce Sivok sonra Ismail, daha sonrasinda Ersan ve bugün de Cenk, ne ulan bu şimdi?

Hayatta en sinir olduğum şeydir 'kontrolünüz dışında gelişen olaylar', siz ne kadar aman dikkat deseniz de spor haberlerine baktığınızda karşınıza neredeyse her gün bir sakatlık haberi çıkıyor, artık haberlere bakmak dahi istemiyorum çünkü resmen korkar hale gelmiş durumdayım, bir insan her hafta bir sakatlık haberiyle karşılaşmaz ki..

Sezonun, hatta gelmiş geçmiş en iyi kadrosu kuruldu deniyor ama bu as kadro 3 hafta beraber oynayamıyor, ben şimdi ne yapayım? En sonunda elimi ayağımı cekicem bu işlerden alıcam bir olta kendime, hafta sonları vurucam kendimi mis gibi denizlere, ne sakatlık var ne hakem hataları, ne saçma sapan stadyumlar, bozuk zeminler, kasap futbolcular, eyyamcı yorumcular, mis gibi deniz havası, ne ulan bu futboldan çektiğimiz çile..

30 Ocak 2011 Pazar

Bundan Sonra Hedefimiz?


Forza Trabzonspor


Bu hafta "kim kazansın" diye post atmıştık, çıkan sonuç beni baya şaşırtmıştı, çoğunluk Trabzonspor ve Fenerbahce'nin berabere kalmasını, bir kısım ise Fenerbahce'nin galibiyetini arzuluyordu, bu demek oluyordu ki Besiktasli hala taraftar şampiyonluğa inanıyordu...

Bugün elde ettiğimiz sonuçla artık kalan son umut kırıntıları da yok olup gitti, bundan sonra bizim rakibimiz bir maci eksik 12 puan üstümüzdeki Trabzon değil, Fenerbahce olmalı, bu takıma şampiyonluk elbette yakışır ama Şampiyonlar ligine bu kadroyla gidememek bize çok şey kaybettirir. O yüzden şampiyonluğu sittir et mantıklı ol Beşiktaş.

Hadi Maçın Adamını Seçelim Beyler!

29 Ocak 2011 Cumartesi

Kim Kazansın?


Matematiksel olarak ligde hala küme düşme olasılığımız da var, şampiyonluk sevinci yaşamak da, herkesin dilinden düşürmediği 17 de 17 yapsak bile şampiyon olamama ihtimalimiz de bulunuyor, durum böyle olunca kendi galibiyetlerimiz dışında rakiplerimizin alacağı sonuçlar da ligdeki sıralamamızı direkt olarak etkileyecek. Ligdeki sıralamamızı etkileyecek en önemli maçlardan birisi bu hafta oynanacak, Trabzon Spor ve Fenerbahçe Kadıköy'de karşı karşıya geliyor fakat taraftarımız hala safını belli etmedi, kafalar soru işaretleriyle dolu, kim kazansın, kim kaybetsin hala net bir fikrimiz yok, şampiyonluk hayaliyle yaşayanların Trabzon'un kaybetmesini istemesi doğal sonuç, yok biz şampiyonluğu unutup mantıklı olarak Şampiyonlar ligine gidelim diyenlerin de Fenerbahçe'nin mağlubiyetini beklediği kesin... Beraberlik halinde ise bana göre her şey şuan olduğu gibi muallakta kalmaya devam edecek. Kesin olan bir şey var ki, hafta sonu ki kaybederse biz sıralamada kaybedenin koltuğuna göz dikeceğiz.

28 Ocak 2011 Cuma

Tabata giderken

Berbat bir hastalık yüzünden uzun zamandır bloga yazı yazamıyordum ki bu akşama kadar.Haber1903'teki Tabata haberinin altına yorum yapan Volkan Mutlu kardeşimizin yazdıklarını okuyana kadar.Yemin ediyorum öyle bir güldüm ki akşam akşam,hastalığı falan unuttum.Karnıma ağrılar girdi ve ben hala gülüyorum.
Hani o hep bahsettikleri Beşiktaşlının pratik zekası dedikleri bu olsa gerek.

Stopere Acil Eleman Aranıyor

Ersan'ın sakatlığıyla sezonun ikinci yarısını açmış bulunmaktayız, aslında Ersan'dan önce bir de Sivok sakatlandı fakat biz artık öyle 2-3 hafta süren sakatlıklara sakatlık demez olduk. Bu sezon tarihimizde hiç bir dönem yaşamadığımız sakatlıkları bizden en çok umutlu olunan dönemde yaşamamız için bulunabilecek bir kelime galiba yok, bunu sadece talihsizlik, şanssızlık diyerek geçirmek de istemiyorum fakat tarih boyunca böyle bir olay yaşanmadığı için atalarımız bu kelimeyi bulmadan es geçmişler...

Ersan'ın sakatlığından sonra tartışılan şey stoperdeki ikilinin kim olacağı, Ibrahim Toraman herkesin kafasındaki ilk isim, fakat ikinci isim de sorun var, Sivok Toraman'ın yanına geçtiği anda son haftalarda ilk onbir çıkan kadroyu ideal onbir var sayarsak sahada 6 yabancı olmuş oluyor, Schuster'in maç icersinde yaptığı mudehaleleri göz önüne aldığımızda mesela Nobre'yi çıkartıp yerine Ernst'i veya Fernandes'i alamayacak, yada yorulan Aurelio'nun yerine birisini sokmak istediğinde aynı durum başına gelecek, bu durumda oyundan önce bir yabancı çıkartıp yerine yerli sokmalısınız ki bir sonraki değişikliği istediğiniz gibi yapabilesiniz. Biliyorum çok saçma ama başımızdaki futbol dehalarının bizlere bulduğu çözüm önerisi bu.

Tüm bunlara katlanmak istemiyorsanız yapacağınız şey basit, stoperdeki ikiliyi yerlilerden oluşturmak. Peki oradaki alternatiflere bir göz atalım, orjinal bölgesi stoper olan Erhan Güven, çok sıkışıldığında stopere atılan Marco Aurelio, Mustafa Denizlinin bir maç stoperde oynattığı Necip Uysal ve çocukluğundan beri o bölgede oynamış, alt yaş milli takımların değişilmez isimi, şuanda Caykur Rize Sporda kiralık olarak forma giyen Sezer Ozmen..

Erhan Güveni Beşiktaşta stoper mevkisinde hiç görmedik, o yüzden fazla yorum yapamayacağım fakat benim dikkatimi çeken bir şey var, Erhan sağ bekte forma sansı bulduğunda dahi hiç bir zaman bizlere taş gibi savunmacı dedirtmedi, hücumda boş gidip gelmesi beni fazla ilgilendirmiyor fakat birebirlerde devamlı geçilen, arkasına adam kaçıran, ağır olan bir stoper özellikle bu sistemde oynayan Beşiktaş'ta en son görmek istediğim futbolcu tipidir..

Marco Aurelio ise tecrübesiyle orayı kotarabilecek bir isim fakat onun boşluğunu takımda kimse dolruramayacagı için onu mevkisinden alıp başka yere monte etmeye kalkmak takım dengesini derinden sarsabilir o yüzden hiç maceraya girmeye gerek yok.

(Beşiktaşlı duruşu böyle bir şey olsa gerek)

Necip Uysalı o bölgede belkide benim dışımda düşünen yok ama ben Necip'in o bölgede çok başarılı olacağını düşünüyorum, özellikle Ersan'ın hücuma yaptığı anı dalışları yapabilecek, onun kadar süratli ve önde basmayı seven bir oyuncu. Biz defans hattımızı orasaha çizgisinin üzerine kurduğumuz için Schuster orada şok pres yapacak, süratlı, top çalma yetisi kuvvetli, devamlılığı olan isimler istiyor, sezon başını hatırlayın Necip'siz çıktığımız maçlarda çok zorlanıyorduk çünkü onun gibi kaybedilen topa anında basan, alan daraltan, top çalma özellikleri üst derecede olan bir oyuncu yoktu, Aurelio geldikten sonra ondan vazgeçtik biz, fakat şu durumda o bölgeyi teslim edebileceğiniz ilk isim Necip Uysal'dır..
Sezer Ozmen sezon başında Rizeye kiralık verildi, sözleşmesi sezon sonuna kadar devam ediyor, eğer Rize Spor razı olursa O da alıp gönül rahatlığıyla stopere monte edebileceğimiz bir isim, henüz 18 yaşında olmasına rağmen fiziği çok güçlü, tüm alt yaş milli takımlarında oynamış ve kaptanlık yapmış lider özelliklerine sahip bir oyuncu, bu sezon Rize'de oynama şansı da buldu, eğer Serdar Adalı bir sihir daha yapıp Sezer'i takıma erken döndürebilirse lig ve kupada eskisi gibi iddiamızı sürdürebiliriz..

Schuster'e bu noktada çok iş düşüyor, en kolay olan şey o bölgeye bir transfer daha istemek, ama artık benim transfere harcanacak paraya tahammülüm yok, hele yedek kulübenizde o bölgeyi kotarabilecek bir isim varsa transfere hiç gerek yok, bekleyip göreceğiz.

27 Ocak 2011 Perşembe

Beşiktaş Trabzon Spor Değerlendirmeler

Sezon başında ideal kadromuz yukarıdaki gibiydi, aradan 6 ay geçti o kadrodan bugün sadece 2 oyuncu ilk 11 başlayabildi, biri Guti diğeri de Quaresma, belki Erhan'a itiraz edebiliriz evet ama o olmasa Ekrem forma şansı bulacaktı, Hilbert kadroda dahi düşünülmüyordu, hatta hafızası biraz iyi olanlar sezon başında Hilbert'in gitmesini isteyen kısımın az sayıda olmadığını anımsayacaklardır. Oyun sistemimiz o günden bugüne mantalite olarak çok fazla değişmedi, sadece oyuncuların isimlerinde değişiklik oldu. Şenol Güneş nasıl hafta sonundaki lig maçını düşünüp yedek kadroyla maça çıkıp doğru olanı yaptıysa, Schuster'de bu yeni ve as takımı olabildiğince bir arada oynatarak doğruyu yaptı..


Buca maçı gibi bu maça da çok istekli ve agresif başladık hatta bu sefer takımda ekstra olarak hırs ve güven de görülüyordu, özellikle Simao ve İsmail'in kanadı Trabzon'un sağ tarafını çok zorladı, gol de zaten bu kanattan geldi, Simao iki haftadır skora etki etmeyi başarıyor, Onun bu efektif oyunu Beşiktaş'ı skor anlamında çok rahatlatıyor, golde ki pası harikaydı, Almeida'nın gol koşusunun da hakkını vermek gerek. Bir parantez İsmail için açmak gerek, son iki yıldır yapamadığı patlamayı son iki haftada yaptı, bindirmelerini, paslarını, ortalarını bir kenara bırakıyorum bu adam sanki sürat kazanmış, her zamankinden daha hızlı koşuyor gibi, ligin en süratli kanat oyuncularından Yattara'nın iki kere en az 4-5 metre gerisinden çıkıp ona yetişip topu kazandığını gördüm, bir pozisyonda da vücudunu rakibe dayayıp ceza sahasına girdiğini görünce istemeden de olsa aklıma Tümer düştü...

Golden sonra yine geçen haftaki gibi takımda bir panik yaşandı, bunun nedeninin bir türlü anlayamıyorum, gole kadar istediği gibi pas yapan, gol pozisyonları yaratan takım bir anda aceleci oyuna geçiş yapıyor, neyse ki Trabzon'un gol atmaya niyeti yoktu ve Beşiktaş kısa bir süre sonra oyunda ağırlığını tekrar hissettirmeye başladı, Hilbert ve Quaresma'da sol kanada ayak uydurunca hem Guti'nin ve Aurelio'nun yükü azaldı hem de Trabzon defansını çok daha fazla hata yapmaya zorlayarak pozisyonlar ürettik.

Geçen hafta Quaresma için bir kaç laf ettim; Buca maçında şahsi oynayan Quaresma'nin göze batabileceğini fakat Trabzon, Bursa, Kayseri gibi takım anlamında iyi defans yapan ekiplere karşı Onun sihirli ayaklarına hala ihtiyacımız olduğunu söylemiştim, sağ olsun Quaresma sadece 4 gün sonra beni doğruladı.. Attığı gol inanılmaz derecede güzel bir gol, bu sezon zaten kariyerinde atmadığı golleri Beşiktaş'ta attı, Quaresma sık sık uzaktan şut atıp gol atan, arayan bir oyuncu değil, fakat bu sezonu göz önünüze getirdiğinizde Q7'nin çok fazla sayıda uzaktan golünü göreceksiniz, buradan bu sayede Rıdvan Hocaya da selam etmiş olalım...

İkinci yarı başladı kalemizde bir gol ve hemen ardından direkten dönen bir top gördük, onun telaşıyla takım yine şuursuzca top oynamaya başladı, Guti ve Aurelio oyundan baya düştüler, Quaresma ve Simao'nun defansif anlamda katkısı zaten üst seviyede değil, Almeida ve Nobre ise onlara nazaran defansif anlamda tatmin ediciydiler.

Guti yorulduktan sonra çok zorlandığımız gerçek, hakkını vermek lazım ilk yarı en çok koşanların başında geliyor ama bu sistemde Guti ikinci yarılarda çok zorlanacak, Sezer transferinde bu ön görülerek ısrarcı olundu.

Nobre'nin yerine giren Fernandes Guti'ye defansif anlamda çok yardım etti, ben onu Appiah ve Kleberson karışımı bir orta saha oyuncusu olarak görüyorum, bugün uzaktan çektiği iki şut bizi heyecanlandırmaya yetti, bugün köşeye gitmeyen top yarın çatala gider, şutlamaya devam..

Maçın böyle biteceğini anladığımız dakikalarda bu sezon yakamızı bir türlü bırakmayan talihsizlik tekrar sahne aldı, Ersan'ı önce yerde gülümserken gördüm, vakitten çalmak için yerde yattığını düşünüp kızdım ona, ama sonra kendi kendime yahu bu adam öyle biri değil derken Ersan'ın yerde acılar içinde kıvranmaya başladığını gördüm ve o an önce kendime Ersan hakkında öyle düşündüğüm için kızdım, sonra kenardaki doktorun kulübeye telaşlı bir şekilde 'değiştirin' işaretini gördüm ve orada ters bir şeyler olduğunu anladım... Ersan bu sene en önemli transferlerimizden, tarihin en büyük kadrosu ve Portekizli'lerin vasıtasıyla başarısı ve istikrarı çok fazla gündeme gelmedi belki, ama burada olduğunca ona hak ettiği değeri vermeye çalıştık, yine vereceğiz, o gollerden sonra sevinç yumağının en tepesine atlayan adam bir süre bizimle olamayacak, ama sezon sonunda bitecek olan sözleşmesini uzatıp gollerde bizim gibi sevinen bu güzel adamla uzun yıllar bu aşkımızı paylaşacağız..

Transfer sezonu bitmeden yerli bir defans oyuncusu renklerimize katmamız gerekiyor, eğer o transfer düşünülmüyorsa bana göre Schuster'in Necip'i alıp bir heykeltıraş edasıyla ondan sağlam bir stoper yaratması lazım..

26 Ocak 2011 Çarşamba

Maçın Adamı

Not: Buca Spor ve Trabzon maçlarının oylarını birleştirip bu haftanın oyuncusunu seçeceğiz.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Muhammed'i Vurmasınlar


Muhammed'in adını uzun zamandır duymuyorduk, sanırsam yönetimin bu yönde bir politikası vardı ki çok doğru bir yol izliyorlardı, fakat devre arası kampıyla birlikte "minik Muhammed" fırtınası tekrar başladı, attığı her adım takıp edilir durumda, biz kamp boyunca Fernandes'ten haber almadığımız kadar O'ndan aldık, fotoğrafları her gün resmi sitemizde boy boy gösterildi, bugün U16 milli takımımız ile 2-0 mağlubiyetten geri dönüp kazanılmış maçı sadece Muhammed'e atfettik ki çok yanlış..


Bugün Batuhan'ın insani duygularından şüpheliysek iste şuan Muhammed'e yaptığımızı Batuhan'a genç yaşta yaptığımız içindir, hatta Batuhan Muhammed kadar göz önünde bile değildi.. kisilik gelişimde elbette çok önemlidir fakat hersey değildir. Muhammed şimdiden dünyadaki en iyi futbolcularla kıyaslandı, geleceğin en büyük futbolcusu ilan edildi, Barcelona'ya gitti 'beğenildi', Beşiktaş'ta 16 yasında dünya yıldızlarıyla antreman yaptı ve çoğu dünya çapında yıldızdan daha fazla ilgi gördü, iste bu Muhammed'in gelişimine çok büyük çelme atabilir..


Batuhan Guti'yle, Raul'le aynı sahayı paylaşabildiği için normalde genç futbolcuların yapması gerektiği gibi onlara bakarken tüyleri ürpermiyor yada ellerini sıkarken içerden bir yerlerden onlara bakıp büyülenmiyor, heyecanlanmıyor, hiç birsey hissetmiyor yada hissettiği şey anlamsız şeyler, iste bunun nedeni O'na zamanında "en büyük" olduğunun defalarca söylenmesi, haketmediği şekilde ilgi gösterilmesi, haketmediği şekilde Milli takımlara gitmesi, daha çocukken geleceğimizin 20 yıllık forvet ihtiyacımızın onunla birlikte doldurulduğunun söylenmesi vs. Batuhan sadece bu yüzden şuandaki gibi bir adam oldu demiyorum, O'nda bu potansiyel zaten vardı ve bunu hep birlikte harekete geçirdiler ve şuan önümüzde kendi taraftarı tarafından bile sevilmeyen hatta çoğu taraftarın gözünde nefret edilen bir figür var..


Bakın Batuhan gibi bir örnek daha var önümüzde, Arda, bu adam belki de Avrupada şimdiye kadar hiç bir Türk futbolcunun başarmadığı şeyleri başarıp bizim göğsümüzü kabartacaktı , ama biz medyamızla birlikte Ardayı yok etmek üzereyiz.. Sadece bir turnuvada öne çıktı diye bir futbolcuyu siz Türkiyenin en büyük futbolcusu diye lanse edemezsiniz en azından Tuncay'ın, Hamit'in, Nihat'ın önüne yazamazsınız, Arda bu adamlardan kötü futbolcu olduğu için değil Arda'yı daha fazla çalışmaya, hala eksikleri olduğuna inandırmak motive etmek için lanse edemezsiniz. Arda o kadar şişirmeden sonra Galatasaray'a çocuk yaşta kaptan oldu, Metin Oktayın formasını ona veriyoruz gibilerinden laf salatası yapıldı, ve son 2 yıldır ortalıklarda Arda diye bir futbolcu yok, hala da yok edilmeye çalışılıyor..


Muhammede bunlar olsun istemiyorum, hatta sadece ben değil futbolu seven hiç bir insanoğlu böyle bir yeteneği izlemekten mahrum kalmak istemez, o zaman oyunu kurallarına göre oynayacağız. Muhammedin sadece 'yetenekli' bir futbolcu olduğunu kabul edip yolumuza devam edeceğiz..

23 Ocak 2011 Pazar

Yeniler ve Eskiler

Ilk yarının sonlarına doğru yokluktan 18 kisilik kadroyu oluşturamıyorken şuan geldiğimiz noktada yedek kulübesinde oturan Fernandes, Bobo, Ernst ve Necip gibi süper ligde her hangi bir takımda banko oynayabilecek futbolcuların bulunması Schuster'e tatlı bir baş ağrısı verdiği kesin..

Yeni transferlerin etkisini hemen ilk maçta almamız çok önemliydi, aslında yeni transferlerden çok sakatların formda dönmesi ve ilk yarıda formsuz olan oyuncuların performansını arttırmasıyla şuan fark yaratıyoruz, yoksa son lig maçında yeni transferler maçı tek başına almadı..

Hilbert sezon başında devamlı 70-80 metrelik deparlar atmak zorunda kalırken şimdi daha dengeli bir şekilde 30-40 metrelik deparlar atıyor, gücünü ekonomik şekilde kullanıp, patlayıcı özelliklerini sahaya daha çok yansıtabiliyor.

Ismail her zaman defansif yönüyle eleştirilen bir isim olmuştur fakat son maçta en iyi defansın hücum olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk... Ismail maç boyunca sol kanattan o kadar bindirme yaptı ki rakip takımın sağ açığı Simao ile Ismail'in kombine ataklarını durdurmaya çalışmaktan hücum yapamadı.. Böylece Ismail'in Ibrahim Üzülmez'en çok daha iyi olan hücumcu yönünü maç boyunca izleyebildik, tabi Ismail'in maç boyunca bu kadar efektif oynamasının en büyük nedeni Simao'nun şahsı oynamaktan çok takımla beraber hareket edip, çevresindekileri de oynatma isteğidir..

Tandemde oynayan Ibrahim Toraman ve Ersan Adem Gülüm'e çok fazla iş düşmedi, bunda ki en önemli etken maç boyuncu topa hükmetmemiz ve rakip yarı alanda top kaybedildiği anda şok pres yapmamızdı, sezon başında da buna yakın bir futbol oynamaya çalışıyorduk fakat şuanda farklı olan şey topu eskisi gibi kolay kaybetmiyoruz, kaybetmediğimiz içinde gücümüzü maç geneline yayabiliyoruz, kaybedilen nadir toplarda hep beraber oyunu tek bir alana sıkıştırıp topu tekrar kazanıyoruz..

Mehmet Aurelio'nun bana göre çok özel bir yeteneği var, Real Madrid'te de oynasa bu futbolu oynayacaktır, Süper ligde küme düşmeme mücadelesi veren bir takımda da aynı performansı gösterecektir, bunu kesinlikle küçümsemiyorum, dünyada çok az adam vardır hep aynı istikrarda oynayabilen, Aurelio'da bunlardan biridir, hatta bana göre takımda Guti ile birlikte yeri doldurulamayacak futbolcudur, kesinlikle defansif anlamda takımın kilit oyuncusu..

Guti Haz. ilk yarıda takıma en çok katkı veren oyuncu kuşkusuz, şimdi teknik oyuncuların takıma katılmasıyla beraber ona karşı alınan önlemlerde bir azalma olacaktır, zira son lig maçında ilk yarıda Guti topu aldığında hemen iki oyuncu baskı yapmak istediler fakat Guti boşta kalan Quaresma ve Simao'ya iki tane muhteşem pas attı ve Buca defansı zor anlar yaşadı, daha sonra o presten vazgeçmek zorunda kaldılar ve Guti ortasahada istediği gibi top çevirdi hatta gitti sol kanattan bindirmeler yaptı, daha sonra Nobre'nin forvet arkası görevini devraldı ve supriz koşusuyla golünü de attı. Guti oynadığı futboldan zevk alıyor bunu tribünden de, televizyon başından da hissedebiliyorsunuz..
Quaresma, ikinci yarıda performansı eleştirilen tek isim, bu çok doğal, takımda yetenekli oyuncuların sayısı fazlalaşınca ve üstüne bol gollü bir galibiyet alıp gole katkıda bulunamayınca kaptırdığı toplar, atamadığı çalımlar, zora soktuğu pozisyonlar yeteneğinden daha fazla konuşulacaktır. Maalesef Türkiyede bu işler böyle yürüyor.. Ama Quaresma bugün oynadığı topun hemen hemen aynısını ligin ilk yarısında da oynuyordu, o zaman takımdaki yetenek eksiliğini Guti ile beraber dolduruyorlardı, bugün o yetenekli futbolcu kontenjanı fazlalaşınca Quaresma'nin yetenekleri insanların ilgi alanından çıktı, şunu unutmayalım ki Buca maçında Quaresma'nin yeteneklerine ihtiyaç duymayabilirsiniz fakat Kayseri, Tranbzon, Bursa gibi defansif anlamda sizi zorlayacak takımlara karşı 'yine Quaresma'nin sihirli ayaklarına bakacasınız..'

Nobre, ikinci yarıyla beraber adından en çok söz ettiren isim olmayı başardı, kupada 1, ligde 2 gol atarak geçen sezon bir yıl boyunca kaydettiği gol sayısına iki maçta ulaştı, burada eleştirilecek çok şey var aslında, Nobre gibi bir forvetiniz varsa ona göre futbol oynamalısınız, siz eğer kontra atak bir futbol oynamak istiyorsanız Nobre gibi adamın aldığı para size elbette lüks gelecektir.. Peki ne oldu da ''are you player?'' diye sorgulanan Nobre kıymete bindi?

Sağlı sollu ortalar, rakip takımın yarı sahasında oynanan ofansif futbol, Almeida gibi rakip defansı yıpratan ve devamlı boş koşu yaparak takım arkadaşlarına gol pozisyonları oluşturan bir forvet, bekinden açığına kadar makina gibi işleyen kanatlar olunca Nobre leblebi gibi atmaya başladı hepsi bu..
Yedeklerin performansına girip lafı çok fazla uzatmayacağım sadece bir isime daha değinmek istiyorum, Nihat Kahveci 2 yıldır performansının yüzde 25'ini dahil gösteremedi, ilk sene askerlik dedik, sezon başı kampını kaçırdı, sakatlıktan döndü muhabbetine sesimizi çıkarmadık, bu sezon bir ara kıpırdanır gibi oldu, Porto maçında hem iyi performans gösterip hem de eski günlerini hatırlatan bir gol attı, biz tam umutlanmışken tekrar revire geçti.. Nobre'nin ikinci forvet olarak yaptıklarını görünce Nihat'tan umutlu olmak sanırım çok da hayalcilik olmaz, Kovacevic gibi rakip defansı yıpratan bir forvetin yanında nirvanaya ulaşmış, hatta Pascal Nouma ile gösterdiği performans onu buradan alıp La Ligaya göndermişti, Nobre'nin bugün arkadan supriz koşular yapıp kaçırdığı pozisyonları gördükçe aklıma Nihat düşüyor.. Eğer güvenini tekrar kazanır, taraftar onu yine bağrına basarsa iste o zaman son Portekizliler kadar değerli bir transfer daha yapmış oluruz..

Lafın kısası ilk yarıdan çok daha dengeli bir takıma sahibiz, yakaladığımız gol pozisyonlarını yüksek ortalamayla gole çevirdiğimiz sürece sorun olacağını zannetmiyorum, bu hafta Sivok'un, Ernst'in yokluğu hissedilmediyse bunda hücum anlamında bereketli bir gün geçirmemizin büyük katkısı var, tabi her rakip Buca değil, bu haftaki Trabzon maçı çok önemli bir deneme olacak, eğer oradan iyi bir futbol ve galibiyetle çıkarsak takımın güveni yerine gelecektir, fakat hafta sonu bize yıllardır ters gelen Belediye ile oynayacağımızı da unutmayalım, o yüzden kupayı boş ver lige saldır Beşiktaş!

Beşiktaş'ta Olan Biten


Gündemde Beşiktaş adına o kadar çok malzeme var ki hepsi için ayrı ayrı post atmaya kalkacak olsak tam mesaimizi buraya vermemiz gerekecek. O yüzden kısa kısa genel konulara değineceğiz..

En önemli malzeme konusu elbette 17 de 17 muhabbeti, Beşiktaş taraftarının en çok istediği şeylerin başında geliyor bu durum fakat diğer takımı destekleyenlerin kendi takımlarının sıkıntısını unutup Beşiktaş üzerinden atıp tutmaları çok yakışık almıyor. Zaten olası bir tökezlemede tekmeyi daha sağlam vurabilmek için bu şişirmeler..Bırakın biz düşünelim takımımızın yapabileceklerini..

Portekizliler geldiğinden beri yapılan yorumlar ligimize daha önce bu tür oyuncuların transfer edildiği hatta en son örneğin Galatasaray olduğu ve tüm bunların sonucunda Beşiktaş'ın bu transferlerinin çok abartılmaması yönünde.. Şimdi bu söylentileri neresinden tutsanız elinizde kalıyor, öncelikle şuan Beşiktaş'ın kadrosuna yakın bir kadro tarih boyunca ligimizde kurulmadı, en yakın kalitedeki kadro Galatasaray'ın Hagi'li, Popescu'lu kadrosudur ki bunun nedeni yerlilerin kalitesidir.. Geçen yıl ki Jo, Giovanni, Keita, Kewell, Baros'lu kadroyu Beşiktaş'ın kadrosuyla karşılaştıran zihniyet ile zaten futbolu tartışmak bizi hiç bir yere götürmez, verebileceğim en ufak örnek, Galatasaray'ın o yabancılarının yarısı hala kadroda fakat yıllardır revirden bir türlü çıkamamaları olayı en net şekilde gözler önüne seriyor. Futbolcuların kariyeri karşılaştırmalarına hiç girmiyorum bile..

Eğer yaptığın transferlerle övünüyorsan, 'aynı transferleri Galatasaray'da yaptı bak şimdi bir hallerine', eğer biraz daha ağır başlı, durun takımı önce bi görelim diyorsanız ' bu takım çok güçlü çok rahat 17 de 17 yapmalı' oluyor, bir an önce karar
verseniz..

Geçen gün Rıdvan Dilmen Yüzde yüz futbolda Yıldırım Demirören'e ''Başkan isteyince böyle takım kurulabiliyormuş'' gibisinden laflar etti, araya Güntekin girip Schuster'in transferlerde önemli rol oynadığını söyleyince Rıdvan olay parada bitiyor minvalinde konuşup lafı kestirip attı, oysa transferde hiç konuşulmayan Galatasaray sezon sonu sözleşmesi bitecek olan Yekta için 3.75 milyon euro, Stancu için 5 milyon euro bonservis ödeyerek Beşiktaş'tan devre arasında kat kat fazla para harcadı, hatırlayın Hürriyet biz Simao'ya 900 bin (yazıyla' dokuz yüz bin euro') euro bonservis ödeyince koca bir manşet atmış ve sezon sonu sözleşmesi bitecek olan Simao için boşu boşuna paraları harcıyorlar bağlamında saçma sapan şeyler yazmıştı, bugün Galatasaray transferlerinin ekonomik anlamda tartışılması bile gündemde değil ki sezon sonunda orada Hagi ve yönetimin olması herkese göre süpriz olur fakat hala transferler ardı arkasına hava limanına inmeye devam ediyor..

Resmi sitemizde geçen gün yanılmıyorsam son 6 ayda en çok haberi çıkan, okunan, araştırılan takım olmayı 'başardığımız' haberi vardı, haberde 'lider Trabzon Sporun' dördüncü olduğunu vurgulamayı da unutmamıştık. Son yıllarda Beşiktaş'ın başına geçen iki Başkanın da ortak hedefi Beşiktaş'ı arka sayfalardan 1. sayfaya geçirmek oldu.. Bir nevi gurur duyduğumuz övündüğümüz mağrurluktan, mütevazilikten soyutlanmaya çalışılıyoruz, diğer rakiplerimiz gibi gazetelerin, medyanın şampiyonu olma amacı içerisindeyiz, en çok bizim haberimiz çıkarsa, biz konuşulursak diğerlerinden bir adım önde olacağımızı düşünen bir başkanımız mevcut, ama bizim Beşiktaşımız hiç bir zaman öyle olmadı ki, olamadı demiyorum, olmadı, tercihini hiç bir zaman popüler olmaktan yana kullanmadı.. Şampiyon olduğu akşam söz verdiği için canlı televizyon programına çıkmayıp, radyo programında şampiyonluk öyküsünü anlatmayı tercih eden bir başkandan bu döneme geçiş yaptık.. Bu konu uzadıkça uzar, konuyu arada geçiştirecek de değilim, uygun bir ara bu değişimi tek başına ele alacağız o yüzden şimdi fazla uzatmayalım..

Devre arasında yaptığımız transferlerden sonra hukuk danışmanımız transfer ettiğimiz 3 yabancı oyuncunun da Avrupa liginde oynayabileceğini deklare etmişti, o günlerde biz de bunun mümkün olmayacağını söylemiştik, gelinen nokta bizi haklı çıkardı ki keşke biz yanılsaydık... Ama sorun şurada ki bu kadar basit kuralları bile bilmeyen 'hukuk danışmanımız' mevcut ve hiç bir bilgisi olmadan topluma yalan yanlış demeç vermekten geri kalmıyor, basit bir taraftarın bile bilebileceği konuda bilgisi yok ve bu adam 'Avrupa'nın yıldızı' olma hedefini koymuş kulübümüzün yöneticisi...

Medyada eskisinde çok daha fazla yer aldığımız gerçek fakat bunun takım adına avantaj olup olmadığı tartışılır, medya ile ilişkileri çok da mükemmel olmayan bir Hocamız var, Schuster'in düşündüğünü söylemesi taraftarın özlediği ve istediği bir şey, Mourinho'nun takımdaki baskıyı azaltmak için sivri demeçler verdiğini biliyoruz, belki de Schuster'de bu yolda Türkiye'de ilk olacaktır. Fakat bu yine de takıma pozitif yönde etki yapmayabilir, eğer dünya çapında bir takım olma hedefiniz var ise ve medya anlamında dünyanın en zor ülkelerinden birisinde yaşıyorsanız ve bütün medyanın dikkati sizin üzerinizdeyse medya ile ilişkileri sağlayacak bir profesyonele ihtiyacınız olduğu gerçeği var.. Bu anlamda Türkiye'de bir ilke imza atabilir ve işlevsellik anlamında rakiplerimize karşı çok büyük avantaj sağlayabiliriz.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Beşiktaş Bucaspor Maç Özeti

Beşiktaş Bucaspor Değerlendirmesi



Maç yazısına geçmeden önce bir kaç naçizane fikrimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Beşiktaşlı taraftar bugün sevinecektir, bugün arkadaşlarıyla futbol ortamında her zaman olduğu gibi ağırlığını hissettirecek, gerektiğinde yaptığı transferleri millete hatırlatacak caka satacaktır, attığı 5 golle yatağına huzurlu bir şekilde gidecek yastığa başını koyduğunda gözlerini kapatıp golleri bir kez daha hatırlayıp mutlu bir şekilde uyuyacaktır. Son bir kaç gündür, özellikle Buca maçından sonra gerek kendi taraftarımızdan gerek diğer takımları destekleyen arkadaşlarımızdan 'yavaş' olmamız konusunda direktifler alıyoruz. Elbette çok şeylerin üstüne koyduğumuz takımımızın geleceğini düşüneceğiz, ama kesinlikle düğün yerini sizin isteğinizle cenaze yerine çevirmeyeceğiz. Beşiktaş galip geldikten sonra ağız tadıyla sevinemiyeceksek biz neyleyelim takım sevgisini, taraftar ruhunu?

Aslında formadan başka şeylerin de değiştiği bir takım vardı bugün sahada, geçen hafta da belirttiğimiz gibi Tabata ve Holoko'nun yerine Simao ve Almedia'nın takımda varoluşları takım adına daha fazla beklenti içine sokuyordu bizleri. Kadro çoğu kişinin beklediği gibiydi, Bobo yerini Almeida'ya kaptırmış, rakibin kağıt üzerinde zayıf olması nedeniyle Ernst ile Fernandes'i klübede yan yana oturmuştu. Kara kartallar lakabına yakışır bir ilk10 dakikalık baskıyla maça başlamıştı ki taraftarın yıllardır istediği Beşiktaş buydu aslında, aynen 'Şampiyonluğu siktir et saldır Beşiktaş' tezahüratı gibi.. Kağıt üzerindeki isimler sah
aya da ağırlığını koyunca Beşiktaş için kolay bir maç olacağı belliydi.

Bir korner vuruşunda yılların alışkanlığı olsa gerek Guti topu ön direğe kesti Nobre topa kafasının arkasıyla vurdu ki futbol okullarında bu tür kafa vuruşunun yanlış olduğu öğretilir! Futbolda bazen yanlışların da doğru olduğu görülür ya işte aynen öyle oldu ve top uzak direğin yan ağlarına vurdu.. Beşiktaş böylece yıllarca kabızlığını çektiği duran top özürlülüğüne dur dediğini ilan ediyordu..

Golden sonra top bir o kalede bir bu kaledeydi ki bu sadece Beşiktaş'ın oyunu hızlı oynamak istemesinden kaynaklanıyordu, topa biraz daha basıp doğru paslaşmaları yaptıktan sonra pozisyonları da bulmaya başlamıştık ki Quaresma'nın ortasında topa yükselen Nobre bu sefer 'doğru' kafa vuruşunu yapıyor ve penaltıyı kazandırıyordu, topun
başına her zamanki gibi Guti Haz. geliyor ve penaltı vuruşunu 'tavana' asıyordu. Guti bana göre Beşiktaş'a gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcu, bunu hiç bir zaman söylemekten kaçınmam ama bana göre Beşiktaş'ın penaltıcısı Simao, Bobo dururken Guti'mi olmalı diye Schuster'in düşünmesi gerekir..

İkinci golü bulduktan sonra maçın orada bittiğini hem Beşiktaşlılar hem Bucalılar biliyordu, fakat biz atakları azaltmak yerine çoğaltmaya başlamıştık ki bana göre takımın futbol oynama isteği adına çok önemlidir bu süreç. Bir ara öyle bir kıvama gelmiştik ki Nobre ile Quaresma caza sahası içinde ver kaça giriyor bu girişim sonuçsuz kalıyor fakat top Quaresma'nın önünde kalıyor ve Q7 topu doksan diye tabir edilen yere gönderirken Bucalı defans oyuncusu topa eliyle bir güzel blokunu yapıp yüzünü acılar içerisinde tutarken ceza sahasına müthiş bir koşu yapan Simao boşta kalan topu ağlara gönderiyor ve hakemin hatasını 'örtbas' ediyordu, tabi bizim için en eğlenceli an Yunus Yıldırım'ın önce penaltıyı vermeyip sonra 'o' pozisyon için gidip yan hakemiyle görüş alışverişinde bulunması oluyordu...

İkinci yarıya 3-0 avantajla maça çıkıp tam konsantrasyonla top oynayan takım az bulunur, nitekim Beşiktaş'ta ikinci yarıya hem Schuster'in muhtemel ikazı, hem skorun verdiği rehavet ile çıktı, maçın 60. dakikasına kadar Buca'nın son çırpınışları vardı fakat ileri uçtaki kalite eksikliği zaten onları ligin dibine atmıştı..

Buca Spor gol atamayacağını anladıktan sonra doğal olarak geri çekilmeye başladı, zaten Beşiktaş'ın kanatları o dakikalarda çok etkili olmaya başlamıştı, özellikle Hilbert ve İsmail'in ani çıkışlarında çaresiz kalan Buca Spor İsmail ve Ersan'ın işbirliği yaptığı organizasyona çare bulamıyor bu iki defans oyuncusunun geliştirdiği atakta top karambollerin kralı Nobre'nin biraz gerisine düşüyor, fakat Nobre vücudunu kıvırıp topu kale çizgisinin içine itmeyi başarıyordu..

Beşiktaş'ın futbol anlamında nirvanaya ulaştığı dakikalarda Almeida topu sol çizgiden taşıyor ve vatandaşı olan Quraresma'ya topu ortalarken defansın müdahalesi sonrası topu önünde bulan Guti belki de hayatında topa vurmadığı kadar sert vuruyor ve Beşiktaş'ı yıllar sonra ligde 5 gollü galibiyete ulaştırmanın gururunu yaşıyor ve yaşatıyordu..

Öncelikle yıllardan beri Kartalın kanatları kopmuş, çökmüş, yok öyle bişey geyiğine son verilmesi önemli bir mesaj, kanatlarda artık İsmail, Hilbert, Simao ve Quaresma oynuyor ki Süper ligde son yılların en iyi kanat kombinasyonudur..

Attığımız 5 golün yanı sıra kaçırdığımız 5 net gol vardı, sanırım ben Beşiktaş'ı yıllar sonra bu kadar ''saldırgan'' gördüm.

Quaresma ilk 70 dakika boyunca ofansif anlamda müthiş katkı verdi, geçen hafta medyadaki; ayağında çok top eziyor, çalım atıyor, bireysel oynuyor eleştirilerini duymuş gibi topla her buluştuğunda topu ayağında gevelemeden efektif bölgeye oynadı, fakat Almeida oyundan çıktıktan sonra, ilk devredeki ekürisine (Bobo) hiç yardımcı olmadı.. Bobo'nun psikolojisini bilen Beşiktaş taraftarı olarak keşke biraz daha paylaşımcı olsaydı dedirtti..

Almeida'yı evet forvet olarak transfer ettik fakat takımın gol yükünü çekmesi için transfer etmedik, aynen bugün olduğu gibi rakip defansı rahatsız edip Siamo, Quaresma, Guti, Nobre gibi diğer süpriz golcülere gol pozisyonu hazırlamak ilk görevi. Sezon sonunda Nobre veya başka bir futbolcumuz Almeida'dan fazla golle ligi bitirirse şaşırmayalım.

Beşiktaş için 17 de 17 muhabbeti aldı başını gitti.. En çok aklımızı başımıza almamız gereken zaman şuandır bana göre, sonuçta dünyanın en büyük klüplerinin 17 galibiyet serisini yapamadığı ortamda kendimizi iyice afişe etmemiz gerekmez, fakat şu bir gerçek ki Beşiktaş bu ligde ki 17 takımdan daha güçlü bir kadroya sahip. Benim için sezon sonu kazanılmış Şampiyonlar ligi vizesi Şampiyonluk kadar önemli, zaten bunu hafta içinde Guti ve Quaresma dile getirdi ki, tüm Beşiktaşlılar için mantıklı bir hedef... Umarım bu haftadan sonra ki haftalarda da bu kadar efektif futbol sahaya yansıtabiliriz.

21 Ocak 2011 Cuma

Haftanın Adamını Seçiyoruz Beyler!


Evet kim seçilirse seçilsin bir diğerine haksızlık olacak, evet herkes elinden geleni yaptı, son ik haftadır Nobre bile parmak ısırtıyor, ama biz yine de geleneği bozmayıp seçelim birisini..

Sen Taraftarsın, Haddini Bileceksin

Sen taraftarsın, haddini bileceksin. Görevlerin var, ödevlerin var, sorumlulukların var. Bunları her gün yeniden ezberleyeceksin. Ne söylenirse onu yapacaksın. Biz kimi hedef gösterirsek ona yükleneceksin. Gerektiğinde eline sopa da, bilet de veren biziz, karakoldan alan da. O yüzden yediğin ekmeğe ihanet etmeyeceksin. Sözümüzden çıkmazsan sahaya insen de kurtarırız, yasaklansan da sokarız seni stada. Ama sınırı aşıyorsun bu aralar. Bak, birkaç senedir başına buyruk bir hava seziyoruz sende. Bize minnetin yokmuş gibi davranıyorsun. Eğitim sistemi bile sorgulama diyor, sen kendince bir şeyleri sorguluyorsun. İnternet senin ahlakını bozdu. Oraya buraya kendince yazılar yazıyor, hikmetimizi kurcalıyorsun. Her konuda fikrin var artık. Kulübün nasıl yönetileceğine de kafa yoruyorsun, malî kongre kayıtlarına da sızıyorsun, yetmiyor basına da sızıyorsun. Sözünün bir değeri var zannediyorsun. Yanılıyorsun. Sana mı soracağız stadın nasıl yapılacağını? Sana mı soracağız kulübün tarihini? Sana mı soracağız stadın adını? Sana mı soracağız yeni yasayı? Sen kimsin? Kendini Spartaküs mi sanıyorsun? Bak bu günlere nasıl geldik anlatayım sana. İyi dinle ve nereden geldiğini unutma. Bundan 40 sene önce esamin okunmazdı bu memlekette. Evet, statlar bugüne oranla daha doluydu. Ama senin cirmin kadar bile yerin yoktu. O gün de sokaklarda yürüyordu insanlar, ama stada gitmek için değil, siyaset yapmak için. Sonra ortalık karıştı, anarşi bizim de kontrolümüzden çıktı ve Yüce Türk Ordusu olaya el koydu. İşte ilk o günlerde geldin sen aklıma. 2000’ler gelince... Memlekette ‘toplumsal muhalefet’ denen nifak tohumunu soğurmanın, onun yönünü değiştirmenin bir aracıydın artık. Komşularla gerginlik olurdu, diplomasinin söyleyemediği şeyleri sana söyletirdik. Avrupa sesimizi duyacaksa seni bağırtmasını iyi bilirdik. Düşmanlara ana avrat dümdüz giderdin, iyi de ederdin. Bazen gündem sıkışırdı, sen karambolden bir gol atardın, rahatlatırdın bizi. Sonra 90’lar geldi, Türkiye karanlığın ortasına düştü. O puslu günlerin ortasında sen tam istediğimiz gibi bir neferdin. Biz ne buyurursak tribünde onu yapardın. Sayende pek çok pürüzü o günlerde temizledik. Nefreti de böyle öğrendin. Küfürde sınır tanımazlığı da. Hatırlar mısın, bölücülere küfredenleri “Statta küfür vardı” diye rapor eden hakemi nasıl cezalandırmıştım? Sonuçta bir ritüeldi o. Önce İstiklal Marşı sonra bölücüye ana avrat küfür. Hatırlar mısın, şovenizmin ateşini nasıl beraber harlamıştık? Hatırlar mısın, seni nasıl gaza getirirdim. İtalyan başbakan da Leeds’li gençler de İsviçreliler de nasıl sinmişti? Ama 2000’lerin başında sana bir haller oldu. İzinsiz gruplar kurar, sanal muhabbetler eder oldun. Pankartları yasakladım, gene konuştun. Sulu isyana kalkıştın, aile babalarını bile hapislere atıp aylarca tutuklu bıraktım, gene konuştun. Olmadı, tribündeki kendi adamlarımı üzerine saldım. Gene, gene, gene konuştun. Tribünde hem de Avrupa maçında bıçaklı grupların hedefi oldun. Susmadın, devam ettin. Sen artık çok oluyorsun. Şunu bil. Biz olmasak ne ‘yürüyedur’abilirsin, ne tek yumruk olabilirsin, ne liseni takarız, ne de semtini. Kızdırma bizi, ipliğini ‘Çarşı’ya çıkartmasını da biliriz. ‘Cefakâr’ mı olacağını, sefa mı süreceğini, üniversitede nasıl okuman gerektiğini de biz belirleriz. Akıllı ol. Haddini ve yerini bil. Yoksa biz yapacağımızı biliriz. Hem senin sesin öyle çok uzun süre yükselmez. Yaparız bir transfer unutursun bu günleri. Biz ‘karizmayı’ elbet kurtarırız. Biz kim miyiz? Sen iyi bilirsin bizi. Biz lacivert takım elbiselileriz. Biz kravatlılarız. Biz göbeği birbirine bağlı, zincirlerimiz dahil kaybedecek pek çok şeyi olanlarız. Biz sadece sevgiyle değil parayla, itibarın cazibesiyle, iktidarın gücüyle bağlıyız bu koltuklara. Hem iktidarız, hem muhalefetiz. Biz vergi affı peşinde koşanlarız. Biz kendi taraftarımızı dövdürenleriz. Biz ulufe dağıtanlarız. Biz copuz, biz mahkemeyiz, biz biber gazıyız. Protesto edeni hapisle tehdit edeniz. Yasayla fişleyeniz. Siyasi partimiz ne olursa olsun, senin dümenini tutmak için, olmadık dümenler çevireniz biz. Ama hepsinden önemlisi biz bir bütünüz. Bakma arada sürtüşür gibi yaptığımıza. Biz biriz. Peki ya sen? Farklı renklere gönül verdiğini zanneden, her şeyin bir oyundan ibaret olduğunu sanan, neyse ki birbirine olan kinin yüzünden aynı takımı tuttuğunu göremeyen bir avuç isyancı. 300-500 kendini bilmez. 1000-2000 nifak tohumu. Bu memlekette başka türlü bir futbol olabileceğine inanan 5-10 bin hayalperest. Neyse ki renk körlüğü yüzünden daha fazla çoğalamıyorsun, yan yana gelemiyorsun. Biz de bu sayede saltanatımızı sürüyoruz. Ve emin ol, düzen bu oldukça daha da süreceğiz!

Çağrı

Bugün dayanışma günüdür. Eğer, TT Arena’daki olaylardan sonra taraftarlara yapılanları eleştiriyorsanız, hiçbir siyasi gruba/partiye yanaşmadan, taraftarlığın siyasetini yaparak arkadaşlarımıza sahip çıkalım. İstanbul’da, Trabzon’da, Ankara’da, Bursa’da, Eskişehir’de, Karabük’te, İzmir’de, Adana’da, yani tüm liglerde, tribünlerde bir pankartla olsun onlara destek verelim. Yasa çıkmak üzereyken taraftarın da bir sözü olduğunu görsünler. Kolay yem edemeyeceklerini de istedikleri gibi yönetemeyeceklerini de…
Arena’nın açılışında yaşananlar ve sonrasındaki gelişmeler, bize bir kez daha Orwell’ın ünlü klasiği ‘1984’ü ve ‘Büyük birader seni gözetliyor’ sloganını hatırlattı.‘Yasa’nın öznesi kim? Şiddeti önlemeye çalıştığını iddia eden yeni yasa ile ilgili söyleyecek çok şey var. Bir Ahmet Kaya Resitaller atasözüyle söyleyeyim: “Onu şimdi yazmayacağım, onu sonra yazacağım.” Ama yukarıdaki karikatürize durumla ilgili olarak iki noktayı vurgulamak isterim. Yasada taraftar temsilcisi diye bir yapı var. Kim temsil ediyor biliyor musunuz? Kulüp yönetim kurulu üyelerinden biri. Yani taraftarın temsilcisi bile yönetici. Bırakın özneyi, gizli özne bile olamıyor taraftar. Yetmiyor, yeni düzenlemeyle fişleniyor. Yetmiyor, küfrettiğinde normal hakaret suçundan daha ağır bir şekilde cezalandırılabiliyor. Müşteri olmayı kabullenmesi bile onu kurtarmayacak hale geliyor. TT Arena’dakiler protesto ettiler diye suç işlemiş gibi soruşturuluyor ya bu aralar. Adnan Polat bile önce protestocu deyip sonra provokasyona çevirirken lafı, ortalıkta hedef gösterilen gruplar hakkında yazılar çıkıyor ya… Bilin ki bunu yapanlar yeni yasa yetişmedi diye çok üzülüyor. Çünkü bu ülkede sorunu çözmek değil sorunu ezmek esas. Çünkü gücü elinde tutan, üç beş kişi sallandırmadan sorunu çözemiyor. Çünkü akla, kültüre, neden-sonuç ilişkisine yatırım yapmak zor, sopalamak kolay. Henry, Zidane için o kafayı attıktan sonra şöyle demişti: “Zidane’ın büyüdüğü mahallelerden Zidane çıkabilir, ama Zidane’dan o mahalleyi çıkaramazsınız.” Bizim mahallemiz de şiddetin, darbenin, öfkenin mahallesi. “Çıkış yok” diye boşa bağırmıyoruz.
21.01.2011 tarihinde BAĞIŞ ERTEN'in Radikal Gazetesi icin yazdigi kose yazisidir.

Doğaçlama...



Sana o kadar uzakken aslında o kadar yakınım ki...
Yanında olupda kıymetini bilmeyenlerde vardır eminim.

Kim şimdi binecek, otobüse, minibüse?
Ve belkide benim bir zamanlar sana koşarken yaptığım gibi,
Gecenin karanlığında,
Yakamozlar arasında
Kim yanına yanaşacak?

Ufacık bir motorla
Salına salına,
Usul usul...

Gecenin karanlığında
Kubbendeki nur'un içine
Onbinlerin uğultusu karışırken,
Kim yoracak şimdi kendini kavakların arasından?
Ama yavaş, ama hızlı adımlarla.

Bu kalbin devri hızlanırken,
Kim kendini vuracak gümüşsuyundan aşağı?

Etrafta genci yaşlısı,
Yürekler bir, nefesler pek.
Kim haykıracak ismini gökkubeyi yırtarcasına?

Gecenin sonunda,
Kimi telaşla sıcacık evine koşacak,
Kimi tezgahtaki son köfte ekmeğini satmak isteyecek.

Ve sen,
Halen benim kalbimde,
Ruhumda,
Rüyalarımda...

Söyle bana
Ne zaman bitecek bu hasretlik?

20 Ocak 2011 Perşembe

Guti ve Quaresma'dan Enstantaneler

Başkana yağ çekmesi beklenirken, Başkan'ın golfte berbat olduğunu söylerken...
Çetenin reisi Quaresma ama Dünya Şampiyonu İspanya derken (Reisi artık nasıl tercüme ettilerse..)
Quaresma'nın; ''dünyanın en iyi oyuncusu da Portekiz'den''e verdiği tepki...
Naomi Campell'ı Sinan'a ayarlayabileceğini söyleyip, Sinan'ın yüzüğünü gösterip olmaz demesinden sonra 'yohh yea' bakışı atarken.....
Program boyunca sana ne laf çaktım ulen reyis derken
''En Buyuk Besiktass'' derken.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Güvercin Gibi

______________________ Hrant Dink'in Son Yazisindan
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim...Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli..



Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...

İşte size bedel... İşte size bedel...

İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?

Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?“Ölüm-Kalım” dedikleriKolay bir süreç değil yaşadıklarım...

Ve ailece yaşadıklarımız.Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...O noktada hep çaresiz kaldım.“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.

İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.Kalmak ve direnmekİyi de, gidersek nereye gidecektik?Ermenistan’a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı!

“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.Kalacaktık ve direnecektik.



Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

Özhan Canaydın'la Ufak Bir Hatıra


ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz."ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor."kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktar adlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor. benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.adettendir editi: beşiktaş'lıyım.


(deepsilence, 19.01.2011 17:34 ~ 17:59)
Yazi Eksi Sozlukten alinmistir.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Başbakanı Padişah Yapanlar


Iki gündür şu Ali Sami Yen Kompleksinin açılışıyla ilgili gelişmeleri takip ediyorum, gelişen olaylar çok trajikomik maalesef. Bir grup kisi oraya resmen seçim kampanyasına gider gibi gidiyor, stadda insanları galeyana getiren konuşmalarda bulunuyor, medyaya yansımayan yardımlardan bahsediliyor ve büyük çoğunluğu burjuva kesimden oluşan, o gün stada davet üzeri katılmış olan 'seyirciler' Başbakanı protesto etme sansını kaçırmıyor.

Daha sonra Başbakan stadı terkediyor, Adnan Polat ve ekibi olağanüstü toplantılar düzenliyor, Başbakan stadı henüz Galatasaray'ın kullanma izni olmadığını söylüyor aba altından sağlam bir sopa gösteriyor, Adnan Polat belli ki gelen yoğun politik baskılardan dolayı taraftarına, seyircisine sırt çeviriyor, bu protestoyu yapanların Galatasaraylı olmadığını söyleyebilecek kadar kadar alçalabiliyor ki kendisine yapılan protestolarda bile bu kadar alçalmamıştı..

Daha sonra hiç anlam veremediğim, duyarlı spor medyamızdan gelen özür kampanyası var, yahu siz insanlara açık açık şerefsiz, köylü, çingene, adam değil, geri zekalı diyenler, insanlara en ağır ithamlarda bulunanlar, itiraf atıp gerçekler su yüzüne çıkınca bir özür bile dilemeyenler, dünyadaki en masum protesto biçimi olan ıslık ve yuhalama karşısında neden ceket ilikleyip, hazır ol biçiminde padişahım çok yaşa diye tempo tutup tutturuyosunuz? Galatasaraylı taraftarların en doğal hakkı olan protestoyu yerin dibine sokup, insanlık ayıbı yapıyorsunuz.. Gerçi tüm bunların tersini yapsaydınız o zaman biz de bir terslik varmış derdik, bizi yine yanıltmadınız, en azından tutunacak bir dalımız var..
Ultraslan grubuna diyecek bir söz bulamıyorum, olaydan sonra onlar da yasanalardan dolayı duydukları üzüntüyü dile getirmişler, kombinesi elinden alınacak adamlar da bunlar olacak, zaten böyle adamların maç izlememesi Galatasaray klubunun hayrına olur..

Klup başkanları da birer birer Başbakanın başına gelenlerden dolayı ne kadar üzgün olduklarını belirtiyorlar, e kolay değil üzülmeyene stad yok! Ben olsam canlı yayında ağlardım..

Bu Toki Başkanının halka sesleniş tarzı en ayar olduğum sesleniş tarzı, her sesini yükseltip detone olan kendisini Mustafa Kemal Atatürk zannediyor, o zamanlar ne sağlam mikrofon var, ne adam gibi ses kayıt cihazı, Atam ondan dolayı konuşmaları yüksek sesli yapıyordu, artık o haram teknoloji gelişti sen bağırmasan da biz duyuyoruz seni..

Tüm bunları yazarken tabi biraz da blogun vermiş olduğu özgürlüğü kullanarak yazabiliyoruz, medyada da vardır bizim gibi düşünenler elbette ama sonuçta orada bir güç dengesi var, kanal patronları, diplomatik ilişkiler, biz burada işkembeden bol atarken orada emir altında yazılmış yada hazır gelmiş yazıları yayınlayan kisiler var. Onları anlayabiliyorum, geçim derdi falan.. Ama Adnan Polat benim gözümde zaten Ankaragucu maçında tüm insanlık değerini kaybetmiş birisi olarak dün bir kez daha sıfırı tüketti, eğer Galatasaray'ın stadı için geri adım atıp kendi taraftarını Başbakan adına ezip geçtiyse yazıklar olsun, bu ülkede her şey biter futbol bitmez, dünyada seçim dengelerini bile değiştirebilecek takımlar vardır, bunlardan birisi de Galatasaray'dır. Başbakanın açıklamalarından da anlayabiliyoruz duyduğu korkuyu, Galatasaray kendisine oynayacak bir stad bulur, hiç olmadı gider bir çayırda top oynar ama yine de kimseye hele Başbakana boyun eğmez, unutmayalım ki Başbakan diktatör değil sorun çözecek en önemli kisidir bu ülkede, onun gorevi problem çözmek, insanları, kurumları, işletmeleri daha huzur ve refah içinde yaşatabilmek.

Ama bizde demokratik yaşam tarzını benimseyememiş, kisiler tarafından yön verilmeye alışmış, ezilmeye meyilli, güçten korkan, polise kimlik bile soramayan bir toplum olduğu sürece daha çok koyun gibi sürülürüz. Başbakan karşısında camiasını satan klup başkanlarını görünce 'len bu halk ne yapsın' diye iç geçiriyorsun.
Galatasaray seneye şampiyon olur, Adnan Polat'ı kendi taraftarı yine omuzlara alır, zafer şarkılarını hep beraber söylerler, hatta makara olsun diye Adnan saat kaç diye sorar, taraftar kendinden geçer..

16 Ocak 2011 Pazar

Ahmet Dursun ve Türk Futbolcusu


Kendi aramızda Türk futbolcular hakkında konuşurken kullandığımız kalıp tabirler vardır ya şey gibi 'futbolcularımız tembel','gelişime açık değiller', 'kolay olanı seçiyorlar', 'para gözler' gibi.. işte tüm bu kalıpları konuşmaya gerek duymadan tek bir ismi örnek göstererek meramınızı anlatabileceğiniz bir futbolcu mevcut, Ahmet Dursun.


Daha önce de bu konuyu bir kaç kez dile getirmiştim, şu Barcelona maçı var ya, hani 3-0 yendiğimiz ama direklerin ve futbol meleklerinin sayesinde 5-0 yapamadığımız maç.. Iste o maçı bir kez daha izleyin, orada genç, yaşları hemen hemen aynı üç tane futbolcu var, Nihat, Ibrahim Üzülmez ve Ahmet dursun. Bu üç futbolcunun karakteristik olarak bir birlerinden net bir şekilde ayrıldığını görebiliyoruz, zaten kariyerlerine bakarak da bu argümanımızı destekleyebiliyoruz..


Ibrahim Üzülmez, bu üçlü arasında en zayıf halkaydı, yani en yetenksizleriydi, ama aynı zamanda en çalışkanları, kapasitesinin yüzde yüzünü her zaman sahaya yansıtmış, idmanlarda her zaman çok çalışmış, yetenek açığını fizik mücadelesiyle kapatmış, hiç bir zaman mücadeleden kaçmamış ve Beşiktaşın kaptanlığına kadar yükselmiş bir istikrar abidesi. Aradan geçen 10 sene içerisinde kendi taraftarından bile tepki görmesine rağmen belki bu son yılında artık saygı duyulan bir isim olmayı başarabilmiş. Bana göre gelebileceği en üst mertebeye gelmiş bir futbolcu..


Nihat Kahveci, belki o Barcelona maçında gol atıp öne çıkmadı ama maçı hatırlayanlar Barcelona'nın sol tarafını nasıl felç ettiğini, direkte patlayan şutunu, süratini hatırlarlar, bu üçlü arasında en sağlam mantaliteye sahip olan futbolcuydu, Biraz zorlamayla da olsa Avrupaya gitme cesaretini gösterdi, kısa süre sonra Ispanyolca öğrendiğinin haberini aldık, sonra takıma girmeyi başardı, Kovacevic'le muhteşem ikili olup çıktılar, tüm Türkiye'yi hafta sonları Trt ekranlarına kitleyip bizi attığı muhteşem gollerle gururlandırdı, sonrası malum Real Sociedad'i aldı şampiyonluk potasına soktu, kendisi Ronaldoyla gol krallığında son haftaya kadar çekişti vs.. Şimdilerde emekliğinin keyfini güzel bir ikramiye ile çıkartıyor, bu onun değil ona bu parayı verende deyip geçelim..

Ahmet dursun, Nihat'tan yetenek olarak geri kalır bir yanı yoktu hatta vitrin maçında muhteşem oynayıp biri muhteşem olmak üzere Barcelona'ya iki gol atıp Avrupa'nın gündemine bomba gibi düşmüştü, o zaman daha 21 yasında ve çok büyük gelecek vadediyordu,Barcelona'nın onu transfer etmek istediğini duyduk, öyle olmasa bile kendisi o günlerde Avrupa'ya rahatlıkla çıkabilirdi, O kalmayı tercih etti, sonrasında sakatlıklar, Çin maceraları, git geller sonra bir kez daha Beşiktaş macerası, Giunti ile meşhur deodorant kavgası ve sonrasında 28 yaşında 3. lig ekibi Şeker Spor'a transfer oluşu!


Geçen ay lig Tv ye verdiği röportajda Şeker Spora transfer olmadan önce kendisine Budnesliga'dan transfer tekliflerinin olduğunu ama O tercihini Şeker Spor'dan yana kullandığını, o an utandığı için söylemese de sadece 'para' için Şeker Spor'a gittiğini ima etti.. Ahmet o transferden sonra bir daha asla sırtını doğrultamadı, bir zamanların genç yeteneği, tribünleri en çok heyecanlandıran futbolcusu, fırtına gibi esen 7 numaralı Ahmet son 4 sene içinde 7 değişik takımda oynadı. Bu gün bir haber düştü yine, Eyüp Spor'da oynayacakmış kendisi..


O günlerden bugüne dönecek olursak, kadromuzda hala genç oyuncular var hatta alt yapıdan gelenleri de sayarsak 10'a yakın genç futbolcumuz mevcut, bazıları çok ama çok yetenekli, bazıları görev adamı, kimileri belki de gerçek performansını tam anlamıyla henüz sahaya yansıtabilmiş değil.. Bu adamların da hepsinin birer birey olduğunu, sahada verdikleri kararlar gibi saha dışında da verdikleri kararların hayatlarını direk olarak etkileyeceğini unutmayalım. Belki de en önemlisi futbolun sadece topa vurup koşmaktan ibaret olmadığını, futbolcunun sadece bacak adalelerini güçlendirip çok yetenekli futbolcu olamayacağı gerçeğini idrak etmemiz gerekiyor.. Gözlerinizi kapatıp buraya uğrayıp şöyle bir geçen genç yetenekleri düşündüğünüzde hepsinin ortak bir eksikliğinin farkına varacaksınız..

14 Ocak 2011 Cuma

Guti Haz.


Sezon başında okurlarla sözleşmiş gibi haftanın oyuncusu olarak Guti'yi seçmedik, sonuçta ortada haksız rekabet vardı, ama bünyede sevileni ödüllendirme ihtiyacı doğuyor, O'na iki güzel söz etmek için çok bekledik.. İlk devrenin oyuncusu olarak hep beraber Onu seçmiştik, adına bir post atacaktık atamadık, haftanın adamı vesilesiyle hakkında bir kaç kelam edelim Hazretlerinin..

Yıldız statüsünde çok futbolcu vardır, hatta o yıldız takımda yoksa içerden birisi yaratılır, dünyanın her yerinde bu böyledir, profesyonel takımların çoğunun bir tane kaprisli, arada kayrılan, disiplinsiz hareketleriyle dikkat çeken bir yıldız oyuncusu mevcuttur, bu her hangi bir amatör takım için de aynıdır, profesyonel takım için de. Biz yıllarca kendi içimizden sözde yıldız oyuncu çıkarttığımız için çok iyi biliriz o yıldız oyuncu şişirmesini, zamanında Baya'ya, Del Solar'a, Ohen'e yıldız muamelesi yaptığımız gibi..

Ama bir de bayrak adam vardır futbolda, işte o adamı siz yaratamazsınız, O kendini yoktan var eder, büyütür, bir klubün renklerine teslim eder kendini ve o klüple özdeşleşir, bayrak adam olur.. Dünya üzerinde sayılı futbolcu vardır bu şekilde, bir tanesi de bizde, biz o keyfi doyasıya yaşıyoruz, halley kuyruklu yıldız gibidirler, öyle her zaman yakalayabileceğiniz türden adamlar değildir bunlar. Guti belki bizim bayrak adamımız değil ama o bayrak adamı olduğu klüpte koşmadığı kadar bizde koşuyor, mücadele etmediği kadar ediyor, hatta sinirlenip hiç yapmadığı kadar isyan ediyor , Onun bizi sahiplendiğini hemen fark ediyorsunuz, gol attığında formamızın armasını gururla öpüyor, tribünlere koşup iki elini yana açıp taraftarı kendinden geçirebiliyor, Beşiktaş'a 'Ben' yakışıyorum dercesine adım atıp, nefes alıyor.. Tüm bunları yapanın daha bir sene öncesine kadar çoğu kişiye göre dünyanın en büyük klubünün kaptanının yaptığını idrak edince tüylerinizin ürpermemesi imkansız..
(fotoğraf hayatsensin'den alınmıştır)
Sonra bu adamın başına ligimizde gelenleri görünce hafiften sinirlenip üzülüp kederleniyorsunuz. Bu adam Batuhan gibi densizlerle aynı sahayı paylaşıyor, Egemen Korkmaz gibi bir futbol kasabı tarafından 'marke' ediliyor, Bünyamin Gezer gibi hakemliğin gövde gösterisi olduğunu düşünen adamın, ağız kokusunu çekip egosunu tatmin etmesine vesile oluyor, Ahmet Çakar zihniyetine sahip medyamızla muhattap oluyor, haksız yere oyundan atıldığında bile taraftarın bazı kesiminden en güzelinden komplo teorilerini duyuyor, Tabata, Erhan gibi adamlarla pas alışverişine bulunuyor, patates tarlasından biraz düzgün zeminlerde o sanat eseri paslarını atıp bizleri her maç büyülüyor vs..


Şimdi kalkıp bana tamam da kardeşim bu O adamın işi, bunların hepsine paşa paşa katlanacak diyenler olabilir. Ben de onlara; Güney Amerika'nın en fakir semtlerinden çıkıp da İstanbul'u beğenmeyenleri, home sick olanları, uyum süresini atlatamayanları, ailevi sorunlarını bir türlü çözemeyenleri , sevgilisini özleyenleri, takım içinde huzursuzluk yaşayıp yaşatanları örnek gösterebilirim, hem de fazlasıyla...


Tüm bunların ışığında Guti gibi, hayatındaki tüm ekonomik sorunları çözmüş, manevi olarak Dünyanın en 'büyük' klubünün bayrak adamı olmayı başarmış, bir futbolcunun yaşayabileceği en büyük başarıları defalarca kazanmış, futbol yeteneği, ismi, karizmasıyla hala Avrupa'da iş yapacak bir adamın buraya gelip takımımızdaki futbolculardan daha çok sorumluluk alması, hayatında koşmadığı kadar koşup mücadele etmesi, formayı sahiplenip hissederek ve hissettirerek mücadele etmesi, deplasman, Avrupa maçı demeden eksiksiz her maça aynı azimle çıkıp savaşması benim nazarımda Onu şimdiden Beşiktaş tarihinde farklı ve çok özel bir yere koymaya yetiyor. Eğer sokaktaki çocuklar takımdaki birisi sayesinde Beşiktaşlı olacaksa bu güzel adam için olsunlar..

12 Ocak 2011 Çarşamba

Beşiktaş & Manisaspor Değerlendiremeler

Devre arasında yapılan transferlerin üstüne sakatların geri dönmesiyle oluşturulan ilk 11 devrenin son lig maçı olan Eskişehir Spor kadrosuna hiç benzemiyordu. Hemen gözümüz sahadaki 11'e kaydı.

Forvete benzeyen Almeida ona yakın oynayacak Nobre kanatlarda rüya ikili Simao, Quaresma onların gerisinde Guti ve defansın göbeğinde buzluktan çıkmış Sivok, Ersanı kesen Toraman, yabancı kontenjanından dolayı kesik yiyeceği düşünülen Hilbert sağ bekte, Koybasi sol bekte yine emanetçi, defansla orta saha arasında köprüyü kuracak adam Aurelio, kalede hiç fantaziye girilmeden Cenk tercihi aşağı yukarı beklenen bir kadroydu.

Ilk devrenin sonlarına doğru benzini bitmiş araba gibi ekonomik oynayan Beşiktaş maçın başlama düdüğüyle beraber pit stoptan yakıt ikmalini yapmış, lastikleri yenilemiş gibi çıktı sahalara, Tabata' nın sahada olmayışı bile 1 kişi fazla oynamamıza yetecek iken onun yerine Simao'nun olması her şeyi anlatıyordu zaten. Rakip takımların ilk devre boyunca en çok tekme attıkları Guti artık önünde 3 Portekizlinin oynamasının verdiği rahatlıkla istediği gibi top çevirdi sahada, sonuçta yediği tekmeler 4 bölünüyordu artık .. Simao ve Almeida, Tabata ve Holosko'ya nazaran ilerde top tutmayı daha iyi başarınca Beşiktaş Manisanın kalesine yüklendikçe yüklendi, bu arada tomboladan Nobre çıkmış ve hücumda ve defansta verdiği müthiş katkıyla takımı iyice rahatlatmıştı. Sahadaki herkesin görevini yapması sonucu işler yolunda giderken, 'beklenen' oldu, herkesin kafasında müthiş bir hücum gücü ama defansta sorun yaşayacak bir Beşiktaş vardı, bir dakika boyunca topu tehlikeli alandan uzaklaştıramayınca iyi oynarken geriye düştük.

Sonrasında çabuk toparlanmamız gerekiyordu, öyle de oldu, önce Guti'nin orta asist karışımı pasında Sivok aylar sonra bizlere merhaba dedi, golde ki sevinç çığlığı görülmeye değerdi, özlemiş belli.. Daha sonra yine Guti'nin önce Almeida denemesi o olmayınca bari Nobre atsın deyip ona verdiği pasta Nobre'nin 'akıllı' vuruşu sonrası kazanılan gol. Gerçi Ömer ağabeyimiz Nobre'nin topa iyi vuramadığını belirtti ama Nobre'nin bilinçli olarak topa kapatarak vurduğunu göremedi heralde o yüzden öyle şey etti diyelim.. Ilk devrenin mutlak hakimi Beşiktaş'tı, sezon başındaki gibi topa hükmederek oynamamız biz izleyenlerin gözlerindeki pasları sildi..


Ikinci yarıya skor avantajı ile çıkmamız oyuncuları frenlemiş gibi gözüktü, top yine bizdeydi, ama dikine paslar yerini yan paslara bırakmıştı. Manisa da sertlikte vitesi yukarı atmıştı,ne zaman spikerden lehimiz adına "x'ten güzel bir hareket"i duysak arkasından hemen " x müdahale sonrası yerde kaldı" yı da eş zamanlı duyduk.

Ikinci yarıda saman alevi gibi gelişen ataklarda Quaresma biraz daha bencil olmasa 3. golü bulup rahatlamamız işten değildi. Tarihimiz boyunca skoru korumayı hiç öğrenemedik, yine tarihimizi haklı çıkarmayı başardık, Ömer Aysan gibi bir adam taç çizgisinden slalom yaparak ceza sahamıza girdi, Cenk'in kapattığı köşeden topu içeri soktu. Ama bu sefer farklıydı, gol yediğimizde hiç bir şey olmamış gibi maçı seyretmeye devam ettim, genelde gol yiyince kalbimden bir şeyler eksilir, sanki birisi alır kalbimi eline de sıkarmış gibi olur, ama bu sefer çok rahattım, bir şekilde bu takımın gol atacağını hissediyordum yada bu takım bana o güveni, hissi geri vermişti, 100. yıldan sonra neredeyse hiç böyle hissetmemiştim..

Takımdaki esas oğlanlardan birisinin sahneye çıkması gerekiyordu, Simao çıkmayı tercih etti, Guti ağabeyine nazara yaparcasına çok ince gördü Hilbert'i, Hilbert'te sağ bekte neden tercih edildiğini gösteren bir bindirme yapmıştı o anda, Manisalı oyuncunun acemiliği sonrası kazanılan penaltıyı Guti Haz. gol yapıyor ve bizi gruplarda lider yaptığını ilan ediyordu.

Yeni transferlere birer cümle edecek olursak ilk olarak bu adamların birlikte Portekiz milli takımında oynamaları uyum sürecini çok kısaltacak bir faktör, bugün Almeida, Simao ve Quaresma'nin zaman zaman verkaçlarına şahit olduk. Almeida ligimizde fizik gücüyle çok iş yapacak bir forvet, özellikle içerideki maçlarda kilidi açacak oyuncu gibi duruyor, Simao ve Quaresma'ya attırdığı gollerle konuşabiliriz onu..

Simao Almeida'dan daha çabuk alışmış takıma, bunda oynadığı mevkinin de avantajı var, Guti ile kornerde varyasyona girecek kadar uyum sorununu atlatmış gözüktü, bugün sahada hiç sırıtmadı, ilerleyen haftalarda bu takımın olmazsa olmazı olabilir, Quaresma'nin olası bir sakatlığında daha önceki gibi dağılmayacağımız kesin..


Fernandes'i görmedik ama bana göre bu iki Portekizliden çok daha kilit bir rol oynayacak, Ernst'in bugün yedek kalması rastlantı değil..


Toparlayacak olursak, biz bu takımı çok özledik, göremediğimiz, izleyemediğimiz her hafta özlem bir kat daha artıyor.

Devre arası en çok bizim işimize yaradı, 13-14 kişi zar zor kadroyu toparlıyorduk, şimdi yedek klubesinde Bobo, Ernst, Ersan oturuyor, dışarıdan kadroya katılacak Fernandes, Necip, Ferrari, Üzülmez ve daha niceleri var. takım soluklanmış kendine gelmiş gibi gözüküyor, ligin ilk yarısında sahamızda yenildiğimiz Manisayı bugün aynı skorla geçtik.

Bu arada Toraman oyundan çıkarken kaptanlık pazubandını Guti'ye vermesi için Ismaile verdi, Ismail'de çakallık yapıp kaptanlık pazubandını uygun bir anda koluna taktı, oğlum önce topunu oyna, takımın, camianın saygısını hak et sonra o bandı takarlar sana da..

Artık lig başlasın meydan kartala kalsın. He az kalsın unutuyordum, Guti Haz. sen bize Allahın bir lütfusün.

Maçın Adamı


Ilk yarıda kaldığımız yerden devam ediyoruz, ikinci devrenin açılış maçı şerefine maçın adamını seçmeye geldik.

İnönü'ye Veda


Bu akşam bir devir kapandı Galatasaraylılar için. Maç sonunda Barış Manço eşliğinde edilen veda Tugay kadar olmasa da beni de etkiledi. 'Niye ulan' diyebilirsiniz ama kendimce haklı bir gerekçem var; durun vurmayın. Günün birinde İnönü'nün de yıkılacağı geldi aklıma,ziyadesiyle duygulandım..

Bu duygulanmanın sebep olduğu kırık dökük cümleler:

Evet.. Bir gün gelecek,bir gün kalacak.. Ve yıkılacak mabedimiz.. İnönü, yılda ancak birkaç kez gelebildiğim,gelmemin ertesi günü bir dahaki vuslatın planlarını yaptığım,özlediğim ulan her gün deli gibi özlediğim,özleminle tutuştuğum yer benim be;
Ben sana her maçında kavuşabilme ihtimalimi sevdim..

Özlüyorum seni.. Her gün özlüyorum..
Ben senin zeminine ayak basabilme ihtimalimi sevdim..

Her gün hayalinle yaşıyorum biliyor musun ? Sana kavuşma hayaliyle, bir gün aralıksız her maçına geleceğim, kapalıdan kombine alacağım günlerin hayaliyle..
Ben.. Ben hayallerimin gerçekleşme ihtimalini sevdim..

Anılar geliyor aklıma yıkılacağını düşününce.. Mabedde izlediğim ilk maçlardan, Barcelona maçı 3-0'lık, aşık olmuştum 7 numaralı abiye,ne güzel de oynamıştı ama di mi.. 100. yıldaki Galatasaray maçı, şampiyonluğu garantilediğimiz, babacığım biraz fazla hırpalamıştı kendini sevinçten ama olsun herşey güzeldi seninle olan.. Ben babamla geldim sana, gelebildim..
Henüz annesinin rahmine düşmemiş oğlumla sana gelebilme ihtimalimi sevdim..
***
Kullanmam ama geriye düştüğümüz bir maçın devre arasında boğaza nazır sigara içebilme ihtimalini sevdim..
Ama en çok da senden ayrılmama ihtimalimi sevdim,ihtimallerin hepsinin olabilme ihtimaliyle beraber..
Aksi takdirde bir ihtimal daha var; o da ölmek mi dersin ?

11 Ocak 2011 Salı

Siz Koşarken



Aranızdan kaçı hiç antrenman amaçlı koşu yaptı yada yapıyor bilmiyorum. Ama bildigim bir şey varsa oda geçmiş yıllarda şu sıralar tekrar karnımda beliren yedek kamyon lastiğinden kurtulmak için baya bir yol tepmiştim.

Bilenler bilir koşmak aslında iyi birde meditasyon ilacıdır. İlk başlarda fiziki direncinizle ilgili düşünceler aklınızı meşgul ederken, sonraları bu yerini yavaş yavaş gündelik hayatla ilgili sorunlarınızı unuttuğunuz yada onları daha sağlıklı bir şekilde düşünebildiğiniz bir ortama dönüşür.

Şu resme baktığımda da aklıma ilk gelen şey şu çocukların düşünceli halleri oldu. Kampın her resminde pişmiş kelle gibi ortada gezen Erhan Güven harici herkeste bir düşünceli hal var. Dili dışarıda yakalanan Carlos, belkide çocuklara rezil olmadan bu turu nasıl bitireceğini düşünürken, diğer herkes aklında bir acaba ile takıma girip giremeyeceklerini düşünüyor olsa gerek. En azından ben bu ifadeyi gördüm bu yüzlerde. Haydi rastgele!

10 Ocak 2011 Pazartesi

Burası Kapalı


Beklenen oluşum tamamlandı, yazılarını özlediğimiz güzel Beşiktaşlılar artık burası kapalıda yazacaklar, tekrar aramıza hoş geldiniz diyoruz.
jokond
kalashnikov
majere
milky way
molosztash-
onurlu
purplepurple
raul gonzalez
replanigre
simplextablosu
spirit
tathar
threepoint
thug love
tribal enfexion
yuki the zorba

7 Ocak 2011 Cuma

Bu Adamlar Nereye Bakıyor

Su fotoğrafa bir 10 sene sonra bakarsak sanırım ne olduğunu tam anlamıyla anlayabileceğiz, Guti eliyle bir yeri gösteriyor, Simao, o ne laa bakışıyla eşlik ediyor, Almeida ohh tıkandım hallerinde, Quaresma arkada her şeyden habersiz kafasına göre takılıyor, acayip bir takım olduk vesselam.

Sandıkta Görüşürüz Ülker Bey!

Efes Pilsen skandal bir kararla kapatılmak zorunda bırakılıyor, NBA'de bugün 5 tane basketbolcumuz varsa bunun yegane tek nedeni Efes Pilsendir, NBA'e gönderdiği Mirsad, Hidayet ve Mehmet Okur ile bir devri başlatmış, Avrupadan Türkiye'ye kupa getiren basketbol takımı isminin azizliğine uğrayarak kapatılıyor, Türk Sporunun Lokomotifinin kellesini hep birlikte istiyoruz. bugün bu ülke topraklarında Dünya Basketbol Şampiyonası düzenlenebildiyse bunda dolaylı olarak yada direk olarak Efes Pilsen'in emeği büyüktür, eğer bugün Amerikada Turkey'nin sadece hindi anlamına gelmediği biliniyorsa bunda Efes Pilsen'ninde katkısı var, bugün bizler Türk basketbolunun futbolundan daha başarılı olduğunu konuşuyorsak bunda en büyük emeği olan klüp Efes Pilsendir. Bir ülkenin spor lokomotifi kapatılıyor, nedeni ne mi, ismi..

Beşiktaş ve Cola Turka iş birliğinden hiç bir şey anlayamadık, zaten Cola Turka demek ülker demek ülker demek millet olarak çok aşına olduğumuz bir "kurum" , bugün Efesi kapatma kararını alanlar bir dönem Ülkerin yönetim kurullarının eleğinden geçmiş isimler ya neyse..
Beşiktaşa bugün "Avrupanin Yıldızı" diyenler bu klübün basketbol şubesini ne yapıp edip Efes Pilsen ile birleştirmelidir. Efesin bugün altyapısında binlerce lisanlı genç spor yapıyor, belkide bunlardan bazıları ilerde NBA yolcusu olacak, göğsümüzü kabartacak, bu çocuklara Beşiktaş ve diğer spor klupleri el uzatmazsa o zaman öteki sandıkta gorurusuz ülker bey.

6 Ocak 2011 Perşembe

Quaresma vs Muhammed

İnsan bir şeyi sevmek için sayısızca neden bulabiliyor, benim yukarıdaki fotoğraftan aldığım zevki tarif etmem imkansız, bu çocuk daha büyüyecek, sonra A takıma çıkacak, biz biraz daha yaşlanacağız, sonra attığı bir çalımda aklımıza bu fotoğraf düşecek, hafif gülümseyeceğiz, aklımıza hem Quaresma gelecek hem Muhammed'i şu son 4-5 yıldır nasıl beklediğimiz, ondan neler umduğumuz, bu çocuk bir gün büyük topçu olursa ben bu fotoğrafı hatırlayacağım, bugün Quaresma'dan yediği çalımı bir kaç sene sonra o bizim için başkalarına atacak. Fotoğrafta Muhammed'in kalçasını Quaresmaya dayaması, Quaresma'nın Mami'yi incitmemek için sağ alini sakınarak açması, yüzlerine baktığınızda sanki ağabey, kardeş top oynuyormuş hissi, sonra bu ikisini İnönü'nün çimlerinde görme hayali.. Hayal etmesi bile güzel dedirtiyor adama.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bobo Çıkmazı


Kaç gündür yazacağım ama ortalığın biraz yatışmasını beklediğim için yazmadım, üç Portekizli transferi taraftarımızı oldukça memnun etti, o arada da çıkıp insanların keyfini kaçırmak istemedim.

Elimizdekinin kıymetini millet olarak da, klüp olarak da, bireysel şahıs olarak da bilmiyoruz, özellikle eğer elimize yeni bir oyuncak aldıysak daha eskisi her zaman kenara atılır, suratına uzun bir süre bakılmaz, sonuçta yeni oyuncak daha jelatinden yeni çıkmış karşınızda tüm ihtişamıyla durmaktadır. Ne zaman o yeni oyuncak eskir yada bozulur o zaman o eski oyuncağı aramaya başlarız, bulursak ne mutlu bize ama bulamazsak içlenir hatta arkasından ağlarız..

Yapılan son transferlerle taraftar kendinden geçti, hangi kanala baksak, hangi gazeteyi açsak, hangi sözlüğe girsek karşımıza üçü bir arada Portekizliler çıkıyor, belki de böyle olması gerektiği için böyle oluyordur ama ben bu transferlerin bu kadar abartılmaması gerektiğini, daha çok klübün yapmadıklarını göz önüne almamamız gerektiğini düşünüyorum.

Bobo diye bir adam var elimizde, bu adam tartışmasız son 5 yılın kağıt üzerinde de sahada da en başarılı 3 futbolcusundan birisi, takımın Üzülmez ve Toramandan sonra en kıdemlisi, en golcüsü, satsanız para yapacak tek futbolcusu(bu sene hariç), derbilerde yıllardır sinen takımın aksine skora tek itiraz eden adamı, avrupada sizi en azından bir yerlere taşımış futbolcusu, en basiti ülkede hali hazırda en iyi forvet. Bu en iyi forvet derken sadece yetenek olarak algılanmasın, aynı zamanda yaş olarak, vadettiği gelecek olarak, Türk pasaportunu alma ihtimali olarak ve uyum olarak Bobo bu ülkenin bana ve bir çok otoriteye göre tartışmasız en forvetidir.

Peki ''avrupanın yıldızı'' Beşiktaş'ın yönetimi Bobo'nun sözleşmesi için ne tür bir politika izliyor, benim izlediğim ve okuduğum kadarıyla yönetimimiz Bobo hakkında hiç bir şey yapmıyor, muhtemelen menajerine bir rakam iletildi ve menajeri bu rakamı haklı yada haksız olarak beğenmedi ve görüşmelerde orada bitti.

Sizin başkanınız ne diyor bu konuda ''biz vallahi Bobo'nun sözleşmesini uzatmak için bir şey yapmıyoruz, Bobo gelecek antremanlara çıkacak, sezon sonunda da oturup konuşacağız, ama şunu unutmayalım ki Bobo'nun Bobo olmasında bizim de çok emeklerimiz var'' diyor.. Futbolda üzülerek de olsa vefanın, duyguların, armanın, bayrak adamın, boş mukavelelerin döneminin bittiğini sayın Başkanımıza hatırlatmak isterim, aslında başkan bunu benden daha iyi biliyor, bunu da yaptığı yeni transferlerden anlıyoruz, ama başkan işine gelmeyince Bobo'ya sen bizim evladımızsın gel imzayı at demekten de geri kalmıyor, Nobre'nin 2.150 milyon euro, Nihat'ın 2.5 milyon euro aldığı ortamda Beşiktaş'ın evladı Bobo bu sezon 1.750 milyon euroya oynadı, ikisinin yaptığının 3 katını da tek başına yaptı, istediğiniz kadar onlar alıyorsa hatadır Bobo o kadar etmez deyin, bu adamın da bir karısı, çocukları, ailesi, çevresi var, bu para mevzuları her zaman adamın sosyal hayatında konu oluyor, mevzusu açılıyor, hiç olmadı kıskançlık olur, ben onlardan kötü müyüm diye düşünür, onların ikisinin yaşına bakar yine işin içinden çıkamaz..

Daha yeni transferlerden bahsetmedim bile. Bobo bugün avrupada Almeida'nın daha üst klasında bir forvettir, Avrupa vitrinine çıkmış ve orada ciddi talipleri olmuş bir futbolcudur, Beşiktaş'ı bu zamana kadar terk etmemesinin tek nedeni yönetimin Bobo'yu tok satıcı olarak satmak istemesidir, zamanında Bobo İspanya'dan, Fransa'dan olan taliplerine imzayı atsaydı biz bugün Ribery'i izlediğimiz gibi Bobo'yuda o klasmandaki bir takımda izleyip iç çekiyorduk. Bu yeni transferlerin aldığı paraları göz önüne aldığınızda Bobo'nun parası çerez parası olarak kalıyor.

Konuyu gittikçe basitleştirmek istiyorum, Bobo kalitesinde, o yaşta bir futbolcu almak isteseniz bonservisi kaç para eder diye düşündünüz mü? En azında 7-8 milyon euro yapar, peki biz Almeida'lara, Nobre'lere, Nihat'lara hatta Ferrari'lere milyon euroları saçarken neden Bobo gibi bir adama kapıyı gösteririz? Beşiktaş serbest bıraktığı anda bu adamı Galatasaray'ın alacağını akıllı taraftar ön görebiliyorken bizim yönetimimiz nasıl bu kadar umursamaz davranabilir?

Bugün büyük bir Beşiktaşlı kesim Bobo'nun sözleşmesinin biteceğini bile bile hala yeni transferler gelince şampiyon olmuş kadar sevinebiliyor, sevinç naraları atıyor, arada geçen Bobo gitti gidiyor söylemi umrunda bile olmuyor, ben Başkanın Lig tv de katıldığı programı izlediğimde Bobo hakkındaki söylemlerinde şoke oldum, adam resmen giderse gider diyor ve bu kimsenin umurunda bile değil, ne de olsa yeni oyuncaklarımız geldi, şimdi onlarla oynayacağız, onlar eskiyince yenilerini alacağız, ne zaman yenilerini alacak paramıza kalmaz işte o zaman ya Bobo vardı bir tane ona ne oldu diye bir birimize sorarız.