Röportajlar

Mustafa Demirtaş (Cartalete) Röportajı

Blog yazarlarımızdan asvalttaicenler'in girişimleri sonucunda Mustafa arkadaşımızla yaptığı röportajı aktarıyoruz. Kendi Forza Beşiktaş'tan 7 seneden fazla bir süredir tanıdığım bir arkadaşımdır. Lakin kendisiyle geçen seneki son Manisaspor maçından beri görüşemiyoruz. Fırsat bulmuşken buradan da sitemimi edeyim dedim. Bu keyifli röportaj için asvalttaicenler arkadaşımıza ve Cartalete'ye tekrar teşekkürler.

Bize ilk olarak kendinden biraz bahsedebilir misin?
27 yaşında, doğma büyüme İstanbullu, İşletme mezunu bir vatandaşım. Futbol hayatımda büyük bir yer kaplıyor. Neredeyse her hobim de futbolla alakalı. Blog yazmak da bunlardan biri…

Ancak, konu aktif olarak spor yapmaksa, basketbolu futbola tercih ediyorum. Daha zevkli geliyor, nedendir bilmem. Maç içinde bocalayınca “biraz defansa geç kanka” diyen olmuyor basketbolda, ondandır belki : )

Nasıl Beşiktaşlı oldun?
Küçükken, amcam maç izlediğinde arada bir beni havaya kaldırıp, bir tur döndürür, yere bırakırdı. Sebebini bilmezdim, ama çok eğlenceli geliyordu. Israrla “yeniden?” derdim ama oralı olmazdı. Meğersem o sıralar Beşiktaş gol atıyor, sevinçten oluşuyormuş bu eylem. Ben de ufak çapta bir lunapark keyfi yaşamak için, Beşiktaş’ın gol atması adına dua ederdim. Hep de tutar, “benim sayemde” der, nemalanırdım. Hâlbuki o takımın gol atmaması için hiç bir sebebi yokmuş, malum “Metin Ali Feyyaz” dönemine denk geliyor bunlar…

An geldi, amcam evlendi gitti. Ama ben Beşiktaş’ın gol atması için dua etmeye devam ettim… Bu kez beni havaya atacak biri yoktu ama o sevinç bana aynı etkiyi, hatta fazlasını bırakıyordu.
Çok uzattım galiba. Sonuç olarak: Genetik… Seçim şansım olmadı fazla, hemen her Beşiktaşlı gibi.

—Cartalete ismi nereden geliyor, herhangi özel bir anlamı var mı ?Özel bir anlamı yok, hatta bir anlamı var mı ondan da şüpheliyim. Nerden esti bilmiyorum, ama kendim uydurdum öyle, rumuzum oldu çıktı. Görünüşünü ve okunuşunu güzel buldum. Telaffuza önem veririm. Massaro’nun sırf “adı için” büyük futbolcu olması gerekirdi zaten diye düşünürüm mesela : )

Beşiktaş’tan sonra desteklediğin bir takım var mı?Sempati duyduğum takımlar var, ama “desteklemek” diyemem buna. Genel olarak, seyirci potansiyeli olan takımların, üst liglerde olmasını isterim. Türkiye’de de, bir başka ülkenin üst liglerinde de arzum böyledir.

Beşiktaş’a gelebilecek (maddi anlamda bütçeyi sarsmadan) 3 tane çok istediğin futbolcular kimler olurdu?Transfere biraz “mantık” çerçevesinde baktığımdan dolayı, her sene bu isimlerim değişiyor. Yani Beşiktaş’ın ihtiyacına göre belirliyorum bu isimleri kafamda. Şuan Beşiktaş gayet iyi yolda ve sağlam bir felsefe oturtmak üzeredir. Bana göre aksayan üç bölge var: savunma, sağbek ve sağforvet.

Stopere, bu oyun tarzına alışkın, sıkıntı yaşamayacak ve direkt olarak olumlu etki sağlayacak bir transfer önemli olurdu. Burada önerim, Barcelona’da pek fırsat bulamayan ve Barcelona planlarına göre “gönderilme” yaşına erişen Gabriel Milito olabilir. Sağbek için, sene sonunda sözleşmesi biten Srna. Sağforvet için de; Benitez’in “yalan” etmesi muhtemel Biabiany olabilir… Bilirsiniz, Benitez normalde savunmacı kanatları sever. Biabiany ise, tam Schuster’e göre bir oyuncu. Hem Quaresma’nın getirdiği toplarda iyi bir uzak forvet olur, hem de yeri geldiği zaman kendisi de gayet top taşır, adam eksiltir… Her sene değişmeyen, zor ama “neden olmasın” dedirten isim de Gökhan İnler…



Beşiktaş’ın altyapısıyla ilgilenmeye nasıl başladın?Biraz hayat felsefesiyle alakalı bir durum olabilir. Hazıra konmak yerine üretmeyi doğru buluyorum, her alanda bakışım budur. Ayrıca, altyapı birçok konuda avantajdır, bunu uzun uzadıya anlattım zamanında, “Öz Beşiktaş” yazılarıyla. Örneğin, Necip gibi bir oyuncu Gençlerbirliği’nden çıkmış olsa, 8-9 milyon Euro gözden çıkarılsa da alamazsınız. Nitekim Sercan’ı alamıyorsunuz… O yüzden, dışarı bakmak yerine, içerden üretmek önemli. Bu mantıklı bakışım… Manevi açıdan da; Beşiktaş’la yoğrulup, büyümüş bir çocuğun Beşiktaş A Takımı’nda oynuyor oluşu beni heyecanlandırır. Metin Ali Feyyaz dönemine (sonları olsa da) yetiştik sayılır. Belki biraz da oradan ileri geliyordur bu “alt yapıya ayrı özen” meselesi…

Orhan Gülle ile ilgili çok fazla spekülasyon yapıldı, altyapıyı daha özenle dikkat eden birisi olarak bu olayın içyüzünü bir de sizden öğrenebilir miyiz ? Orhan’ın Gaziantepspor’a peşkeş çekilircesine gönderilmesinde kim suçlu?
Direk peşkeş çekildi diyemesek de, dolaylı yoldan öyle oldu. Yani, Ümit Milli Takım seviyesine yükselmiş, uluslar arası turnuvada “en iyi ortasaha” ödülünü almış bir oyucu profesyonel yapılmamışsa ve o çocuk bu sebeple elini kolunu sallaya sallaya Gaziantep’e gidebiliyorsa, birinci suçlu yönetimdir tabii ki.. Ancak “hiç sözleşme önermediler” diye bir şey yok. Yumurta kapıya dayanınca önerdiler, ancak Orhan Gaziantepspor’a gitmeyi tercih etti. İki kez, sonradan da olsa forma şansı bulduğunu görünce (biri Samiyen’deki Galatasaray maçı) çok da haksızmış diyemiyoruz Orhan’a… Burada kalsa, A2’de devam etmesi muhtemeldi. Mustafa Denizli kalsaydı, gitmekte çok daha haklıydı. Ancak, bence Schuster’le şansını denemeliydi… Orhan zaten yetenekli bir oyuncu, kendine baktığı taktirde, Beşiktaş olmasa da, bir başka takımda kendini eninde sonunda ispatlayacak bir oyuncuydu, hala öyle. O yüzden ben O’nun yerinde olsam biraz daha sabrederdim.

Ancak, kendisini tanıyanlar biraz kişilik sorunundan bahsediyor, “kapris” gibi durumlardan… Hayırlısı olsun ne diyelim.

Erkan Kaş sezon öncesi iyi bir hazırlık dönemi geçirmişti lakin kendisini çok fazla izleme şansı bulamamıştık, kulüp kendisinden umutlu mu yoksa Holosko kadar olamayacağına mı inanılıyor?
Bildiği gibi, Rizespor’a kiralandı bu sezon. Demek ki “bugün” düşünülmüyor… Son iki maçtır 18’de yok takip ettiğim kadarıyla. Durum böyle olacaksa kiralamanın ne alemi vardı, A2’de oynasaydı bari demeden de edemiyorum. Gelecekte kesinlikle faydalanılması gereken bir oyuncudur.

Gelecekte altyapımızdan yine efsane bir Metin Ali Feyyaz çıkması muhtemel midir? Yoksa 10 senede 1 futbolcu çıkaran endüstriyelleşmiş bir kulüp mü olduk?
Sene de 1 futbolcu çıkarılsa, ona da razıyım aslında. Bir Metin Ali Feyyaz, yani sırf altyapıdan kurulu bir hücum attı, artık hayal gibi bir şey. Ama, ortasaha için bu hayal gerçekleşebilir. Necip kalıcı olacaktır, belki Onur girer araya… Ve u16 takımından çok umutla baktığım bir ortasaha daha var: Hüseyin Cankurt Atasoy…

Muhammed Demirci’nin bugün neredeyse tüm Türkiye hatta Avrupa tarafından bilinen bir yıldız adayı olması sence bir yönetim yanlışı mı?
Açıkçası, Muhammed’in yetenekleri çok saklanabilecek yetenekler değil. Eninde sonunda adı duyulur, videoları patlardı. İnternet sayesinde de yayılması gayet doğaldır. Birisinin yanlışı var diyemem aslında, Muhammed’in “erken” adının çıkışında. Ancak şuan gayet sükûnet var bu konuda, medyadan uzak tutmada başarı söz konusu.


Sence Muhammed Demirci Beşiktaş’ın beklenen 10 numarası olabilir mi?Günümüz futbolda 10 numaralar yani “topla diğerlerine göre yetenekli, fark yaratan” oyuncular; ya Messi gibi kenar forvet bölgesinde kullanılıyor, ya da Guti gibi biraz da “savunma” bilgisi katılarak ortasahada değerlendiriliyor. Muhammed’in bu fizikle Guti olması zor, zaten ortasahada kullanırsak yazık etmiş oluruz biraz. Burada en mantıklısı, O’nu Messi gibi kullanmak. Zaten son döneminde gördüğüm kadarıyla, yeteneklerine “akıcılık” da eklemiş. Durarak oynamıyor, direkt kaleye iniyor, aniden ara pas ya da şut çıkarabiliyor. O yüzden O’nu kaleye yakın bölgelerde tutmak gerek… Geleceği ne olur? Gibi bir soru sorularsa, şunu derdim: 12 yaşında iken olmadı ama 23 yaşında, artık 30’lu yaşlarına gelmiş Messi’nin “veliahdı” olarak Barcelona’ya gitmemesi için hiçbir neden gözükmüyor. Böyle devam eder, kendini futbola verirse tabi…

Onur Bayramoğlu hakkında ne düşünüyorsun?
Ayağına hâkimiyeti, pas becerisi muazzamdır. Fiziğini geliştirirse çok önemli bir oyuncu olur. Geliştiremezse “önemli” bir oyuncu olarak kalır, yine de kadroda değerlendirilesi bir isim olarak düşünülür bana göre… Hani İspanya’nın bir huyu vardır, pas yaparak oyunu bitirme, savunma anlayışı. Skor korunmak isteniyorsa, Onur sahaya atılır, olumlu pas ortalamasını arttırır. Öyle bir çocuk…

Şu anda altyapıda oynayan bir oyuncu için "İşte bu adam A takıma gelir banko oynar” diyebileceğin bir isim var mı?(Yaş kategorisi gözetmeksizin)
Muhammed Demirci… Aksi düşünülemez şuan zaten. O’nun haricinde az önce adı geçen Cankurt, ortasaha için son derece umutlu olduğum bir isim. Erkan Kaş’ın da üzerinde durulası yetenekleri var. Banko oynar diyeceğim isimler bunlar. Bazı isimler de var; ne banko oynar diyebilirim, ne de oynayamaz. Kısacası “kadro” oyuncusu olabilecek bir çok oyuncu var, banko olup-olamayacakları da gelecekteki gelişimine göre belirlenir. O liste biraz uzun…

Seni en çok hayal kırıklığına uğratan altyapı oyuncusu?
Futbol dışı: Batuhan, Aydın Karabulut. Futbol içi: Aslında iyi bir şans yakalayan, ancak kendini bir türlü geliştirmeyen Mehmet Sedef. Bunların dışında, “yeterince şans verilmemesi” konusunda hayal kırıklıklarım var. Koray Şanlı ve Kenan Özer’e gereken önem verilmedi…

Altyapıdan çıkan futbolcularımızda mental eksiklik olduğunu düşünüyor musun?Evet. Ama bu daha çok bir ülke sorunu, Beşiktaş’a indirgemek olmaz. Ancak, en azından “fizik” olarak, diğer altyapılara nazaran Beşiktaş çok öndedir. Bu da bir şey… Arada “kafa olarak da futbolcu” olan çıkınca, Necip oluyorlar işte…

Bu da Tribünde, otobüste, işyerinde en çok sorulan sorulardan biri oldu: ''Ne olacak bu İsmail Köybaşı'nın hali?''Olacak, başka çaresi yok. Bizim Deli İbo da Richard Alpert değil heralde, elben bir gün “benden bu kadar” diyecektir. O zamanda, solbekte bir yerliyle devam etmek, birçok konuda avantaj olacaktır. Bakıyoruz milli takıma, tecrübe yanlısı Hiddink’in bile vazgeçilmezi konumunda, başka bir alternatifi de yok yani ülke de. O yüzden olmalı… Zaten ufak karar yanlışlarını bıraksa, şimdilerde yaptığı birçok hatayı da aza indirgeyecek. Bir solbek, daha kendi yarısahasındayken ve “kaptırma” ihtimali, geçip gitmesinden fazla iken driblinge kalkmamalı mesela… Zamanla komple hale gelir diye umuyorum, çok yetenekli orası kesin.

Beşiktaş’ın transferlerinin düzenli ve programlı olduğunu söyleyebilir misin?
Ciddi anlamda bir scout sistemi oturmadıkça, düzenli veya programlı diyemem transferlere. Mesela, Serdar Adalı; transferin son günlerinde “bulursak, geleceğe dair bir genç transferi yapacağız” dedi, ama bulunamadı… Düzenli ve programlı bir transfer komitesinde, zaten o isimler hazır olmalı. Hatta 10-15 seçeneğinin arasında tercih yapılmalı…

Ama yine de, geçmişe oranla “mantıklı” ve “hesaplı” hatta “başarılı” diyebilirim, Beşiktaş’ın bu sezonki transferlerine…

Quaresma’mı, Necip'mi?
Zor soru. Şöyle bir mantıkla cevaplayayım o zaman: Diyelim ki, iki oyuncuya da cazip birer teklif var ve Beşiktaş, “âli menfaatleri” için en azından birini satmak zorunda… O zaman, Quaresma’ya kıyardım herhalde.

Quaresma, “takım olmuş” bir takımda, “mahallemizin fırlaması” tadında kafasına göre takıldığı vakit, çok önemli işler yapıyor. Ama öncelikle, kaleci de dahil kalan 10 kişinin “takım olması” mesele. Ve bu uğurda da, sürekli gelişim kaydeden ve daha 19 yaşında olan Necip, çok önemli bir dişli oluşturuyor…

Guti’mi, Quaresma'mı?
“Sophie’nin Seçimi” durumuna sokuyorsunuz beni yavaş yavaş : )

Quaresma, belki de Beşiktaş’ın tarihi boyunca en ses getiren transferidir. Yaş, yetenek, tanınmışlık, ihtiyaç her şeye çok uygundu. Ama “takımı hangisi daha çok değiştirdi?” derseniz, Guti derdim… Guti ile takım bambaşka hale büründü. O yüzden Guti…
İyi ki “Guti mi, Necip mi?” diye sormamışsınız. “Onlar kalsın, ben gideyim…” derdim herhalde. :)

Metin-Ali-Feyyaz mi, Nouma-İlhan-Sergen mi?
MAF

İllaki bir tercih yapmak gerekirse, siyah mı yoksa beyaz mı?
Beyaz

— “İyi anlamda” Hiç unutamadığın bir Beşiktaş maçı?
Avrupa’nın büyüklerine karşı zaferleri sonradan tekrar tattık. Liverpool, Chelsea, Manchester United… Ama hiç biri 3-0’lık Barcelona gibi değildi. O maçta direk olarak “baskın” oynadık, 3-0’dan sonra 4-5 oluyordu çok rahat. Nouma bomboş gidemedi yorgunluktan, Nihat’ın frikiği direkte patladı, yine Nihat’ın “trivelasını” Dutruel harika çıkarttı falan… Bambaşkaydı o maç, yüzden unutmam.

1998 yılı Cumhurbaşkanlığı Kupası. Beşiktaş kötü haldeydi, Galatasaray çok iyi… 19luk Nihat’ın golüyle kupayı almıştık, beklemediğim bir şeydi. O nedenle çok sevinmiştim, unutamam. Derbilerden bir başka unutulmaz maç tabii ki 3-4’lük Fenerbahçe maçı.
Çukurca’nın bir sınır karakolunda maçı izlemiş olmam ve Tello’nun golünde, sesimizin Kuzey Irak’tan duyulması, “Beşiktaş’ın kazanması gereken bir maçı, Avrupa’nın en sıkı deplasmanlarından birinde” kazanmasıyla, Manchester United maçı da bir başkadır benim için.
1 dediniz 4 oldu. Kusura bakmayınız.

En çok sevindiğin sezon hangisiydi?
100. yıldır herhalde. Her derbi kazanıldı, şampiyon da olundu, UEFA’da çeyrek final nedir onu da gördük, e daha ne olsun?

Kötü anlamda asla unutamadığın Beşiktaş maçı?Liverpool. Ertuğrul Sağlam, hala “derinde savunma yaparak” böyle rakipleri durduracağını zannediyor. Valencia maçında gördük yine yeniden. İşin kötüsü o maçta bir de Ricardinho’yu sokmuştu, iyi kötü mücadele edebilecek bir adamı çıkartıp. Top tutacak babında… Yürüyerek 8 attı adamlar.

Gelmiş geçmiş en beğendiğin Beşiktaşlı futbolcu?
Sergen başkadır tabi… Yabancılardan da Pancu’yu ayrı tutarım.

Hayalindeki başkan tipi?Başarısızlığını, “rakiplerinin başarısızlığıyla” endeksleyip, yorumlamadan kabullenerek kendini yenileyen; Beşiktaş’ın parasını “babasının parası” gibi değil, “çocuğunun rızkıymış” gibi görerek harcayan; taraftarı öncelikle” Beşiktaşlı bir insan” olarak değerlendirip, daha sonra “görecekse” müşteriymiş gibi gören; kötüde değil, iyi teknik direktörde istikrar sağlayan (göreceli bu elbette); scout sistemi oturtmuş ve transferleri bu düzende yaptıran bir başkan isterdim…

Eğer başkan olsaydın yapacağın ilk 3 iş ne olurdu?
Bir scout sistemi oturturdum. Altyapıya, en az A Takım’ı teknik direktörü kalitesinde birini bulur, sorumlu olarak atardım. Muhtemelen bu yabancı olurdu.

Ya, yıllık 3-4 milyon Euro alan “kaliteli yabancı” transferi yapardım, ya da 300-400 bin Euro’ya oynayacak “gelecek vadeden”, scout sistemiyle taranıp bulunmuş gençleri alırdım. Transfer politikam bu olurdu, ortası olmazdı. Ortası; altyapı… Guti’den, Quaresma’dan zor ama Fink’ten, Hilbert’ten bulunur mesela altyapıda. Nitekim Fink’in dik alası bulundu: Necip.

3 seçenek verildi, 3’ü de direkt futbolla alakalı oldu. Aslında daha başka ne hayallerim var, yaz yaz bitmez…

Beşiktaş’ın bu sezon en zayıf karnı neresi?
Sivok’un kopan bağları sonrası; savunma… “Felsefe” olarak değil, çizgi savunma doğrudur. Ama isim isim bakıldığında, en zayıf karın orası gibi. Diğer bölgelerde alternatif ve kalite mevcuttur.


Bu sene Beşiktaş’ın ligde zorlanabileceği maçlar hangileri olur? (Derbiler dışında)
Ortasahası dirençli ve aynı zamanda “yakın oynayan” takımlar Beşiktaş’a dert olur. Eğer kanattaki oyuncuları, gol bölgesine top taşıyabilen cinstense, o dert daha da büyür. Bunların başını İBB çekiyor. Ki zaten yenildik de… Aslında biraz da, Abdullah Avcı’nın ekmeğine yağ sürmüştü Schuster o maçta. İkinci İBB maçı yine tehlikeli. Bu tarife uygun bir diğer takımlar Gaziantepspor ve Kayserispor.

Adnan Polat bu sene şampiyonluktaki rakiplerinin Fenerbahçe olduğunu belirtti, bu konuda ne düşünüyorsun?
Şu sıralar Galatasaray sıkıntılı bir dönemde. Yeni statlarına geçene kadar, rakipleriyle arasındaki farkın açık olmamasını istiyor Adnan Polat. Beşiktaş, Galatasaray’ın önünde gidecekmiş gibi duruyor. Ama Fenerbahçe’de de durumlar pek iyi olmadığı için, Galatasaray’la Fenerbahçe arasında pek fark olmayacak, hatta sıralama olarak Fenerbahçe’den önde götürmeleri daha muhtemel olacaktır. Yani, “asıl” rakipleriyle olan yarıştan kopmamış olacaklar her ihtimalde, biraz sükûnet hamlesidir bu.

Rakip olarak; iyi giden bir Beşiktaş’ı gösterseydi, erken açılacak olası puan farkı durumunda “rakiple ara açılıyor başkan?” denirdi. Bir de, Beşiktaş’ın kendilerinden daha iyi transfer yaptığını bir bakıma “itiraf” ederdi. O cesareti bulamadı, “kabullenmeme” yolunu seçti. Normaldir. Aslında kendisi de biliyor bu sezon Beşiktaş’ın ciddi bir şampiyonluk adayı olduğunu…

Bu sene Beşiktaş’ın ligdeki ve Avrupa’daki şansını ne olarak görüyorsun?
Schuster, büyük takıma yakışır oyun felsefesi ve “özgüvenli” oyuncu sayısının fazlalığıyla, ligde şampiyon görüyorum Beşiktaş’ı. Geçmişe nazaran, sahada “çözüm üreten” futbolcu adedi daha fazla.

Avrupa’da gruptan çıkılır, sonrası biraz kura şansı. Gelecekteki Şampiyonlar Ligi “torba” kategorisi adına, bu yıl toplanacak puanlar çok önemli...

Şimdiye kadar hiç Beşiktaş’tan umudu kestiğin oldu mu?Umudu kestiğim sezon çok oldu, ama Beşiktaş’tan olmadı. Bazı mazoşist Beşiktaşlılar vardır, şampiyonluktan koptuktan sonra tribüne daha fazla uğrar. Onlardan biriyim diyebilirim.

Serie A'ya olan düşkünlüğünü biliyoruz. Bu ilginin nasıl başladığını öğrenebilir miyiz?
Şimdilerde moda bir deyim var; “Türkiye’nin olmadığı bir turnuva çekilmiyor…”. Çocukluk dönemlerimizde, milli maçların aslında Dünya Kupası’na, ya da Avrupa Şampiyonası’na katılma maçları olduğunu bile bilmezdik. Yani, hiçbir zaman öyle bir hesap içinde görmedik kimseyi.
O yüzden, Dünya Kupaları’nda herkesin kendine yakın görüp, tuttuğu bir takımı olurdu. Böyle bir seçimi 94’de yaptım, Baggio hayranlığıyla birlikte İtalya’yı tutmaya başladım. O finalde ciddi ciddi üzüldüğümü hatırlıyorum… Daha sonra, yine Baggio için Serie A günlerim başladı.

Brescia’ya gittiğinde bile, hiçbir özetini kaçırmazdım. NTV, Pazar günleri saat 13:15 gibi her maçın özetini veriyordu, hala hatırlıyorum zamanını. Brescia’ya gelene kadar, arada diğer özetleri de izliyorduk tabii… Maç içinde birbirine küsen ve pas atmamaya başlayan Del Piero ve Inzaghi ikilisini izlemek de güzelde mesela Juventus’da… Baggio jubile yaptı, ama ben hala kendimi Serie A’yı takip ederken buluyordum. Çekmişti beni, futbolu, tribünleri, “idolleri”… Bize benziyor biraz futbola bakışları, çok gerçek her şey…

—Renkdaş Juve ne zaman kendine gelecek? Ligden düşüp çıktıklarından beri bir türlü kendilerine gelememe sendromları var gibi...

Alt ligden çabuk çıktılar. Ama o dönem, Juventus’a “kendine güvenini” ve büyüsünü kaybettirdi. Bir sezon önce Inter’le bir müddet şampiyonluk yarışı yapmışlardı aslında, dar kadroya rağmen. Ancak geçen sene hovarda bir politika izlediler ve eldeki mayayı da bozdular. Bu sezon yeniden yapılandılar… Her sene en çok para harcayan kulüpler, o yönden sıkıntıları yok. Ama Juve, Juve olmaktan çıktı, o bir gerçek. Bence yıldız futbolcu değil, yıldız bir teknik direktör getirmek zorundalar. Belki öyle bir şey, yeniden Juve’ye hava katabilir…

Bu sene Serie A'daki en büyük şampiyonluk favorin?
Milan, geçen sezona nazaran daha güçlü zorlar. Ancak şampiyon aynı kalacak gibi: Inter.

Son olarak, 5 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?
Kendimi; yine futbol üzerine kafa patlatırken, Deli İbo’nun soldan yardırıp, kestiği ortaya “dokunan” çıkmadığı için ettiği sitemleri izlerken, en büyük mutluluk ve hüzün sebeplerimin arasında, mutlaka Beşiktaş’ı yine var ederken görüyorum. Geçtiğimiz 5 yıl öncesi ve sonrasında değişmeyen şeyler bunlardı. Muhtemelen bunlar yine kalıcı olacak : ) Gerisini zaman gösterir, çok plancı biri değilim. 5 yıl sonra hayatta olmak birinci kural elbette.

Cartalete'ye bizi kırmayıp röportajı kabul ettiği için Son Kartallar adına teşekkür ediyoruz.


Borges'le Sohbet

-Oncelikle bizimle soylesi yapmayi kabul ettigin icin tesekkurler, bize biraz kendinden bahsedermisin?

24 yıl Türkiye'de 6,5 yıldır da Almanya'da yaşayan ve oğrencilik mesleğinde 25.yılını geride bıraktığından dolayı emekliliğini bekleyen bir insanoğluyum.
-Borges nicki nereden geliyor?
Kendi hayatımda kitapların dünyasına girmek çok önemlidir ve aslında kırılma noktasını oluşturur. Orta okul yıllarında çizgi roman okurdum sıklıkla.. Martin Mystere ise o dönem sürekli okuduğum ve hastası olduğum çizgi roman karakteriydi.. Tam bu zamanda 1990'lı yılların ortasında Borges'in Kum Kitabı ile karşılaştım ve Borges ile bir benzerlik vardı ki inanılmaz.. Kitap değil sadece Borges okudum uzunca bir dönem.. Sonrasında beni o dünyaya sokan yazardır. Açıkca söylemek gerekirse Dostoyevski, Oğuz Atay ve Felsefe ile beraber farklı bir yola girsem de Borges çok özel kaldı. Ona dair ne varsa benimmiş gibi sahiplenmeye devam ediyorum.. Borges'in gerçek değerini çok sonradan algılayabildim ama benim için önemi onun 20.yy'a damga vuran yazar olmasından ziyade beni o dünyaya davet edici bir dile sahip olmasıdır.

-Genel olarak Avrupadaki Gurbetci futbolcularin Turk Milli takimini secmediklerini goruyoruz bunun en buyuk nedeni nedir?

Aidiyet. 2004 yılında buraya geldiğimde fark ettim ki bir Alman aslında bir Alaman Türk'ünden bana daha yakın durabiliyor. Ana dili Almanca ve yabancı dili çat pat Türkçe olan yeni nesil gurbetçilerin kendilerini Türklerden ziyade Almanlar arasında daha rahat hissettiğini görebilirsiniz. Nuri Şahin'in de üzerinde durduğu gibi alt yaş milli takımlarda futbolcu nerede oynuyorsa orayı seçecektir zira bir diğerine aidiyet hissetmesi çok kolay olmayacak. Mehmet Ekici bu açıdan istisna olsa gelecekte secimler bu şekilde olacaktır. Erken keşfedip oyuncuyu kazandırırsanız bir ihtimal şansınız vardır belki ama toplamda artık ibre Almanya'dan yana..-
Yurtdisinda alti milyon gurbetci oldugunu dusunursek, 70 milyon nufusunun yaninda Avrupanin en genc nufusuna sahip olan Turkiyenin hala gurbetci futbolcularin pesinden kosmasi sence acizligin gostergesi degilmi?
100 milyon da olsa mutlaka o takımın bir yerde eksikliği vardır ve bunu dışarıda farklı eğitim almış oyuncularla kapatmak isteyebilirsiniz lakin 70 + 6 milyonun milli takıma yansıması nasıl olmalıdır ? Yüzde ellisi altı milyon arasından seçilmişse ciddi bir sorun var demektir. Ben defans konusunda varolan sorunu giderme ya da farklı tarzda bize yardımı dokunabilecek iki-üç oyuncunun mutlaka olması gerektiğini düşünür iken bu sayı artarsa sorun farklı yere sıçrar. Burada bu koşullar altında başarı sağlamış, burasının iyisi olmuş insanların adaletsiz bir şekilde dışarıda bırakıldığını düşünebilir, buradaki oyuncunun da turnuvalarda iki üç gol atıp çok başka bir konuma geçmesi engellemiş oluruz..

-Gelecekte cok buyuk futbolcu olur, muhakkak Milli takimimiza kazandirmaliyiz diyebilecegin Gurbetci isimler varmi?
İlkay Gündoğan'ın yıldızı uzun zamandır parlıyordu. Mehmet Ekici ise aynı şekilde.. Bu bilinen örneklerin dışında ben Mesut gibi sıradışı bir yetenek olması açısından Leverkusen'deki Burak Kaplan'ı çok beğeniyorum. Keza Taner Yalçın ile ikisi farklı kluplere gitmesi gerekir önünün açılması adına.. İlkay'ı da kadrosuna katmak isteyen Leverkusen'de çok fazla genç yetenek var.. Ama Burak üçüncü lige de gidebilir Hamburg'a gidip şampiyon da olabilir. Kariyer planlamasını iyi yaparsa ismini çok duyacağız ve şimdiden şu konumda iken üzerinde durulup milli takımda olmasını isterdim..

-Turkiye'den neden fizigi duzgun, kondisyonu saglam, kuvvetli, suratli, boyu ortalamanin ustunde futbolcular cikmiyor, Biz Tarih derslerinde Yeni Ceri Destanlari okuyarak, dinliyerek buyuduk, onlarin ne kadar dev cusseli, kuvvetli, olduklarini dinledik. Sorun genetik degilde bizmi yetistiremiyoruz, yoksa Tarih derslerinde masal mi dinledik?

Resmi Tarihin eleştirisini burada yapamayız ama fiziksel açıdan Türkler uzun boylu olarak bilinmiyor burada. Asyalılar gibi Avrupa Futboluna yetersiz kalacak bir fiziksel eksiklik de söz konusu değil, mental eksiklik asıl sorun gibi gelir bana. Ama nasıl bir oyuncu istiyorsanız ona göre bir eğitim gerçekleştirip bir yere kadar elde edebilirsiniz lakin biz de biraz her şey tesadüfe bırakılmış gibi.. Ne çıkarsa bahtımıza. Ola gelen yapıya şekil veremiyoruz daha çok.

-Turkiye Futbol federasyonu baskani olsan yapacagin ilk 3 sey ne olurdu?

Türkiye'nin her yerine okullar açardım. Onlarca, yüzlerce gözden kaçan yeteneğin peşine düşerdim. Almanya'da bunu fedarasyon gerçekleştirdi ve çok kısa sürede sonuç aldı. Ben bizde daha fazla yetenek olduğunu düşünürüm. İkincisi Bank Asya Ligini de yayın ihalesinde Süper Lig ile beraber pazarlardım ve hatta ikinci ligi de Milli takım ve Kupa maçlarıyla beraber.. Kurumlar kar amaçlıdır ama onları da zorlayabilirsiniz ülke futboluna katkı için. Üçüncüsü de 15-21 arası kadroda bu ülkede minumum 3 yıl herhangi bir takımın altyapısında yetişmiş sekiz oyuncu bulundurma kuralı getirir bunların yarısını da kendi klubunun alt yapısından çıkmış olması gerekir diye zorlayıcı olurdum.. Bunları yapardım kesinlikle..

-Sence Hiddink bizim icin dogru Antrenormu?
Daha iyisi yok. Yabancı'nın en iyisi Hiddink'tir Eğer bu size çare olmuyorsa o zaman yerlilere doğru geçiş yapardım. Yalnız Hiddink eleştirilemez bir kariyere sahip..

-A Milli takim kadrosunda Arda, Nuri, Necip, Cenk, Mevlut, Sercan, Volkan Sen, Serdar Kesimal, Ismail Koybasi gibi genclerin iskeletini olusturdugu milli takimin zamani gelmedimi?

Hiddink bunu gerçekleştirebilirdi lakin ilk etapta büyük çaplı değişim önemli maçların kaybı anlamına da gelebilirdi. Şimdi zaman var ve bu takım yoldadır.. zamanı da gelmiştir.
-Sence Hamit Altitop'a Tuk toplumu olarak gereken ilgiyi gosterdikmi?
Evet. Hamit'in şikayet etme hakkı yoktur. Nuri gibi de değil o Türk Milli takım artısı ile Bayern'e geçiş yapabilmiş ve Bayern'de formayı dahi yer yer Milli takımda oynadığı futbol sonrası da aldığı olmuştur. Burada her iki kesim de sürekli kazanmış ve birisinin diğerinden şikayet etmeye hakkı yoktur. Güzel bir birliktelik olmuştur..

-Almanya ile Turkiye Futbolunu karsilastirdiginda en cok goze carpan farklar nelerdir?

Freiburg, Mainz gibi mütevazi takımların düşmemeye oynarken dahi rakibi oynatmayarak değil oynayarak yenmek istemeleridir. Bu felsefe farklılığı ekonomiye bağlu koşullardan sonra göze çarpan en önemli farktır.
-Sen Avrupada yasayan bir Turk olarak ulkemizdeki futbolu disardan nasil goruyorsun, sence izlenecek kadar cazipmi?
Çok izlenesi değil. 3 büyükler gerileme döneminde olsa dahi çok konuda olması gereken yere ulaşmışlardır. Mesele diğer takımların kimliğini bulabilmesidir. Bursa'lar, Kayseri'ler, Antep'ler geliştikçe cazibesi artacaktır ve elbette zeminler, stadyumlarla beraber..

-Nuri ile Podolski arasinda gecenleri nasil degerlendiriyorsun?

Daha çok Podolski'nin hafta içi verdiği röportaj sonrası gergin bir maça çıkıp saçmalamasıdır. Maç sonu dışarıda Nuri'yi bekleyip özür dilemiş, Nuri de olayı hemen unutturmuştur. Başka bir oyuncu olsa neyse de Podolski öyle bir adam değildir lakin yaptığı da saçmalıktır.
-Bir Alman takimi bir kez daha ne zaman sampiyonlar ligini alir?
Her an ve her zaman Bayern München bunu gerçekleştirebilir ve fakat ben beş yıl içerisinde Dortmund'un bunu başaracağına inanıyorum.

-Bayern Munich'mi? St. Pauli'mi?

Tartışmasız St.Pauli..

-Nuri'mi? Mesut'mu?

Mesut'un yeteneği daha bulunmaz, daha özel.. Nuri'yi ise milli takım seçiminden bağımsız karakter olarak daha çok severim ben. Mesut'u 17 yaşından bu yana takip ettiğimden ayrı bir bağ kurulsa da Nuri biraz daha başka sanırım. Şu iyi açıklar: Nuri beni, Mesut kardeşimi temsil ediyor.

-Taner Yalcin yeni Mehmet Scholl yada Mesut olabilirmi?

Taner Yalçın'ın oyuncu olarak karşılığı Ballack'tır. Muhteşem bir fizik ve defansif orta sahadan gol ata ata ofansif orta saha olmuş, diğer bütün gurbetçilerden farklı bir görüntüsü var. Ama işte Mesut'un Bremen'e geçişi gibi onu varedecek bir klube gitmesi gerekir. Köln uzun zamandan bu yana çok kötü.. Takım değiştirmesi şart her ne kadar kendisi fanatik bir köln taraftarı olsa da..

-Turkiye'nin tartismasiz bir numarali sporu Futbol,Futbolu ulkemizde herkes biliyor, konusuyor, 24 saat tartisiyor, ama cok daha az ilgi goren Basketbolda cok daha basariliyiz, bu carpikligin nedeni nedir?

Biz futbolu değil başka bir şeyi seviyoruz. Futbolun kendisi bu kadar ilgi çekmez zaten. Biz Hiddink'in nasıl bir oyun anlayışına sahip olduğunu ve ülke futboluna neyi oynatmak istediğini değil daha magazinel daha anlaşılır bulduğumuz Maaşını, buraya gelip gelmediğini konuşmayı seviyoruz.. Futboldan başka bir şey yaratıyoruz ve elbette bu futbolculara olumsuz koşullar yaratılması anlamını taşıdığı için bunlardan mahrum kalan Basketbol çok daha fazla alt yapı, tesis istese de daha başarılı olabiliyor. Bu kadar ilgi duysak da futbola potansiyelimizin çok çok altında oyuncu yetiştirmeyi neyle açıklayabiiliriz ki ? Aynı şekilde Basketbol'da çok daha fazla eksik olsa da çok yerde olmayan bir spor dalının bu başarısı ? Kahvehanelerde maç seyretmek için çırpınan adamın aslında o maçı seyretmeyi mi yoksa maç içerisindeki oyuna iyi-kötü yorum getiren insanlarla yaptığı muhabbeti mi sevdiğinin belirsiz oluşu gibi.. Futbolu seven ülkenin 20 milyonluk şehrinde 20 bin ortalama taraftar maçı izlemeye gidemiyorsa oturup düşünmek gerekir: İlgi futbolu kendisine midir diye..

-Turkiye'den yetisip Avrupada oynayabilen oyuncu sayimiz bir elin parmaklarini gecmiyor, en carpici ornek Turkiye'nin yildizi olarak gonderdigimiz Tuncay Stoke City'de 18 kisilik kadroya giremiyor, sence burada buyuk sorun yokmu?

Eren Derdiyok bence güzel bir örnektir eksikliğin görülmesi adına. Eren'i Man City başta olmak üzere pek çok büyük premiere klupleri transfer etmek istedi. O kariyeri açısından sudan çıkmış balığa dönmemek için önce Leverkusen'e geçiş yapmayı uygun gördü. Keza Mesut onca teklifin olduğu yerde kendisi için en iyi seçeneğin bremen olduğunun farkındaydı. Kariyer Planlaması yapılmıyor, ülkenin takımlarının kendisine kabaca başarılarına bakıp teknik adam seçmesi gibi oyuncu da gelen bir teklifi uygun olsun olmasın hemen değerlendirmek istiyor ki aşağı bir lig, takım da istemiyor. Üç büyüklerin koşulları öyle ki Gladbach'a gitmez ve o geçişi yapabilecek eğitime, mental olgunluğa da sahip değilken.. olağan bir durum.Tugay ve Nihat mı başarılı, peki nasıl olmuş bu ? Glasgow ya da Sociedad.. Burada bir süre öğrendiler, farklılığı kavrayıp Tugay dahi sonrasında başarılı olabilmiştir. Bu geçiş hele ki günümüz futbolunda artık Türk futbolcular için zorunludur.

-Neden Bundesliga? Mesela niye deutsch liga degil? Yani ismi nereden geliyor?

Bundes'in anlamı Fedaral.. Her şey böyleydi aslında. Bundes - Land.. Bundes-Bank gibi.. Lig de haliyle Bundes-Liga.!

-Dolayli olarak Bayern'in gecen seneki performansi bir sans eserimi?

Yoksa planlanan birsey miydi?Bayern her sene her kupada zirveye oynar. Ama bu başarısı Klinsmann dönemi sonrası lige kötü başlayan Bayern için dahi sürpriz idi.. Şans değil tamamen Van Gaal müdahalesi ve Bayern gücünün karışımının sonucudur.

-Turk Spor medyasini nasil buluyorsun?
Kar amaçlı kurumları bir yere kadar eleştirebiliyoruz aslında. Yalnız kar amacı güder iken yalandan Türk Futbolunu geliştirmek için çok endişeliylermiş görüntüsünü vermesi midemi bulandırıyor. Ben artık basını değil onu kontrol edemeyen, onu yönlendiremeyen üst yapıyı daha çok tuhaf buluyorum.Bunun dışında spor kanalları açılıyor, gençlere geçmişe göre daha fazla imkan tanıyorlar veher şeye rağmen internetin de katkısıyla halkı algılayıp daha iyiye doğru sürüklendiğini düşünüyorum.

-Sence Spor yazarlari ile yeni kusak izleyici, okuyucu arasinda kusak catismasi yokmu?

Vardır belki ama ülkede yaşayan bizim gibi okurlarla internetten dahi haberi olmayan milyonlarca insan arasında da fark var. Yeni nesil biraz daha kalabalıklaşınca kendilerini yenileyemeyen eski kuşağın tasiyesi gerçekleşecektir.
-Spor Basininda yeni kalemlerin yer almasi, taze beyinlerin onu acilmasi durumunda Turk Futboluna yansimasi nasil olur?
Bu bence Türk futbolunun gelişimi konusunda yer alması gereken üç ana başlıktan birisidir. Öyle ki kendi blogumda 2-3 bin arası okura sunduğum bilgiler sonrası değişimi gördüm ve çokca kendileri de anlattılar.. Bakın bir blog, 3 bin kişi. Basın çok daha nitelikli olsa 3bin değil 3 milyon değişir, farklı bakar ve dahası bu insanlar taraftarı olduğu klupleri daha doğru bir şekilde yeniden yapılandırırlar..

-Sence Schuster tipik bir Alman Teknik Direktormu yoksa Ispanyada gecirdigi uzun yillar sonunda evrim gecirmis yari Alman yari Ispanyol bir futbol zekasimi var?

Almanlığını alamazsınız elinden ama hem teknik adam hem de teknik direktör olarak Almanya'da başlayıp uzun yıllar İspanya'da yaşamış bir adamın tecrübesinin hemen hepsi İspanya'dan oluşuyorsa teknik adamlığına 'ispanyol' dahi diyebilirsiniz.. Tam anlamıyla bir karışım.

-Hilbert Besiktasin sagbeki oldu, hayati boyunca bu bolgede cok az oynamasina ragmen Bizim yerli orjinal sagbeklerden pozisyon bilgisi, defansif sezgileri, yer tututsu cok daha ust duzey, bunu nasil degerlendiriyorsun?

Hilbert ortalama bir sağ beke göre pozisyon bilgisi zayıf. Defansı da keza çok koşturmasının ve mücadelesinin yanında 'kusurlu'dur. Bunun yanı sıra ofansif bir bek olarak pek çoğundan çok çok daha iyi. Ben onun açık pozisyonunda neler yaptığını hala hatırlıyorum ve bu formuna kavuşturulmazsa ortalama bir bek olarak anlamsız bir transfer olabilir. Sadece Beşiktaş, tam kadro olduğu her maçta olduğu gibi önde basar ve oynarsa Hilbert bek olarak ideal bir isim olur ve fakat bu felsefenin dışına çıkıldığında ise gereksiz bir yabancı transferi olarak algılanabilir.

-Besiktas seni bugun scout olarak ise alsa ve 3 tane butceyi bozmamak sartiyla transfer istese onerecegin isimler kimler olurdu?
Ben 3 değil 30 futbolcu sayarım ama Beşiktaş'a göre ve bütçe dersek.. Mainz'İn sol beki var. Christian Fuchs.. 24 yaşında ve inanılmaz.. Savunma ve hücum.. Çok çok güzel. Elbette çok ama çok saygı duyduğum İbrahim Üzülmez'in gidişi sonrası olabilir. Sonra yine aynı takımdan(bütçeye uygundur) Sami Allagui.. Golcü, presci, kafacı ve yine aynı yaşta.. Uyum sorunu da yaşamaz bunlar.. Son olarak Querasma'yı tamamlaması adına ikinci ligimde memleketimin takımı Augsburg'dan İbrahima Traore.. Stuttgart ilgileniyormuş haberini okudum bugün ama solda Querasma sağda Traore.. off off, heyecanlandım birden sanki bunlar gerçeklemişcesine..

-Spor Toto Super Ligde favorin kim?

An itibari ile Trabzonspor ve sürpriz de Fenerbahçe.

-Uzulmez almanyada oynasaydi hangi takimda olurdu?

Werder Bremen. Oranın kaptanı olur ve 40'a kadar da oynardı. Karakter olarak da orası.

-Besiktas'ta biz suan en cok Ernst'i seviyoruz, sonra Schuster, sonra Fink ve Hilbert geliyor. Bu bekledigin bir tablo muydu?

Ernst'i bekliyordum. Beşiktaş'a değil nereye giderse gitsin bölgesinin hakkını 'ama' sız veren bir adamdır ve büyük klup oyuncusu büyük de yetenektir. Schuster aslında her anlamda çok uygun, uzun uzun da işledim bunu. Sadece önemli ayrıntısı klubü ile yer yer duygusal bağ kurmaktan uzaktır. Bir gün Fenerbahçe ya da GS'a da gidebilir, karakteri gereği.. Fink burada da orada da sıradan oyuncudur ama oturmuş bir kadronun da kemiğidir yani.. Oturmadı orada.. Hilbert'i ise ya çok sevecekler ya da nefret, ortası yok diye tahmin ettim futbol karakterinden dolayı.. İlginç bir şekilde ortada duruyor.. GS'ın Sabri algısına benzetirim..


-Super ligdeki 3 buyukleri Almanya'daki benzerleri ile eslestirmek gerekse hangileri olurdu?

Kime Bayern'i versem haksızlık olur ama onun dışında birbirlerine yakın duranlardan seçersem.. Bremen Beşiktaş olurdu. Aslında St.Pauli daha uygun ve St.Pauliler sizden habersiz sizi kardeş klup seçmişler bile. Yalnız büyük ve başarı açısından Bremen Beşiktaş'a benzer.. Galatasaray Schalke, Fenerbahçe de Dortmund. Trabzonspor ise Hamburg..

-Bize tavsiye edebilecegin bir futbol kitabi?

Eğer Türkçesi çıkarsa lütfen Van Gaal'in " Biographie & Vision ".. Kaçırılmamalıdır bu eser.

-Kendini 5 yil sonra nerede goruyorsun?

Yazarlık ya da yorumculuk açısından soruyorsanız aynen bugün olduğum yerde. Diğer açıdan bir şirket kurup yazarlığın ya da yorumculuğun olmadığı ama futbolun da içerisinde olduğu bir işin hazırlık aşamasındayız. Ocak ayında her şey istediğimiz gibi giderse kendimi Arjantin'de Borges Sokağı gezmesinden sonra Boca - River maçını canlı canlı izlerken görmek istiyorum mümkünse eğer;)
Borges'e bu keyifli sohbet icin Sonkartallar adina tesekkur ediyoruz

Jokond Röportajı


Blogumuzdaki röportajların mimarı asvalttaicenler'in yeni bir röportajı ile yine karşınızdayız. Ekşibeşiktaş'tan ayrılmasıyla dikkatleri üstüne çeken Jokond'un röportajını keyifle okuyacağınızı umuyoruz. Ayrıca röportajda; Ekşibeşiktaş sonrası Jokond'un hangi platformda yer alacağı sorusunun cevabını da bulabilirsiniz. Röportajda büyük emeği geçen asvalttaicenler'e ve bizi kırmayıp sorularımızı yanıtlayan Jokond'a tekrar teşekkürler.

-Bizlere biraz kendinden bahseder misin?
Sokakta gördüğünüz bir Beşiktaşlıdan farklı bir şey yok aslında. 5 aylık dünya tatlısı bir oğlum, her türlü kahrımı çeken bir eşim var. Küçük, kendi halinde bir aileyiz. Uzun bir süre basın yayın sektöründe çeşitli kademelerde görev yaptım, son üç senedir ise dış ticaret sektöründe yönetici pozisyonunda görev yapıyorum.

-Çocukluğuna inelim biraz, nerede büyüdün serpildin ve bir Beşiktaş taraftarı oldun?

Aslen Gaziantep doğumluyum ama çocukluğumun büyük bir kısmı Eskişehir’de geçti. Memur çocuğu olmamdan dolayı çok fazla şehir gezdim. Ama dediğim gibi çocukluk dediğimiz çağın en heybetli günleri Eskişehir’de geçti. Nasıl Beşiktaş taraftarı olduğuma gelirsek, benim öyküm aslında biraz enteresan. Sevgili babam da Beşiktaşlıdır ama benim Beşiktaş’ı tutmamda hiç etkisi olmamıştır. Kendisi çocukluk yıllarında bir duvar yazısı görmüş, duvarda Şenol Birol gol yazıyormuş. Yanındaki arkadaşına sormuş kim bunlar diye, Beşiktaş’ta oynadıklarını öğrenince Beşiktaş’ı tutmaya başlamış. Ama daha da ötesi olmamış açıkçası. Zira babam ne maç izler ne de ligi takip eder. Beşiktaş’ı tutma hikayemin özü ise bundan yıllar önce, Beşiktaş ile şu an ismini hatırlayamadığım bir Anadolu takımının kupa mücadelesine dayanıyor. 4-5 yaşlarındayken, siyah beyaz televizyonda son derece kötü şartlarda çekilmiş bir maç görüntüsü hatırlıyorum. Maç en sonunda penaltılara kalıyordu, çizgili formalı genç bir çocuk topu auta gönderiyordu. Spikerin “Ve Beşiktaş kupadan eleniyor” cümlesi aklımda kalmış. Penaltıyı kaçıran delikanlının iki elini dizine dayayıp iç geçirmesi bende nasıl bir tesir yarattıysa artık o gün kendi kendime ben Beşiktaşlıyım demişim. O günden beri de Beşiktaş hayatımın tam ortasında canlı bir organizma gibi benimle yaşamaya devam ediyor…

-İlk gittiğin Beşiktaş maçı hangisiydi ve bize biraz o günden bahsedebilir misin?

Hayal meyal hatırlıyorum ama sanırım Bursa deplasmanıydı. Rahmetli amcamla gitmiştik. İş dolayısıyla Bursa’da kalmamız gerekiyordu, babam ayakaltında kimseye yük olmayayım diye beni amcama emanet etmişti. Havanın çok soğuk olduğunu, aynı anda küfreden yüzlerce insanın varlığını idrak edemeyişimi ve çamurla, balçıkla sıvanmış çok kötü durumdaki saha zeminini anımsıyorum.

-En çok sevdiğin Beşiktaşlı Futbolcular?
Saymakla bitmez. O anlı şanlı formayı üstüne giyme şansına sahip olmuş ve o formanın mücadelesiyle hakkını vermiş her adama saygım ve sevgim vardır.

-Hiç sevmediklerin?

Beşiktaş taraftarının diğer taraftarlarda daha az gözüken harika bir özelliği vardır. Beşiktaş taraftarı iki sene Baki’ye tahammül eder ve hatta adına tezahürat yazar. Baki’nin yeteneksiz olduğunu, kadro için yetersiz olduğunu bilir ama tahammül eder. Fenerbahçe ve Galatasaray’da bu tahammül sınırı daha kısadır. Şayet Baki Galatasaray veya Fenerbahçe’ye transfer olsaydı ömrü altı aydan fazla olmazdı. Beşiktaş taraftarı belki de biraz daha melankolik, romantik ondan oluyor bunlar. Sahada eğer terini son damlasına kadar akıtıyorsa, çok ama çok kötü bir futbolcu da olsa o adama sahip çıkar. Bu sebepten dolayı Ailton gibi geldiği takımı hakir gören, gerekli mücadeleyi göstermeyenler kötü anılırlar.

-Maçları genelde nerede izlersin?

Maçları evimden izleyebiliyorum. Mümkün mertebe Beşiktaşlı dostlarla beraber izlemeye çalışıyorum.

-Maçları alkol alıp biraz daha sakinleşip mi izlersin, yoksa ben çayımı, kahvemi alır, sinir krizimi de geçiririm şeklinde mi?
Alkol de alsan çay da içsen sinir krizine giriyor insan ister istemez. Zira Beşiktaş’ın özünde var kanserojenlik. 2003 yılından beri rahat maç izlediğim bir günü bile hatırlamıyorum.

-Bize komik ya da hiç unutamadığın bir tribün anını anlatır mısın?

Daha önce de bir yazımda anlatmıştım. Tribünde arıza adam çoktur. Benim unutamadığım adamlardan birisi bundan yıllar evvel Gaziantepspor ile Bursaspor maçında oynanırken ortaya çıkmıştı. Sepp Piontek o zaman Bursa’nın başındaydı. Maçı Gaziantepspor 3-0 kazanmıştı. Karşılaşma boyunca çekirdek çıtlatmaktan başka bir şey yapmayan adam maçın bitiş düdüğüyle hafifçe ayağa kalktı. Soyunma odasına doğru yürüyen Piontek’e seslendi. Piontek hafifçe kafasını kaldırdı. Ne olduysa o anda oldu. Gollerde bile tepki vermeyen adam göt cebinden çıkardığı uzun ve dolgun bir hıyarı (evet evet hıyarı) “al amuğa goyim al” nidasıyla adamın kafasına attı. Piontek’in bükülen dudaklarına eşlik eden o aşağılama bakışlarını ve yanımdaki bu manyağın akabinde “karına götür de oynasın huleaan” çığlığını asla unutamam…

-Bir Beşiktaş'lı olarak en çok sevindiğin gün hangisiydi?
Oğlumun doğduğu gündür. Bu dünyaya bir yavru kartal getirmiş olmanın verdiği gururu, mutluluğu hiçbir şeye değişmem.

-Tam tersi, en çok üzüldüğün gün hangisiydi?
Feyyaz Uçar, malum olaydan sonra Süleyman Seba tarafından kulüpten uzaklaştırılmıştı. Bu olaydan bir süre sonra Beşiktaş, İnönü Stadyumu’nda sezon açılışı yapacaktı. O ara nasıl olduysa Feyyaz’ın affedildiğine yönelik bir dedikodu çıktı. Hatta taraftara sürpriz olsun diye bu barışmanın saklandığı, Feyyaz’ın sezon açılışında anonsla sahaya çıkacağı tevatürü yayıldı. Biz de doğal olarak beklentiye girdik. Sezon açılışında bütün futbolcular tek tek anons edildi, kalbim neredeyse yerinden fırlayacak. En sona sakladılar diye avutuyorum kendimi. Sonra bir baktım sahaya çıkış kısmından gelen giden yok. Nasıl bir beklentiye, umuda kapılmışsam artık bütün dünya başıma yıkılmıştı o zaman. Feyyaz gibi bir efsanenin bu şekilde takımdan ayrı kalmasına hala yüreğim dayanmıyor, içim cız ediyor.

-Bir maça geri dönüp skoru değiştirme imkânın olsaydı bu maç hangi maç olurdu?

93 yılında malum Ankaragücü-Galatasaray maçından bir hafta önce Galatasaray ile karşılaşmıştık. Puanlar eşitti ve kazanan büyük ihtimalle şampiyon olacaktı. Maç 1-1 berabere bitti. Şayet o maçı kazansaydık hem üst üste dördüncü şampiyonluğumuzu kazanacaktık hem de son hafta oynanan kirli oyunlar bizim canımızı yakmayacaktı. 93 yılında kaybedilen şampiyonluk, o zamanın genç/çocuk Beşiktaş taraftarı için büyük bir travmadır. Bizzat tatbik edilerek tecrübe kazanılmış bir hayat dersidir. Allah bir daha yaşatmasın.

-Muhteşem bir sezondu diyebileceğin sezon hangisiydi ve neden?

94-95 sezonu çok iyiydi. Sahamızda kaybettiğimiz Bursaspor maçı dışında, Daum ile bambaşka bir kimliğe bürünmüştük. Daum, kariyerinin en iyi dönemindeydi ve en önemlisi Türkiye ligi için aşırı yenilikçiydi. Bu açıdan, izlediğimiz her maç ayrı bir şölendi. Şampiyonluğu son 2 maç oynanmadan ilan etmemiz de cabası.
-Ekşi Sözlükte baya tanınan bir yazardın, sonra Ekşi Beşiktaş, orada da ciddi ciddi sempatizanların oluştu, Beşiktaş hakkında nasıl yazmaya başladın?
Yazmak gerçekten benim için bir tutku aynı zamanda da bir rahatlama sekansı. Hele ki Beşiktaş’ı yazmak bu etkiyi daha da artırıyor. Ekşi sözlükte ilk zamanlarda futbol yazıları yazmıyordum. Zaman içinde sözlükte çok sevdiğim, değerli kardeşim thug love’ın başını çektiği güzel bir akım oluştu. Maç başlıklarında insanlar uzun maç analizleri yazmaya başladılar. Herhangi bir formata veya sınırlamaya bağlı olmaksızın bu şekilde ahkam kesmek hoş bir durumdu. Bir yazı iki ayzı derken artık her hafta maç sonrası sözlükte yazılar yazmaya başladım. Özellikle yurt dışından bir yazarın mesajı yazıları uzun süre devam ettirmemde etkili olmuştu. Gönderdiği mesajda gurbetçi olduğunu, maçları izleyemediğini belirtiyordu. Her maçtan sonra maç başlığında ismimi arattığını yazması beni gerçekten etkilemişti. Sözlükte maç yazıları yazdığım dönemde hep ilgi gördüm, destek aldım. Fakat bir süre sonra sözlükte bırakın maçın analizini yapmayı, futbolun f’sinden bahsedecek bir ortam kalmadı. Küfürler, zeka özürlü şiddet içerikli cümleler vs. sözlükte futbol okuruna ulaşacak bir mecra oluşmasını imkansız hale getirdi. Tam da bu dönemde Ekşi Sözlük’ten tribal enfexion ve thug love ile birlikte önlibero.com isimli bir siteyi hayata geçirdik. Sitenin ismine tribal hayat verdi, tasarımını thug love yaptı. Hayalimiz, yazar kadrosu tamamen sözlük yazarlarından oluşan bir futbol analiz sitesiydi. İlk dönem oldukça ses getirdi, iyi de bir kadro oluştu. Haftalık panoramadan tutun da Uzakdoğu futboluna kadar her alanda eli sağlam kalem tutan yazarlar sitede yazılarını yayınlamaya başladı. Bugün kendi bloguyla sesini duyurmuş, meşhur olmuş birçok blogger o zamanlar bu sitede yazılarını yazıyordu. Fakat bir süre sonra sitede yazılan yazılar seyrekleşti, ben de iş yoğunluğundan gerekli ihtimamı gösteremedim. Çok iyi yerlere gelebilecek bir site deyim yerindeyse badem oldu. Bu acı tecrübeden sonra ekşibeşiktaş macerası başladı. Orada da uzun bir süre kaldığımız yerden devam ettik

-Blog aleminde Jokond olarak tanınıyorsun, baya da orjinal bir nick. Neden Jokond oldun? Bir hikayesi var mıdır?

Benim rumuz seçimimin hikayesi aslında biraz komik. Nazım Hikmet’in Jokond ile Si-ya-u diye bir şiir kitabı var. Kitapta bir adamın tablodaki surete olan aşkı ve uğrunda çektiği acılar anlatılır. Sözlüğe yazar alındığı dönemde her nasıl olduysa tablodaki surete aşık olan adamın adı aklımda Jokond diye kalmış. Halbuki tam tersi! Yazar olduktan bir süre sonra işin aslını öğrendiğimde yapacak bir şey yoktu. İnsanlar artık beni bu rumuzla tanımaya başlamıştı, bu şekilde de uzun zamandır devam ediyor.

-İnsanlar tarafından şeker gibi bir adam olarak tanımlanıyorsun, gerçek hayatta da böyle misindir?

Onu tanımlayan insanlara sormak lazım. Gerçek hayatta nasılım ben kendimi bilemem ama Beşiktaş maçı izlerken bambaşka bir adama dönüştüğümün farkındayım.

-Ekşi Beşiktaştan ayrılmanı tetikleyen ana unsurlar nelerdi?
Ekşibeşiktaş benim çok emek verdiğim, bugünlere gelmesinde büyük katkımın olduğunu düşündüğüm bir yerdir. Yüzden fazla yazıyla orada yer aldım. Fakat ayrılık mesajında da çok net belirttiğim üzere bazıları Beşiktaş’ı bir amaçtan ziyade hayatlarında bir araca dönüştürmeye başlamışlardı. Samimiyetinizi, doğruluğunuzu kaybettiğiniz anda her şey yavaş yavaş çözülmeye başlar. Attığınız her adım çelişkiye bürünür, söylediğiniz her şey bir öncekini yalanlamaya başlar. Bunun artık üst seviyeye çıktığı bir dönemde blogdan bir yazarın bana yönelik “ya sen ya ben” şeklinde bir terbiyesizliği oldu. O ana kadar ne bu çıkışı yapan kişinin ne de kendimin blogdan ayrılmasını düşünmüştüm. Bir şekilde tartışarak çözüm bulunabilirdi ama bu çıkışı yapınca ipler koptu. Doğal olarak, almış olduğum terbiye gereği ben kalıyorum sen git diyemeyeceğimden dolayı blogdan ayrıldım. Blogun değerli yazarlarından birçoğu sağolsun bu yanlış hareketi kınamak adına blogdan ayrıldılar. Kalanların da canı sağolsun, kimseye da kaldı diye kırgın değilim. Belki de böylesi daha hayırlı oldu…

-Beşiktaş'ın başkanı olsan yapacağın ilk üç şey ne olurdu?
Rakı, balık ve futbolcular. Hepsini alır giderdim boğazdaki bir meyhaneye. Hafif müzik eşliğinde bir yandan rakımızı yudumlar bir yandan da oyuncularla takımın geleceğini tartışırdım. Guti’yi de taksiyle gönderirdik eve.

-Bir futbolcu olma şansın olsaydı kim olmak isterdin?

Kesinlikle Cantona. Türk olsaydı, Şeref Bey veya Baba Hakkı.

-Tabata?
Tabata, yanlış zamanda yanlış paralarla Beşiktaş’a geldi. Beşiktaş kariyeri boyunca da bunun altında ezildi. Mustafa Denizli’nin döneminde de adeta yedek kulübesinde turşusu kuruldu. Denizli’nin Tabata konusunda her açıdan suçlu olduğunu düşünüyorum. Madem oynatmayacaktın neden transferine onay verdin? (Papermoon’da yapılan transfer görüşmesinde Denizli’nin de yer aldığını ve transfere onay verdiğini Reha Muhtar’ın yazısından biliyoruz) Zamanında Quaresma’yı bile reddetmiş bir teknik adamın bu yüksek maliyetli transfere onay vermesini sonra da dalga geçer gibi bir sene boyunca yanında oturtmasını anlayamıyorum. Sonuç olarak bu dakikadan sonra Tabata’nın Beşiktaş’a hiçbir faydası olmaz. Tabata benim nazarımda çok ama çok iyi bir kumaştır ama Beşiktaş’ta biçilecek kaftanı kalmadı.

-Beşiktaşı bu sezon nasıl buluyorsun, sence hala umut var mı? Sezon sonu hedef ne olmalı?

Pisi pisine İnönü’de kaybedilen Konya, Kasımpaşa gibi maçları bir kenara koyarsak Beşiktaş bu sene bana zevk veriyor. Ben bundan birkaç ay önce hedefin UEFA olması gerektiğini yazmıştım. Hala da aynı düşünüyorum.

-Schuster?

Schuster tam bir arıza. Ama iyi anlamda bir arıza. Futbolculuğunda da hep medyatikti, sözünü sakınmayan bir deliydi. Şimdi yaşının vermiş olduğu birazcık olgunlukla aynı şekilde yoluna devam ediyor. Beşiktaş’a bambaşka bir vizyon kazandırmaya çalışıyor, bütün dualarım onunla.

-Simao Sabrosa, Hugo Almeida, Manuel Fernandes her birini birer sözcükle açıklayacak olsan?

Simao mükemmel, Almeida harika, Fernandes sürpriz.

-Guti ve Quaresma oynadıkları anda sahada inanılmaz pozitif bir Beşiktaş oluyor, şimdi üstüne Simao, Almeida, Fernandes ile neler olacak?
Ya muhteşem bir ikinci yazı izleyeceğiz ya da müthiş bir hayal kırıklığı bizi bekliyor. Bu işin ortası yok. Portekiz ligi dışında ilk defa bir takımda bu kadar üst düzey Portekizli bir arada oynayacak. Bu durum klasik Brezilya sendromuna mı dönüşecek yoksa yepyeni bir senteze mi ön ayak olacak hep beraber göreceğiz. Melankolik bir Beşiktaşlı olarak elbette ikinci yarıda çıktığı her maçta gönlümüzü şenlendirecek bir takım hüviyeti bekliyorum.

-Bu sezon şampiyonlukta en büyük favorilerin?

Bu sezon matematiksel şansı sürdüğü sürece şampiyonluğun en büyük favorisi benim için yegane Beşiktaş’tır. O şans sona erdiğinde de kimin şampiyon olduğu hiç fark etmiyor.

-Yıldırım Demirören?

İki dünya bir araya gelse bir Beşiktaşlı olarak kendisini affetmeyeceğim. Geçmişte yaptığı hataların hepsini bir kenara bırakıyorum, olaylı Denizlispor maçından sonra yaptıkları ile artık tamamen ayrı dünyaların insanıyız. Beşiktaş onun başkanlığında gerekirse galaksi şampiyonu olsun bu fikrim değişmeyecek. Yıldırım Demirören ve ona oy veren kongre üyeleri Beşiktaşlıysa ben Beşiktaşlı değilim.

-Bu sezon transfer politikamızı nasıl değerlendiriyorsun?

Serdal Adalı ve Cengiz Zülfükaroğlu çok doğru işler yapıyorlar. Uygun bonservislerle, ödeme koşullarıyla Beşiktaş’ın menfaatlerini ön planda tutarak transferler yapıyorlar. Bu transferlerde Demirören’in en ufak bir katkısı olduğunu düşünmüyordum ki kendisi de birkaç kez basına bu yönde açıklamalar yaptı.

-Hayalindeki Beşiktaş Başkanı tipi?

Başkanlık seçiminden önce Atatürk başkan Beşiktaş şampiyon isimli bir yazı yazmıştım. Orada bu konuyu uzun uzun değerlendirmiştim. Kısaca özetlemek gerekirse, Süleyman Seba gibi bir efsaneden sonra o koltuğu doldurmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Çünkü her geçen gün daha da yozlaşan, endüstriyel çarkların içine giren bir futbol dünyasından bahsediyoruz. Böyle bir ortamda ikinci bir Süleyman Seba bulsak bile artık bugünün şartlarında o başkanlığı yapamaz. Ziyadesiyle Türk futbolu yönetimi Türk iş hayatındaki yönetimle benzeşiyor. Babadan oğula geçen aile şirketlerindeki yanlış ve hastalıklı tutumların aynısını bugün Türk futbolunda da görebiliyoruz. Sağlam ve istikrarlı bir profesyonel kadro, düzgün mali yapı, etkin iletişim kanallarının kullanımı vs. bugün Türkiye’de kaç şirkette var? Şirket sayısı olarak bile bir elin parmaklarını geçmezken bu denli hayalci bir kurumsallaşmayı kulüplerden beklemek de doğru değil. Bir şeyler değişecekse zihniyet olarak bu ülkede toptan değişecek. Ondan sonra sıra elbet Türk futboluna da gelir. Bugünün şartlarında mümkün olduğunca takımdan, hocadan elini çeken başkan profili yeterli geliyor bana.

-Kapalı, Yeni Açık, Numaralı, Eski Açık, hepsini birer kelime ile açıklayacak olsaydın..?

Kapalı beyin, yeni açık kalp, eski açık akciğer, numaralı mide.

-Beşiktaş'ın dışında desteklediğin başka takımlar var mı?

Arsenal ve Celtic’e sempati duyarım ama taraftarlık düzeyinde desteklemem. Hollanda milli takımını ise küçüklüğümden beri severim. Maçları olduğunda kaçırmamaya çalışırım.

-Sence Beşiktaş nedir?

Benim için Beşiktaş her şeydir ve her yerdir.

- Oğlunda Fenerbahçe veya Galatasaray taraftarı olma ışığı görsen, tepkin ne olurdu? Çocuğunu nasıl Beşiktaş'a aşık ederdin?

Benim gibi bir babanın başka takımı tutan bir çocuğu olamaz. Olmasına mümkün değil müsaade etmem. Oğlumu da Beşiktaş’a aşık etmeme gerek yok, bir kez tribünde kutsanması yetecektir zaten.

-Şimdi free agent bir yazarsın, muhakkak diğer bloglardan teklif geliyordur, bundan sonra blogger olarak ne yapmayı düşünüyorsun?

Ekşibeşiktaş’tan ayrılan diğer yazar arkadaşlarla beraber hareket edeceğim. Şu an için tam kesinleşmese de yeni bir oluşumun ortaya çıkması için çalışmalarımız sürüyor.

-Kendini 5 yıl sonra nerede görüyorsun?

Açıkçası yarın nerede olacağımı bile bilmiyorum.

-Son soru, ilerde bir gün muhakkak yapmalıyım dediğin bir şey var mı?
Beşiktaş’ın şampiyonluğunu oğlumla Beşiktaş semtinde kutlamak.