21 Aralık 2011 Çarşamba

Ne zaman geliyor, ya da niye gelmiyor?



Federasyonun resmi sitesinde de görsel olarak belirtildiği üzere ve forma kolleksiyoncularını da çok heyecanlandıracak bir şekilde sezon öncesi bu seneki formalarımızdan birininde kırmızı renkte olacağı, yedekten dahi olsa belirtilmişti. Geçtiğimiz sene yedek olarak tasarlanan gri yada daha doşru tabirle gümüş renkli formanın devre arası transferleri ile resmi olarak satışa sunulduşu ve ilk olarak Bucaspor maçı ile görücüye çıkarak oldukça da beğenildigini gözönüne alırsak, acaba yeni bir devre arası transferi ile de bu formanın bir nevi lansman tarzında bir tanıtımı yapılacak mı sorusu akıllara gelmiyor da değil.

Diğer yandan son bir iki gündür sosyal medya araçlarında şu an popülaritesi bir hayli yükselmiş olan Twitter ortamında bu konuyu yakından takip edenlerin bu formanın bu sene yine çıkmayacağı haberlerini paylaştıkları da görülmeye başlandı. Kesin bir kaynak yada bilgiye şu satırları yazarken ulaşamasamda çok yakında bu konuda daha kesin bir bilgi belkide bu postun altındaki yorum kısımlarında okuyucular sayesinde yerini alabilir diye düşünüyorum.

Şu kaos ortamında devre arası transferi pek olacak gibi gözükmesede, belki Alves'in sağ bacağının da sol bacağı gibi bir kaç milyon euroya alınması ile bu formanın tanıtımı yapılıp biz forma severlere tatlı bir sürprizde yapılabilinir.

Öte yandan kifayetsiz, beceriksiz ve pazarlama anlayışının sıfır olduğu içerdiği ürünlerin kalitesinden belli olan Kartal Yuvalarının ve idarecilerinin durumuda göz önündeyken, klübe maddi açıdan yarar getirebilecek böyle bir adımı atmayacaklarına dair çok kuvvetli şüphelerim bulunmakta. Özellikle yeni yıl arefesinde herkesin sevdiceğine bir hediye almak için sağa sola bakındığı şu ortamda yeni yıl sonrası çıkarılacak bir ürünün satış planlamasıda ne derecede başarılı olur, o da bir muamma olarak devam etmekte.

Sanırım yönetim şu ana kadar satışı belkide kolleksiyoncular dışında hiç olmayan ve tamamı ellerinde kalan tarihteki en rezil şekilde dizayn edilmiş çubuklu formaları satabilmek için son bir iki maçtır bu formalarla takımı sahaya sürsede, kötü malın yine satılamayacağını anlaması daha ne kadar yıl alacak pek de merak uyandırıyor.

Bir iki ay kadar önce bir internet sitesinde kırmızı formanın korsan ürününün boy boy satıldığını da göz önüne alırsak, yönetimin yine bu konuda her sezon olduğu gibi sınıfta kaldığınıda söyleyebiliriz sanırım.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Aradaki 7 Farkı Bulun!



7 farktan fazla fark olduğu bariz aslında, geçen sezonla ve bu sezon futbolcuların kondisyonu arasında siyahla beyaz kadar fark var.. O günlerde de bir yazı yazmıştım Carlos Cascallana hakkında, kendisinin Atletico Madrid'in Paf takımının kondisyoneri olduğundan bahsetmiştik, zaten aşağıda linkini vereceğim röportajında da resmi olarak 2. seviye bir kondisyoner olduğunu belirtiyor.. Teknik direktörün en "alasını" getiren yönetim, cebinden bir kaç bin dolar daha fazla eksilmesin diye zaten gereği olmayan 1. sınıf kondisyoneri gerek görmemişti ki geçen sezonki maç trafiğiyle bu sezonun arasında da dağlar kadar fark var ya neyse ben size Roland Koch'un ve Carlos Cascallana'nin Beşiktaşın başındayken verdikleri röportajlardan birer pasaj vereyim, fark açık ve net.

Soru: Babanın uzmanlığı ile ilgili bir şey sorayım. Türkiye'deki futbolcuların fiziksel özellikleri hakkında ne düşünüyorsun? 70'den sonra yorulmaya başlıyor çoğu. Haftada 3 maç yapmaktan şikayet edenler var. Bence yeterli değiller. (röportajın linki için)

Cascallana cevap:
Türkiye'de futbol bir din! Şaka yapmıyorum. Her ülkede futbol sevilir ama Türkiye'de farklı. Bununla birlikte, futbolcular da işlerine aşık. Birinci dakikadan itibaren deliler gibi koşmaya başlıyorlar. Tüm maç böyle oluyor, ancak böyle olmamalı. Futbolcu gerektiğinde koşmalı, böyle olmazsa 70'den sonra pozisyonunda sabit kalmaya başlıyor.



Koch: Öyle bir takım olmalı ki iyi durumlarından dolayı hangi futbolcuyu oynatalım diye düşünmeliyiz. Bu noktada rekabet en önemli silahımız olacak. Testleri bunun için yapıyoruz. Futbolcuları takım olarak değil bireysel olarak ölçüyoruz. Örneğin bazı oyuncular hız testinde ilk 10 metre iyi son 25'te yavaş. Onu geliştirmemiz gerek. Bazı oyuncular sağa dönerken hızlılar ama sola dönüşte yavaşlar. O zaman defans oyuncusuysanız ve sola dönüşte ağırsanız oraya çalışmanız gerek. Bunları hepsinin seviyesini geliştirmek için yapıyoruz. (röportajın linki için)

12 Aralık 2011 Pazartesi

Sınav Başladı


Beşiktaş yönetiminin en büyük sınavlarından birisi şimdi başlıyor.. Hoş şimdiye kadar hiç bir sınavı geçememiş bir yönetim topluluğundan bahsediyoruz, gelecek için hiç ümitli değilim.. Tayfur hoca hiç olmaması gerektiği yerden çıktı ve seyir yasağı kalktı ki yönetimin sınavı işte burada başlıyor..

Stoke maçı öncesi hiç olmaması gereken şey oldu, bütün futbolcular bu haberi gördü, Carvalhal'in emanetçi olduğu zaten biliniyor, Beşiktaş yönetimi ilk günden bugüne kadar her fırsatta Tayfur hocanın takımın esas patronu olduğunu dillendirdi, medyamız Carvalhal'e selam vermeden Tayfur hoca dedi, Carvalhal her defasında Tayfur hocaya samimiyetle iyi dileklerini iletti.. Yorumcular Carvalhal'in bu tutumundan dolayı mest oldu vs..

Ya şimdi? Beşiktaş ligde zirvenin ortaklarından birisi, Stoke maçı kazasız bir şekilde atlatılırsa Avrupada da yola devam edilecek ki bu saatten sonra o iş çok zor.. Futbolcular da bizim gibi insan, bu maçtan çok geleceklerinin ne olacağıyla ilgili daha çok düşünecekler.. Yönetim bu konu hakkında derhal bir karar almalı kesinlikle ve kesinlikle Stoke maçını beklememeli, ya Tayfur hoca takımdaki görevine derhal getirilecek ki bana göre bu intiharımız olur, ya da Tayfur hocanın dinlenmesi gerektiğini belirtip Cartalete'nin önerdiği gibi Başkanımız Tayfur hocaya aynı Ibrahim Uzülmez'e yaptığı gibi bir seromoni düzenleyip koluna kaptanlık bandını takıp sezon sonunda görüşelim diyecek, aksi takdirde bu bulanık suda onumuzu görmemiz çok zor..

Medyaya da burada çok iş düşüyor, kuyu kazıcılarıyla nam salmış bir medyamız var.. Ilk kötü sonuçta "yani Tayfur hoca onu öyle yapmazdı, ama yine de bilemiyorum" denildiği an bu olay bitmiştir, Carvalhal'in ipi çekilmiştir..

Taraftara düşen görev belli, Tayfur'a destek çıkılacak, Carvalhal ezdirilmeyecek, bir taraf yüceltilirken diğer taraf unutulmayacak..

Carvalhal ne yapıyordur şimdi?

9 Aralık 2011 Cuma

Dans et Şampiyon


Dünkü postta maçtan önce skor adına karamsar olduğumu yazmıştım, nedenine gelince son haftalarda iyi oynayan bir Beşiktaş'ın sahada oluşu, son dakikalarda dahi galibiyet gollerinin atılması, futbolcuların yükselen performansı ve zirveye ortak oluşumuzdu.. Her Beşiktaşlı bilir ki bizim takım bu şekilde gidiyorsa ya bir terslik çıkacak ya da şampiyon olunacak, ortası yok.. Ilk devrenin son 3 haftasına baktığımızda rakiplerimize nazaran daha kolay bir fikstürümüz var. Vardı.. Hatta rakiplerin maçlarında çıkacak sonuçlara göre 3-4 puan farkla liderlik koltuğuna dahi oturabilirdik.. Neden geçmiş zaman kullanıyorum?

Her zaman eleştirilir hakemler, ya bir düdük çalmazlar, ya çifte standart uygularlar, eyyamcılık yaparlar, gözünün önünde olanları görmezler vs.. Bülent Yıldırım dün ilk yarı boyunca Manisasporlu oyuncuların sertliğine göz yumdu, Fernandes suratına aldığı darbeden sonra kendini yere atmayınca sarı kartına dahi baş vurmadı, çünkü Fernandes'in kendisini acılar içinde yere atması gerekiyordu, bir Türk tabiri olan "delikanlılık" yaparsan o kart çıkmaz bizde! Yerde kıvranacaksın ki hakedilen kırmızı kart çıksın..

Yıldızları koruyun diyor Uefa, Fifa.. Arkadan yapılan müdahalelere taviz vermeyin kartlarınıza başvurun diyor. Yıldız oyuncuları oynatmamaya yönelik faullere müsamaha göstermeyin diyor ama biz de bu böyle mi?

Türkiyede kaç tane yıldız oyuncu var? Az, bir elin parmaklarını geçmez.. Yıldız olanlar da maç içinde özellikle ilk yarı boyunca sistematik bir şekilde dayak yiyor.. Adam biliyor ki ilk yarı tekme tokat serbest vurmak.. Bülent Yıldırım dün yakın çekimde hem vücut diliyle hem de ağız ifadesiyle Hilbert'e arkadan tabanla giren Manisalı oyuncuya "3 oldu bir daha olursa sarı kart vereceğim" diyor.. Neden? Çünkü hem ilk yarı, hem Hilbert pozisyonda sakatlanmamış, acılar içerisinde kıvranmamış, skor Beşiktaş'ın lehine, şimdi adamı atıp maçın heyecanını adrenalini almak hakemin hakkı mi? Adam arkadan topa bile vurmadan direk aşil tendonuna giriyorsa o adamı atmak senin hakkın, en azından sarı kart vermek hakkın..

O pozisyondan hemen sonra bu sefer maç boyunca dayak yiyen, Türkiye'nin en kariyerli ve yeteneklisi hali hazırda en formda oyuncusu Quaresma'ya arkadaş öyle bir giriyorki sorma, tırın altına kaçan topu almak isteyen ilkokul talebesi gibi, önce Quaresma'yı biçiyor ve ayakları yerden kesilen Quaresma'nın önündeki topa güç bela dokunuyor, "dokunmasa faul, dokunursa devam" edileceğini biliyor çünkü, adam artık işinin ehli olmuş.. Ne oluyor Quaresma'ya? 1 Ya Yok, kırmızı kartı geçtim pozisyonda faul yok! Devam edin oynayın diyor hakem, bir de elini sallıyor yok bir şey diye.. Daha ne olsun? ölsün mü adam?

Dedim ya karamsardım diye, yanılmamışız.. Quaresma'nın kariyerinde 3 maçta arka arkaya 4 gol attığı bir sezon daha yok, hatta Porto'da coştuğu yıllarda defansa gelip gölge savunması da olsa geri geldiği yok.. Attığı goller "trash time" da değil, hepsi 3 puan kazandıran goller, son 10 günde attığı 3 gol yıllarca jeneriklerimizde olan goller değil.. 35 yaşında da değil bu adam 28 yaşında Zirvesini Oynuyor Bu Sezon.. Oynatırlarsa tabi.. Stoke maçında yok, o yarmaların olduğu takıma karşı en büyük silahımız olacaktı, çünkü fizik fiziğe çarpışmada bilzeri nakavt edicekleri ayan beyan ortada, takımın onun kadife ayaklarına ihtiyacı vardı, sağolsunlar onu da harcadılar..

Rakip takımlara çıkartılmayan kartları, yapılan kıyakları saymayacağım, ne de olsa şike sürecini görüyoruz, adam diyor ki "şike yapmış işte ağabey öldürelim mi? sonuna kadar arkasındayız" hatta izin verseler yanlarında yatmaya hazır olsan duayenler bile var.. Biz niye sevdik bu takımı? Sanırsam karamsarlık yönünde hiç bir zaman bizi yanıltmadığı için.. Güzel top oynamamıza bile izin verilmediği için.. Bıraktığın yerden devam etmen dileğiyle, Dans et Şampiyon!

Bu ayaklar kimin?



Manisa maçının seremonisinde gözüme takıldı bir an. Tamam dost başa düşman ayağa bakar derler biliyorum ama bu kadarda dikkat çekici şekilde bir renk cümbüşü olursa ister istemez insanın gözü kayıveriyor işte.

Eskiden tek renkte olan kramponların yerini bir ara beyaz, bir arada kırmızı kramponlar almıştı derken, resmen ebemkuşağı gibi bir diziliş var şurada.

Tamam, tamam, herşeyi hallettikte bir bununla mı uğrasacağız şimdi diyenleriniz olabilir, ben sadece öylesine bir dikkat çekmek istedim o kadar. Yoksa erkek adam renkli takım tutmaz ya hani, acaba renkli krampon da giymez mi sorusu akla gelmiyor değil.

Renkli demişken, kırmızı formalarımızı sabırsızlıkla bekliyorum. Uzun kollusu olup arkasına 13 numara ve Hilbert yazdıracağım direk...

Beşiktaş-Manisaspor Maç Değerlendirmesi


Quaresma dışında ilk 11'e baktığımızda gördüğümüz şey dengeli bir kadroydu, bunların üstüne Fernandes ve Quaresma'nın takımla beraber topun arkasına geçmesiyle az pozisyon veren bir Beşiktaş vardı sahada.. Uzun zaman sonra Rüştü eldivenleri devraldı, bunda Cenk'in "Beşiktaş kanseri"ne sebebiyet veren performansı etkili oldu, karar bana göre yanlış değil, Fevzi'de ve Hakan'da yapılan gereksiz ısrar oyuncuların Beşiktaş kariyerlerini erken bitirmesine neden olmuştu, şimdi cenk otursun ve yaptığı basit hatalardan ders çıkarsın zaten gelecek sezonun ardından eldivenler uzun bir süre onda olacak..

Dün beklediğim Galatasaray galibiyeti gelince biraz karamsardım bugünkü maçtan, sonuçta Beşiktaş avantajlı duruma geçmişti ve tecrübelerimiz Beşiktaş'ın bu avantajı tersine çevireceğini söylüyordu.. Ilginç bir şekilde olmadı. Aksine Beşiktaş ilk yarı istediği gibi oynadı, kalesinde pozisyona benzer bir şey vermedi üstüne Quaresma'nın klas frikiği ve Mustafa Pektemek'in Torres vari golü geldi.. Mustafa için bu gol kırılma noktasıydı açıkçası.. Son haftalarda Almeida'da ısrar eden CC. gelen baskılara dayanamayıp Mustafa ile çıktı maça, Mustafanın golü yoktan var etmesiyle CC. gelen baskıların nedenini anlamıştır umarım.. Bana göre Almeida'ya atılan topların yarısı kadar pas atılmadı lakin Mustafa ekmeğini taştan da çıkartabileceğini gösterdi, 40 metre dribling ve vücut çalımından sonra yakın direğe o sertlikte bir şut çıkartabilmek için sağlam baldırlar lazım..

Ikinci yarı zorunlu olarak Quaresma-Holosko değişikliği yapıldı ve maç aslında oracıkta bitmişti.. Elde Veli, Mustafa, Holosko gibi hem dikine çabuk gidebilecek hem de defansif işi kotarabilecek adamlar vardı. Skorun 2-0 olmasıyla hem topun arkasına ailece geçilmeye hem de kapılan toplarda kaleye evelemeden gitmeye gerek vardı.. Sanırım Necip'in yaptığı pres kornere sebebiyet verdi Fernandes dönen topta Sivok'un ağzının içine kesince "Heading"i Almeida'ya nazaran koyu mavi olan Sivok darbeli bir kafayla topu çatala gönderdi ve maçın kanserejon etkisini başlamadan bitirdi..

Yediğimiz golde Necip Sivok'u bozdu, ortayı boşalttı, Rüştü boşa çıktı, Egemen izledi ve arka arkaya gelen bireysel hatalar golü getirdi fakat bu golden sonra Manisa hiç etkili gelemedi, Mustafa çıktı Almeida girdi.. Almeida diğer maçlara nazaran biraz daha top tutabildi, bunda yorulmuş Manisa savunmasının da etkisi vardı.. Holosko ikinci yarının başından beri beklediği pozisyonu buldu 50 metre dribling sonrası kalbimizi kazanacak pası verdi, Fernandes topa yetişemese arkada Almeida vardı lafın kısası 18 içinde 3 Besiktaşlı iki Manisalı vardı.. Fernandes'in vuruşunda top zor da olsa içeri düşmeye karar verdi.. Uzun bir süre sonra son 10 dakikaya koltuğa gerilerek maç izleyecektik.. Sezon başında beri skor üstünlüğünü ele geçirdiğimiz maçlarda bulduğumuz kontraları bir türlü gole çeviremiyorduk, bugün hem Mustafa'nın hem Fernandes'in golleri bu yaraya derman oldu..

3 gün sonra IBB maçı var, Abdullah hoca sonrası bocalamaya başlayan Belediyeyi yenip Trabzonspor-Galtasaray, Bursaspor - Fenerbahçe maçları sonucu sonrası liderlik koltuğuna oturma şansımız bir hayli fazla. Ilk devreyi lider bitirirsek "2008 Ernst etkisi" yapabilecek bir ortasaha ile bu takım play off un olduğu sezonu avantajına çevirebilir.. Ama önce şu IBB'yi bir geçelim :)

8 Aralık 2011 Perşembe

Yılın Ödülleri

Bu sene sonunda ligde gol krallığı, yılın futbolcusu ve fair play ödülleri dışında iki yeni ödül daha verilecekmiş. Bunlardan birincisi, en iyi balıklama dalarak atlama dalında, diğeride en iyi tekme savuran dalında olacakmış.

Geçen sene veilmeye başlansaydı, en iyi tekme savuran dalındaki ödülü kimseye kaptırmayacak olan Egemen Korkmaz, Trabzon deplasmanında Guti'ye yaptığı ödüllük hareketi bu sene pek yapacağa benzemiyor. Gelişmeleri takip ederek bekleyip göreceğiz.

En iyi balıklama dalarak atlama dalında ise bu sene açık ara farkla Eboue önde gidiyor. Böyle giderse ödülü kimseye kaptırmam diyen Eboue'yi zorlaması beklenen Alex ise bu yeni rakipten baya çekinmişe benziyor. Acaba bu sene ödül kime gidecek?




5 Aralık 2011 Pazartesi

Kısa Kısa


Aykut Kocaman ya da Fatih Terim'i tak maçlığına Beşiktaş'a hoca yapsan ve "hocam forvette kim oynasın?" diye sorsan tereddüt etmeksizin Almeida der ve son zamanlarda Carvalhal'in yaptığı gibi 90 dakika Almeida'yı oyundan çıkartmaz ki Beşiktaşın hücum çeşitliliği kör kurşun toplara kalsın..Almeida'ya her atılan top duvara çarpmış gibi geri dönsün. Beşiktaş'ı 10 kişi oynatsak, Almeida yerine de rakip takıma bir stoper eklesek ve o ekstra stopere Almeida'ya atıldığı kadar uzun top atsak adam en azından bir iki kere pas hatası yapar Beşiktaşa hızlı atak şansı verir ama bizimkisi hiç bir topa hareketlenmiyor, kendi elleriyle gösterdiği noktaya gitmiyor, rakibinden 4 metre önde olmasına rağmen 10 metrelik mesafede sollanıyor, ağzının içine yapılan ortalara ağız burun karışık vuruyor, takımın boyunu kısaltmak yerine devamlı ofsaytta eli belinde bekleyerek hem defansif anlamda hiç bir katkı yapmıyor hem de kapılan toplarda kontra atak şansını başlamadan bitiriyor, daha acı olan şey ise yedekte bekleyen Almeida'dan çok daha büyük şeyler vaadeden Mustafa'nın son 10 dakikaya kadar yüzüne bakılmaması. Daha da dramatik olan şey ise, aynı performansı Mustafa göstermiş olsa ilk yarı bitmeden tabelada "9 in 11 out" kalkacağını hem bizim hem de Mustafa'nın bilmesi ki adam "MaccabiQuaresma'ya" bağlasa bir dahaki hafta ilk 11 de yine Almeida arzı endam edecek.. Carlos hoca! yastığa başını çekirge gibi zıpladığın için rahat koyuyorsan sorun yok.


Cenk Güzel kardeşim! bu taraftar biliyor ki çok yeteneklisin, yasın daha çok genç ve önünde uzun yıllar var, bak Rüştü abine, baban yaşında adam hala seninle forma savaşı veriyor.. En güzel kaleci gösterişsiz kurtarış yapan kalecidir.. Çünkü iyi yer tutuyordur, acemi kaleciler gibi yanlış yerde durup imkansız kurtarışlara mahal vermiyordur.. 35 metreden gelen topa şutla beraber uçmuyordur, bunun defansı var, falsosu var, rüzgarı var top bir anda birine çarpar yön değistirir, öyle armuta bakar gibi bakarsın sonra.. Beşiktaşlı seni artık birinci kalecisi olarak benimsemiş durumda, bize artistik plonjonlar göstermek yerine güven ver.. Biz senin zaten çok yetenekli olduğunu Villareal maçından beri biliyoruz..

Ahmet hoca işine geldi mi mangalda kül bırakmıyorsun.. Delikanlılığın parmakla gösterilen en büyük şövalyesi oluyorsun.. Aslında seni kaale almamak gerekir ama bende haddinden fazla gastrit yapıyorsun.. Öncelikle geçen sezon sizler gibi koyun sürüsüne katılmayı reddetmiş Schuster'e yazdığın tehdit vari yazını okumak gerek.. Sonrasına bu sezon yaşanan Fatih Terim ve akreditasyon olayını ( 2:30 dan sonra) izlemek gerek.. Ahmet bey! buna da bir köşe yazısı bekliyorum senden, böyle hem tehdit içerecek hem de ilkokul çocuğu gibi şikayet vari bir köşe yazısı, hani içinden aşağılık kompleksi akan, faşistliğe kadar varanından, yerse..

Biz futbol denen güzel sporu (bizim için elbette güzel değil) süslemesini hiç bilmiyoruz.. Hiç bir zaman da öğrenemeyeceğiz.. Yayıncı kuruluş da, medya da, yöneticiler de bizi futboldan uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, hayır anlamadığım taraftar futboldan elini ayağını çekerse ne yapacakları? Heralde kendileri çalıp kendileri oynayacaklar. O tribüne giden her taraftar benim gözümde birer kahramandır bu illeti hala sevebildikleri için.. Fatih Terimin akreditiasyonla ilgili olan aynı videoda (4:15 ten sonra) orada bir hayvan var.. Evet muhtemelen özel güvenlik görevlisi.. Hani canları sıkıldığında bizlere tekme tokat girişen, kendisini taraftarla aynı kefeye soktuğu için hayvandan beter davranan, her taraftarı sanki suç işlemeye gitmiş birer suçlu olarak bakan güvenlik görevlisi, tek amacı öyle ya da böyle Türkiye'nin en başarılı ve karizmatik Türk hocasıyla fotoğraf çektirmek isteyen bir kadın güvenlik görevlisine kameraların önünde şiddet uyguluyor.. Sistemin köpekliğini o kadar çok benimsemiş ki Fatih hoca dur yahu ne yapıyorsun diye sorunca gözlerini ancak 35 santim açıp " yassah kardeşim diyor", o an resmen nevri dönmüş durumda bu zavallı güvenlikcinin, kendisini kaybetmiş.. Neyse bayanlar fotoğrafı çektiriyor fakat çektirdiklerine bin pişman oluyorlar elbette, zoraki bir gülümseme ile uzaklaşıyorlar.. Korktuğum ve adım gibi emin olduğum tek bir şey var o da bu görüntülerden sonra o meslek aşkıyla yanıp tutuşan güvenlik görevlisi o hayvani davranışlarından ötürü ödüllendirilecek, o zavallı iki kız ise muhtemelen mesai sırasında sadece bir fotoğraf çekilmek istedikleri için işlerinden olacak.. Aferim lig Tv. o görüntüleri koyarak çok iyi iş başardın.. Hayır o görüntüyü koydun madem bunun ardından o hayvanı en ağır şekilde eleştir.. Neden ?

Maçta gözüme çarptı şu pankart.. Antalya'da boş boş dolaşmak yerine vatandaşı Ernst ve Hilbert'i izlemeye gelen alman bir turisti çevirip" aga şu pankart nedir sence" diye sorsan Türk mafya filmi olabileceğini, evde örgü örmekle meşgul annenize sorsanız Kurtlar vadisinin yeni versiyonunun tanıtımı falan zanneder heralde.. aslında güzel türkçemizde çok güzel bir deyim vardır, onu söylesek şu basiretsiz, vizyonu sıfır, akıldan mantıktan fersah fersah uzak yönetimi açıklar; "Sıçıp sıvamak".

21 Kasım 2011 Pazartesi

Cartalete Röportajı İkinci Kısım


—Altyapı direktörlerimiz, yöneticilerimiz, antrenörlerimiz de tıpkı A takım gibi her sene değiştiriliyor. Sanırım arama ekibi çok iyi, yoksa bu plansızlık içinde çıkan gençleri görünce insan şaşırıyor. Sağlıklı, planlı, programlı bir özkaynak yapısına geçsek; daha bir akıl almaz sonuçlar elde etme şansımız olmaz mı?

Aslında alt yapıda, görünenden çok daha fazla sorunlar var. Çünkü yukarıdan hiçbir şekilde ilgi yok… İşini çok iyi yapan insanlar var sadece arada, işte onlar da bazı oyuncuları buluyor; gerçekten de yetenekli çıkıyorlar ama ilgisizlik sebebiyle bir sonuca varılamıyor. Tamamen spontane bir düzen var yani, bahsettiğiniz üzere bir planlama asla yok. Plan, program olursa, çok şey değişir tabi ki… Her anlamda çok şey değişir. Düz mantık: Necip olmasa, o bölgeye yerli bir transfer yapmak için en azından bir 4-5 milyon Euro’yu harcamak gerekecekti. Şimdi o para cepte kalırken, Necip’in iyi bir fiyatla Avrupa’ya açılması ekstradan gelir anlamı taşıyacak… Manevi artılarını hiç saymıyorum bile. İşte bunların istisnai durum olmaktan çıkarıp, bir kulüp yapısı halini alması gerek… Ama pek öyle olacakmış gibi gözükmüyor, en azından kısa vadede öyle maalesef.

—Onur, Burak, Mehmet, Atınç, Muhammed, Furkan, Cankurt, Erkut hiç forma sansı bulamayan oyuncular formayı bırak çoğu 18 yüzü göremiyor… Sence esas olarak alt yapının başına getirilen Carvalhal'in, bu oyunculara hiç şans tanımaması sonrası için bir handikap yaratmaz mı? Carvalhal bir gün altyapının başına geçtiğinde, nasıl bu futbolculara güven aşılayacak? Nasıl onlara “A takımda oynayabilirsiniz!” mesajı verecek?

Carvalhal şuanda A Takım’ı çalıştırmakla yükümlü. Üstelik, başarılı olması durumunda bu seviyede kalma ihtimali de yüksek… Şunu çok iyi biliyoruz ki, bir teknik direktör isterse alt yapıdan Messi çıkartsın; puan tablosundaki yeri iyi değilse gider. O yüzden ben, Carvalhal’in hedef maçlarında hazır oyuncuların dışına çıkmamasını anlarım. Üstelik Tayfur Havutçu, hiçbir anlamı kalmayan lig maçlarının sonuncusunda bile, eli titreyerek gençlere şans vermişti. Carlos için pek öyle bir fırsat olmadı. Bu sene Türkiye Kupası da grup şeklinde oynanmayacak, bununla beraber kadro derinliği de geçen senelere göre iyi sayılır… Gençlerin önünü kapatan etkenler artıyor.

Ama şu da var; bu çocuklar için 18’e girmek bile büyük lütuf oluyor maddi – manevi. Maddi diyorum çünkü milyon Euro alan futbolcu için galibiyet primi pek anlamlı olmaz. Ama alt yapıda, birebir duyduğum ve profesyonel sözleşmesi olmasına rağmen, ağabeyinden harçlık isteyen oyuncular mevcut… Onlar için galibiyet primi, neredeyse değişen hayat demek. Ayrıca, gelecekten umutlanmak demek… Saydığınız isimleri sırayla alırsın 18’e, skor garanti altındaysa (ki söz konusu Beşiktaş olunca, bu 80 maçta 1 denk geliyor) oyuna bile sokabilirsin. Ama hiç yoktan, 18’e girmeleri bile bir şeydir…


"Necip için düşüşte trendi başlandı"

—Seneye Antalyasporlu Emrah Başsan ve Eskişehir’den Alper Potuk’un alınması durumunda, transfer bitti diyebilir miyiz?

Emrah ve Alper benim de oldukça beğendiğim oyuncular. Lakin Emrah’ın bölgesinde oynayabilecek, yetenekli isimler vardır alt yapıda. Erkut, Muhammed, Ali İhsan gibi… Hatta alt yapıdaki yetenek birikimi; bu kanat – forvet bölgesinde yoğunluk kazanmış durumda. Ama Alper gibi bir model yok… Hatta Türk futbolunda da yok böyle, topu alınca yüzünü rakip kaleye dönen ve direkt olarak dikine oynamayı seven bir ortasaha. Tek Alper transferiyle bile, yerli transfer olayı kapanır. Ama yabancılar konusunda bir düzenleme şart.


—A2’den kiraya verilen Sezer, Cumali, Erkam, Oğuz ve Emre gibi futbolcuların geri gelme şansını ne olarak görüyorsun?

Emre Özkan, Tigana döneminden bu yana radarımda olan bir oyuncu. Bu sene zirve yapıyor artık, bir Süper Lig takımında banko oynuyor. Fizik olarak da hem defansif bek hem de stoper oynayabilecek yapıya sahip. Önemli bir alternatif olabilir kadro içinde. Gelecek yıl, kadroda kalma anlamında en şanslı gözüken o. Sezer de iyi durumda ancak stoperde bir bolluk söz konusu. Ersan da iyi dönerse; Atınç’la birlikte toplam 4 sol ayaklı stoper oluyor. Kiralanmaya devam edebilir o nedenle… Oğuz kendini gösteremeden Siirt’e sürüldü. Ondan ümitliydim, üstelik sağbek ihtiyaçtı. Ancak her maç oynuyormuş, keza Erkam da öyle… En azından maç tempoları artıyor. Cumali, Volkan, Furkan ise pek fırsat bulamıyorlar gördüğüm kadarıyla, onların işleri biraz zor gibi. Oysa Furkan, stoper değil de; süpürücü ortasaha olarak değerlendirebilir gelecekte. Kısaca: Aurelio bölgesinde…


-Cenk, Ismail, Ersan, Necip, Veli, Mustafa Pektemek ve arkasından isimlerini say say bitiremeyeceğimiz Onur, Muhammed, Sezer, Burak, Cankurt, Erkut, Doğukan ve daha aklımıza gelemeyenler… Beşiktaş’ın elinde gerçek bir maden yok mu? Saydığımız 5 isim artık 11 oyuncusu ve 23 yaş altı milli takımı gibi…

Kesinlikle öyle. Zaten ben “Beşiktaş’ın yerlileri kalitesiz” şeklindeki genel görüşe hiç katılmamışımdır. Çok ciddi genç yetenekler var ama ortak özellikleri, birer takım oyuncusu olmaları… Yani onlardan faydalanmak için, öncelikle iyi bir takım yapısına bürünmek gerekiyor. Bu da, yabancı seçimlerinden geçer… Bence asıl sorun, yabancı oyuncularla güzel bir ekol yaratılmamış olması. Yoksa iyi işleyen bir takım yapısında, bu saydığınız genç yerlilerin hepsi performansının üstüne çıkacaktır.

-Gelen efsane başarıların hep özkaynakla gelmesi gibi bir realite ortada dururken, Beşiktaş'ın şuanda maden ocağına benzeyen özkaynağına bu kadar sırt çevirmesinin bir tek mantıklı açıklaması var mı?

Benim için bunun mantıklı açıklaması yok, ama yönetim için var demek ki… Kabul etmek gerekir ki, o dönemin Beşiktaşlı profili de değişmiş durumda. İsimli bir transfer, alt yapıda olup biten olumsuzlukları unutturuyor. Ki zaten bunu dert eden Beşiktaşlı sayısı da pek fazla değil… Çıkana da yeterli değer veriliyor mu, o da tartışılır. Mesela gelişimi gayet normal seyirde devam eden Necip için “düşüşte” trendi başlamış bile…

-Muhammed Demircinin özellikle iç saha maçlarında son 3-5 dakika oyuna girme zamanı gelmedi mi?

Geldi, hatta “genç oyuncu oynasın” manasında da değil; takımın ihtiyacı halinde şuanda. Guti’nin gidişiyle birlikte, Beşiktaşlı oyuncular arasında “derin pas” konusunda en önde gelen isimdir. Oyunun sonlarında sahaya sürülüp, çilingir vazifesi görebilir şu yaşında bile…

—Beşiktaş son yıllarda Avrupa’da lige oranla çok daha "istekli" oynuyor, en azından eskisi gibi birbirini tutmayan skorlar değil de daha dengeli, istikrarlı sonuçlar alıyor. Sence bu değişimin nedeni nedir?

Yabancı oyuncuların işi sıkı tutmaları, birinci ve en büyük sebep… Avrupa maçlarında her oyuncu konsantre oluyor oyuna ve yine her oyuncu “topun değerini” çok iyi biliyor. Böylelikle, karşımıza bir bütün şekilde hareket eden Beşiktaş çıkıyor. Yukarıdaki, genç yerliler konusunda dediğimize geliyoruz yine…

—Avrupa Ligi’nden beklentilerimiz ne olmalı? Gecen seneki gibi bir çeyrek final olursa bununla yetinmeli miyiz, yoksa bir basamak daha çıkmak esas hedef mi olmalı?

Ben Avrupa Ligi’ni, gelecek yıllardaki Şampiyonlar Ligi için “araç” olarak görüyorum… Hem alınacak puanlarla, Şampiyonlar Ligi gruplarında iyi bir torbaya kapağı atmak; hem de uluslar arası maç tecrübesi kazanmak için, Avrupa Ligi iyi bir mecra…

O nedenle, bu ligde olabildiğince galibiyet almak lazım. Mesela İsrail’den 3 puanla dönmek, hem UEFA sıralaması adına da artı puanlar; hem de Stoke City’nin İstanbul’a tatile gelme anlamını taşıyacak. Ki, Stoke City karşısında da bir galibiyet kaçınılmaz olur bu durumda…

Üst turlar ise, artık tamamen “akışına bırak gitsin” modunda… Mesela Atletico Madrid kupayı aldığı yıl, hiç de öyle şampiyon olacakmış gibi gitmiyordu. Hatta Caner kendini attırmasa, Galatasaray’a elenebilirlerdi. Hiç belli olmaz varılacak yer…

"Beşiktaşın son on yılda hiç bir zaman beki olmadı"

-4 büyük futbol liginden Beşiktaş’a herhangi bir şekilde benzettiğin takımlar hangileri, birer cümleyle açıklayacak olsan?

Takım oyunundan çok, başarıyı belli oyuncuların keyfi performansına bırakış şekli ve oyun anlayışıyla Atletico Madrid. (Zaten onlar da tıpkı Beşiktaş gibi zigzaglı skorlar alıyor.)

Yine rengi dışında, son dönemdeki transfer oburluğu ve genellikle karşılıksız kalması; her yıl yeni açılan sayfalarıyla Juventus. (Bu yıl, kör talih değişeceğe benzer biraz)

Belki başarı anlamında çok gerilerde kalsa da, şampiyonluk denince akla gelecek ilk camia olmasa da; taraftarlık yapısı başta olmak üzere, futbol dışı büyüsüyle yeri ayrı olan Liverpool.

Bundesliga’da pek benzettiğim takım yok, hep dibine kadar gelip bir türlü şampiyonluğu koparamayışıyla Schalke olabilir. Ama ben son zamanlardaki kulüp yapısı ve genç oyunculara bakış açısıyla, keşke Borussia Dortmund’a benzesek diyorum…


-90 yıllarda evde, okulda, işte; kağıt kalemi alıp dünya karmasını yapmak çok daha popülerdi. Hani şu Nesta ve Cannavaro'nun stopere sağa Cafu sola R.Carlos’un gözlerin kapalı yazıldığı yıllar… Şuan ki faal futbolculardan bize bir dünya karması yapsan?

Evet, bende de ders notlarından çok bu tip 11’ler yer kaplardı (gülüyor)

Casillas / Maggio Pique Ranocchia Coentrao / Meireles Xavi / Messi Pastore Cristiano / Aguero

Bazı noktalarda sübjektiflik söz konusundur (tekrar gülüyor :)


-Hadi bir de gelmiş geçmiş dünya karmanı yap bize :D

Yapalım (bu sefer beraber gülüyoruz) Ama şöyle bir şey yapalım, halen faal olmakla birlikte yaşları geçtiği için yukarıdaki 11’e yazamadığım bazı reyisler var, onları bu kategoride değerlendirelim. Ve de, direkt futbolculuk yıllarına şahit olduğum oyuncular arasında seçim yapmak istiyorum. Bu da 90’lardan itibaren demek oluyor…

Schmeichel / Cafu Cannavaro Nesta R.Carlos /Gerrard Vieira Zidane / Baggio / Ronaldo Batistuta

Gerçi böyle bir hücum ve ortasahanın arkasına, Hakan Kutlu’yu falan stopere koysak yine dünyanın gördüğü en iyi takım olurdu herhalde. (tebessüm)

—Son 10 yılda Beşiktaş’ta oynamış yerlilerden ve yabancılardan farklı birer 11 oluştursan?

Her iki kadro da, 100. yıl kadrosunu ve sistemini temel almak lazım. Yoksa zor olacak, zira Beşiktaş’ta “bek” diye bir kavram yoktu ki efsanesi olsun. (gülüyor)

Rüştü / Toraman G.Zan A.Yıldırım / K.Dobra Tayfur Tümer Üzülmez / Sergen / İlhan A.Dursun

Cordoba / Sivok Ronaldo Zago / Karhan Ernst Guinti Münch / Pancu / Nouma Bobo

Hafızamı yokladım, Holosko ve Hilbert’ten başka sağ kanat yok. O yüzden Karhan’ı oraya çeki verdim. Münch mü Tello mu diye çok düşündüm ama; Tello’nun daha çok forvet arkası iken başarılı maçlar çıkarttığını göz önünde bulundurdum ve Münch’ün sol kanat gelip, yardırıp, sol kanat gittiğini hesaba katınca bu kararı verdim. Zaten forvet arkasındaki Pancu, benim dokunulmazımdır.


—Avrupa’da seni kadrosuyla, teknik direktörü ve taraftarı ile en çok heyecanlandıran takım hangisi ve nedenleri?

Normalde bu 3 etken bir araya gelmez ama Juventus bu sene öyle olacak gibi… O nedenle her maçını takip ediyorum. Palermo da beni heyecanlandıran bir takımdır. Duygu patlamasının bol yaşandığı tribünleri, marjinal forma renkleri ve tabii ki tarihi şehri bende ilgi uyandıran etkenler oldu… Lakin son dönemde “genç al, parlat, sat” mantığıyla herkesin farkına vardığı bir takım oldu Palermo. Örnek bir kulüp yapısına sahip oldular, bu taraflarıyla da eğlenceli…

—Renktaş Juve geri mi dönüyor?

Öyle gözüküyor. Birçok denemeden sonra, tam bir kan uyuşması yaşayacakları teknik direktörü buldular sanırım. Conte, hem sonuç alıcı futbol oynatıyor hem de 4-2-4 vari sistemiyle, eldeki hemen hemen tüm hücumculardan faydalanıyor… Juventus’un çocuğu olması da ayrı bir artısı oldu. Bu sene sonuna kadar şampiyonluğu kovalayacaklardır ve şampiyonluğa oynamayı yeniden gelenek haline getirmeleri büyük olasılık.


"Roberto Baggio Süper Kahramanımdı"

—Ne olacak bu Roma ve Inter’in hali?


Bu sorunun içinde normalde Juventus’ta olurdu, sıyrılmış olmaları güzel (gülüyor)

Roma’da zaten gelenek oldu iniş, çıkışlar. Luis Enrique ile yeni bir maceradalar. Zamanla işler yoluna girecektir, tabi yarıda kesilmezse…

Ancak Inter’deki durum daha bir karışık… Mourinho ile kazanmaya çok alışan bir camia; son 1.5 yıldır “ne yaptığını bilemez” bir hal içine girdi. Gelen bir teknik direktör, gideni veya bir iki ay sonra gelecek olanla alakasız. Benitez gider, Leonardo gelir, o gider Gasperini gelir falan… Birbiriyle tek ortak noktaları, günün belli saatlerinde uyuyor olmaları o kadar… Klasik, irtifa kaybeden Türk takımı konumundalar yani.

"Sıfırdan takım kursam Messi'yi değil Ronaldo'yu alırım"

—Serie A da şampiyonluk favorin?

Juventus sonuna kadar bırakmaz, ama Milan olur gibi yine…

—Napoli peri masalı gerçeğe dönüşecek mi?

Zaten o masalı, kalıcı bir gerçekliğe dönüştürme operasyonu sürüyor… Bu yıl ilk 11’e tek bir nokta atışı transfer yaptılar: Gökhan İnler. Geriye kalanlar da alternatif transferleri oldu… Her geçen yıl, sistemlerini güçlendirecek ve bunu kaldırabilecek oyuncu kalitesine ulaşacaklardır. Sonuçta bir planları var…

—Del Piero?

Pazartesileri “bu ne fauller ulan?” gerekçesiyle az dışarı atılmadık lisede (gülüşmeler) Ama Del Piero faulüne geçiş yapınca bir güç geldi, ciddi ciddi frikikleri asmaya başladım. ( o gülüyor)

İlk futbol idollerimden biridir, yeri ayrıdır… Halen var oluşu, genç hissettiriyordu insanı. Ama önümüzdeki yıldan itibaren olmayacak…


—Roberto Baggio?

Baggio ise bir futbolcudan farklıydı …Hani çizgi romanlardan insanın unutamadığı kahramanlar olur ya; Baggio da öyleydi benim için. Süper kahraman gibiydi… Aklım futbola iyice erip de, izlediğim ilk turnuva Amerika 94’dü. Hakikaten de süper kahraman gibi sırtlıyordu takımını… Hele imajı falan apayrı zaten… O saç modelini x bir futbolcuya yapsa, “amk dengesizi!” diye tepki toplar. Yalan mı? (hem kopuyoruz hem de başımla onaylıyorum) Her şey oturuyordu adama, penaltı kaçırışı bile karizmaydı arkadaş… Elleri belde üzülüşü falan… (ağlıyoruz) :)

“Alex'i durdurmanın bir tek yolu var”

—Çok klasik fakat Messi mi Ronaldo mu?


Ben de klasik giriş yapayım madem, “ikisi de farklı oyuncular…”(lafı çakıyor:) ) Ama öyle gerçekten… Şöyle ki; “olmuş” bir takıma sahipsek kesinlikle Messi. İyi yardımlaşan, rakip kale önünde çabuk çoğalan bir takımda Messi durdurulmaz. Sadece dripling, bitiricilik, verkaç anlamında da değil. Etrafını pozisyona sokma anlamında da inanılmaz bir oyuncu oldu. Son sürat topla giderken, Guti pası atıyor resmen. Hatta kısa mesafedeki derin toplarda, dünyanın 1 numarası.

Ancak Ronaldo, daha bir “tek başına takım” kıvamında adam. Birçok şeyi yapabiliyor… Yani şöyle diyeyim; sıfırdan bir takım kursam ve bana Messi ve Ronaldo’dan birini alma hakkını verseler, Ronaldo’yu alırdım...


“İbrahim Üzülmez, Gerard’ın solundan atıp, sağından geçti”

—Beşiktaş’ın güzel bir gol attığı maçta Fenerbahçe'yi yenme sansını ne olarak görüyorsun? :)

Fink’in golü sonrası kazanıldı ama ya. :) Gerçekten ilginç bir durum; ya alakasız, ya da son dönemdeki formuyla tartışılan adamlar, Fenerbahçe’ye hayatının golünü atıyor. Gönül ister ki, Ronaldo’da olduğu gibi son derece estetik yoksunu goller atılsın, ama Beşiktaş kazansın. Nedense pek olmuyor bu…

Aslında tamamen rastlantı da değil bu biliyor musunuz? Bir takım, belli bir eşleşmede genellikle jeneriklik gol atıyorsa, bir sorun vardır. Normal bir gol atacak kadar, oyunda hakimiyet kuramamış; ancak tahmin edilemez bir şekilde gol atma imkanı sağlamıştır… Son derbilerde de durum bu ne yazık ki.

Keza Quaresma’nın da normal gol atamaması, gollerinin sürekli jeneriklik olması bu sebepten.

—Alex can sıkmaya başlamadı mı? Her maç her maç… :)

Mahalle maçlarında böyle sıkıntı yaratan adamlara “şşşttt annen çağırıyormuş lan…” şeklinde baskı kurar, kafa karıştırırdık. Öyle bir şey mi yapsak bilemedim ki?

"En iyisi Milne’di"

—Unutamadığın 3 Beşiktaş golü ve kısaca nedenleri.

Feyyaz – Göteborg

İnönü’deki rövanş maçıydı. Avrupa kupalarındaki gol hesaplarını yeni yeni çözmeye başlamıştım… Bu golün aslında yetmeyeceğini biliyordum. Ama fazla bir sevinç tepkisi vermiştik bu gole ailecek, statta çıkan ses de öyleydi galiba. İyi oynamamıza rağmen, bir türlü topu içeri atamıyorduk. Hem bu nedenle, hem de Mrkela’nın sıfıra inişi ve Feyyaz’ın uçarak kafası ile estetik ürünü bir gol oluşuyla sanırım…

Ahmet Dursun – Barcelona (2. Gol)

Böylesine büyük takımlara karşı atılan ilk gol elbette sevindirir, ama akılda bir “acaba…” vardır. Maçın o şekilde bitmeyeceğini bilirsin… Nitekim, San Siro’da da Tayfur’un golüyle öne geçmiş ama sonra 4 tane yiyip oturmuştuk.

Lakin böyle maçlarda gelecek ikinci gol, “oluyor galiba!” havasını verir. Ahmet Dursun’un Dutruel’in üzerinden aşırdığı top da öyleydi… Ki o topun o noktaya gelişi de muazzam. İbrahim Üzülmez, Gerard’ın solundan atıp, sağından geçti… İşte o an, sonu golle bitmese bile unutulmazdı.

Bobo – Liverpool

Yine yukarıdaki sebeplerle aynı… (gülüyor) Galibiyet golüydü çünkü o artık. Nitekim atılış şekli olarak da mükemmeldi…

—Sana göre tarihimizdeki en başarılı teknik adam kimdir?

1- Bako, 2- Recep, 3-Kadir, 4-Gökhan, 5-Ulvi, 6-Şenol, 7-Feyyaz, 8-Rıza, 9-Mehmet, 10-Ali, 11-Metin.

Gayet velet yaşta olmama rağmen, halen Beşiktaş denice aklıma tereddütsüz sayacağım bu 11 geliyorsa; bu ürünü ortaya koyan adamın ismidir cevap: Gordon Milne.

—Bir kitap tavsiye edecek olsan?

Muhabbetin bu noktasına kadar sabırla okuyan bir insan, öncelikle iyi bir futbolsever olsa gerek :) O yüzden, bir futbol kitabının adını vermek isterim. Sevgili Noatsamisa’nın vakti zamanında hediye ettiği “Inverting the Pyramid: The History of Football Tactics”, meraklısı için çok farklı bir eserdir… 1930 FA Cup finalinde, Arsenal’e karşı 2-3-5 oynayan çılgın Huddersfield’ler falan… :)

—Dinlediğinde iste Beşiktaş dediğin bir şarkı?

U2 – With or Without You

Sonkartallar blogu olarak bu güzel sohbet için Mustafa Demirtaş'a (Cartalete) teşekkür ediyoruz.


11 Kasım 2011 Cuma

Cartelete ( Mustafa Demirtaş ) Röportajı İlk Kısım


Blog yazarlarından sevgili Cartelete Blog'un yazarı Mustafa Demirtaş'la güzel bir röportaj gerçekleştirmiş. Sözü fazla uzatmadan bu güzel sohbetin ilk kısmını paylaşalım.


-Sence Beşiktaş ligde bu haftaya kadar başarılı mıdır?

Beşiktaş kazanması normal olan maçları kazandı, kazanması ekstra başarı sayılacak maçları kazanamadı. Bir tek Bursa maçı var işte, ama o da Kayseri karşısındaki ekstra mağlubiyetle dengelendi. Bir derbi yaşandı, berabere bitti…Ne başarılı, ne de başarısız diyebilirim. Normal seyirde gidiyor. Ama Avrupa’da net başarılıdır şuana kadar.


-Beşiktaş'ın şampiyonluk şansını nasıl görüyorsun?


Eskilerin bir futbol deyimi vardır: “okyanusu aşıp, derede boğulmak.” Misal, dışarıda Trabzon’u yenip, içeride Gençlerbirliği’ne puan verilmesi durumunda söylenirdi. Play-off öncesinde, şampiyonluk derede boğulmamakta geçiyordu; ancak artık öyle değil. İlk 4’e kalındıktan sonra, play-off grubunda okyanus savaşları yaşanacak.

Dinamo Kiev maçından önce sorulsaydı bu soru, cevabım daha negatif olabilirdi. Ancak o maçla Beşiktaş, son döneminin aksine “final maçlarını” geçebileceğini gösterdi. Stoke City, Fenerbahçe maçlarındaki oyununun bir tık üzerine çıktı. Sadece savunma anlamında değil, iyi savunma yaparken de gole yakın olabileceğini; topsuz oyunda herkesin ciddiyete bürüneceğini gösterdi. Beşiktaş’ın bu sistemi seri galibiyet alamaz ama büyük maçlarda oldukça etkili olur. O yüzden, pek haz etmiyor oluşuma rağmen; play-off’un Beşiktaş’ın işine geleceğini düşünüyorum. Trabzonspor ve Fenerbahçe takım yapısı olarak fark atmıştı Beşiktaş’a, ama orada da bireysel anlamda büyük kayıplar oldu. O yüzden, şampiyonluk şansı son yıllara nazaran yüksek diyebiliriz.


-Carvalhal hakkında ne düşünüyorsun?


Biran önce insan hakları mahkemesine başvurması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben hayatımda bu kadar işkence gören teknik direktör görmedim… Aslında gayet çalışkan ve sürekli arayışta olan bir hocadır kendisi. Ancak başında bir Portekizli futbolcu eşrafı var ve biliyor ki; Beşiktaş’a geliş sebebi de hem onlarla aynı vatandaşlığa, hem de aynı menajerlik şirketine bağlı olması… O yüzden birçok konuda eli kolu bağlı; kağıda kadroyu yazarken bazı isimleri tükenmez, bazılarını kurşunla yazıyor…

Bir de adama selamın aleyküm yerine “Tayfur Havutçu?” deniyor her muhabbet öncesi. Bir de geçenlerde Tayfur maketini koymuşlar yedek kulübesine, dediğim gibi direk insan hakları mahkemesine gitse yeridir…

Yani, kendisinin eknik direktörlüğüyle alakalı konuşmak yersiz bence… Çünkü tam olarak nasıl bir hoca olduğunu anlamamız için uygun bir ortam yok.


-Bir gün Tayfur bulunduğu yerden çıkacak, o gün Carvalhal'li Beşiktaş ligin zirvesinde olursa gerçek bir kaos olmayacak mı?


Kaos olur ama puan tablosundaki durum, işleri kolaylaştırır. Beşiktaş zirvede olursa, başkanla birlikte bir basın toplantısı yapar Tayfur Hoca. “Yoruldum ben, bir süre görüşmeyelim futbol…” tarzında bir açıklama... Başkan da, cebinden Deli İbo’ya verdiği pazıbanddan bir tane de Tayfur Hoca için çıkartı mı tamamdır. Olay kapanır. Durum kötüyse, “zaten Tayfur Hoca gelene kadardı seninle saadet” denir, Carlos’a bir görev bulunur.

“İhtiyaç halinde, sportif direktörlük için camı kırınız!”


-Carvalhal'mi Tayfur mu?


Aslında ikisini de çözecek kadar fırsatımız olmadı. İkisi de olağanüstü durumlarda takımın başına geçti. Ama hissiyatım, rahat çalışan bir Carvalhal’in Beşiktaş için daha uygun düşeceği şeklinde.


-Play Off hakkında ne düşünüyorsun?


Ufak bir periyotluk heyecan için, koca normal sezonu yalan ettiler… 1. bitirmenin hiçbir anlamı yok. Daha önce normal sezonu 1. bitiren, en azından Şampiyonlar Ligi elemesini cebine koyuyordu; şimdi o da değişmiş. Şampiyon demek, tüm maçlar sonunda öyle veya böyle işi zirvede bitiren takım demektir. O yüzden akil adamların liginde, durum böyledir. Ş

imdi normalde şampiyon olan takımın, 4. bitirme ihtimali var ligi. Tamamen saçmalık…


-Tribünlerin yarısı bile dolmuyor, sence ana nedeni nedir?


Birçok sebebin, birleşmesi bence… Öncelikle yönetimin icraatları, insanların Beşiktaşlılık duygusunu zedelemeye başladı; bu bir gerçek. Yıldız transferleri de, işi bir yere kadar dondurdu sadece. Üzerine bir de şike operasyonu, play-off gibi tümden Türk futbolunu küçülten sebepler de geldi. Yetmiyormuş gibi, kombine & bilet fiyatlarına da abanılıyor gayet. Bence iyi bile doluyor yine de…

Ama son Dinamo Kiev maçı gösterdi ki, en büyük sebep pahalılık. Biraz indirim oldu, stat doldu hemen. Tribüne giden taraftarın yaş ortalaması oldukça düşüktür. Onları tribüne çekmenin ilk şartı da uygun bilet. Avrupa’da iç saha galibiyeti zaten önemli, son yayın gelirleri dağılımıyla artık lig maçları da önemli. Sadece puantaj değil, maddi açıdan da… O yüzden 3-5 hesabı yapmayıp, bu tribünlerin dolması için gerekli indirimlerin sürmesi lazım, geri dönüşü oluyor çünkü.


-Bu sezon için en yararlı transfer sence kim ? Nedenleri?


Kesinlikle Egemen.

Belki en çok dudak bükülen transferdi, ama o olmasaydı çok sorun yaşanırdı Ersan sakatlığı sonrası. Hem şuanda en iyi performans gösteren stoper hem de kontenjan rahatlığı sağladı, onun varlığıyla sağbekte Hilbert kullanılabiliyor.

-Ne olacak bu Guti'nin hali?


Aslında halinin ne olacağı belli, maalesef artık Beşiktaş formasıyla pek göremeyeceğiz gibi. Maalesef diyorum çünkü, bu krizin pek iyi yönetilmediğini düşünüyorum. Guti’nin bir farkı vardı; onu kullanmak demek, bütün takımın performansını yükseltmek demekti. Yani bir “yıldızın” üzerine sistem kurulacaksa, bu Guti olmalıydı. Geçen sezonun ilk yarısıyla, sonrasındaki en büyük fark Beşiktaş’ın oyun anlayışıydı bence. Yoksa Guti o zaman da gececiydi gayet:…


- Besiktas'ta hem saha içinde hem saha dışında bir lider eksikliği yok mu?


Lider denilince, benim aklıma skora isyan eden oyuncu modeli beliriyor. Mesela gördüğün en iyi lider oyunculardan biri Pancu’ydu… Özellikle 100. yıl surlarında. Benim için liderlik budur; sahada skor ne olursa olsun kabullenmemek, teslim olmamaktır. Bu tip oyunculardan 4-5 tane olsa, zaten diğerlerine de otomatikman yansıyacaktır.


-Bebe sakatlanmasaydı...


Birçok şey değişirdi; çünkü Beşiktaş’ın sistemindeki tek forvet oyuncusu, çoğunlukla taştan ekmek çıkarma durumunda kalıyor. Bebe de, eldeki alternatifler arasında bu konuda en iyiydi. Güçlü, çabuk ve teknik… Hele de, Simao ve Quaresma’dan birinin oturacağı; Bebe’nin kenar forvette, Pektemek’in ortada kullanıldığı bir sistemde çok iş yapardı. Ferdinand etkisi bırakır giderdi… Bakalım, belki play-off’a kadar tekrar form tutar.


-Aklına en çok yatan 11'i bizimle paylaşabilir misin.


Şuandaki form durumları itibariye;

Cenk / Hilbert Sivok Egemen İsmail / Necip Ernst Veli / Holosko Pektemek Simao


-Beşiktaş seni takımın transferinde tam yetkili scout olarak işe alsa mantık çerçevesi içinde yapacağın ilk 3 transfer kimler olurdu?


Beşiktaş’ın şuanda 3 bölgede ciddi eksikliği var. Birincisi, ortasahadaki direnç eksikliği… Hem Aurelio, hem de Ernst; yeterli maç temposunu kaldıracak durumda değiller. Ortasaha süpürücüsü olarak, güçlü ve en önemlisi enerjik bir ismin kazandırılması lazım takıma. Fransa liglerinde bunlardan kiloyla satılıyor aslında; adı M’xxx, N’xxx gibi başlayan herhangi birini bulup getirebilirler, uyar… Ama ben isim vereyim yine de; gerçi ne Fransa’dan kendisi ne de adı N’, M’le başlıyor: Papakouli Diop… Kendisi Racing Santander gibi vasat bir takımda olduğu için, yeteneklerini fazla gösteremiyor. Onda iyi bir takımda, çok iyi işler yapacak bir kumaş sezinledim. Sadece fizik olarak değil, teknik olarak da yüksek seviyede sayılacak bir oyuncu. 86 doğumlu, neredeyse 10 yılı var önünde…

İkinci eksiklik ise uzak forvet bölgesi. Burada hem top taşıyacak, hem de ters akınlarda cezasahasında forvet sayısını ikileyecek bir isme ihtiyaç var. Elde bu model bir tek Holosko var; Pektemek ve Edu da idare edebilir… Bebe, tam bu model oyuncuydu ama artık pek hayır geleceğe benzemiyor. O yüzden buraya bir isim önermek isterdim, bu kez Fransa’dan: Sochaux’lu Modibo Maiga.

Bir de Schuster’in dile getirdiği; bitirici, hızlı, topun gideceği yeri sezen ve direk gole giden bir forvet eksikliği söz konusu. Özellikle rakibi domine etmekten ziyade, ani kapılan toplarla sonuç almaya çalışan Beşiktaş tarzı takımlar için; Almeida tipi oyuncudan ziyade, böyle Emenike tarzı forvet modeli daha çok ihtiyaç oluyor. Benim burada mantık çerçevesindeki önerim Christian Benitez olurdu. Tarife tam uymakla birlikte, siyah damıtılmış ten rengi sebebiyle de bir başka eksikliği kapatacak bir oyuncu. Birçok konuda da Amokachi’ye benziyor. Hem dripling kabileti, hem boyu – posu, hem de sakatlıklar sebebiyle Premier League macerasının kısa sürüşü…


-Şimdi de seni Beşikta'ın Teknik direktörü yapıyoruz ve ilk olarak yollarını ayırmak istediğin oyuncuları öğrenmek istiyoruz.


Bilindiği üzere financial fair play muhabbeti sonrasında kulüpler; şahıslara ve kurumlara olan borçlarını tamamen kapatmakla birlikte, bundan böyle gelir seviyesinin üstünde borçlanmaya gidemeyecek. Beşiktaş’ın da ufaktan kemer sıkma politikasına girişmesi gerekiyor. Bunun için ilk yol, çılgın seviyeye çıkan oyuncu maaşları ortalamasını düşürmek olmalı… O yüzden, ben de ilk buna bakarım yolları ayıracağım oyuncuları seçerken.

Hazır para ediyorken Quaresma ve Almeida’yı satardım mesela. Bu birçok şey demek; hem ek gelir, hem 6 milyon Euro’dan fazla maaş kuruluşu, hem de sisteme daha uygun oyuncuları yerleştirmek için açılan bir kapı olurdu. Edu, Guti zaten gidiyor sene sonunda. Kendisine gereksizce yüklenildiğini düşünsem de; Edu da, maaş – fayda ekseninde pek ideal oyuncu değil, kesa 1.800 alan Holosko da. İyi bir scout sistemiyle, onların yaptığı işi yapabilecek ama 3’de 1 maaş alacak oyunculara yönelirdim ben olsam. Özellikle yabancı konusunda… Şuanda kadroda, “biran önce kurtulmak gerek!” diyebileceğim bir yerli yok gibi.


-Bilmem dikkatini çekti mi Beşiktaş öne geçtiği maçlarda ikinci golü net pozisyonlara girmesine rağmen bir türlü atamıyor, burada bir lakaytlik mi söz konusu yoksa öz güven eksikliği mi?


Biraz özgüven eksikliğinin etkisi var, Beşiktaş kolay maç kazanan bir takım olamadıkça kendine güvenini kazanamıyor… Ama daha çok yetenek eksikliği diyebiliriz. Her ne kadar son maçta 3-0’ı yapamasa da, Pektemek dışında net pozisyon yakaladı mı peşinen “gol!” diye ayağa kaldıracak bir oyuncu yok elde…


-Necip A takımda 3 yıldır iyi kötü forma şansı buluyor, sence ofansif yönünü beklenilen düzeyde geliştirebildi mi?


Soğukkanlılık, doğru tercih ve pas isabeti olarak eksiklikleri vardı, bu konuda bir gelişme gösterdiği gerçek… Necip’in 17 yaşındayken de, en belirgin ofansif özelliği dripling kabiliyetiydi aslında. Ama bir ortasaha oyuncusu dripling kabiliyetini sonuca ulaştırması için; hem “zamanında etkili pas” hem de “uzun şut” özelliklerini kazanması gerekir. Pas konusunda öğreniyor; son maçlarda Almeida’ya attığı gollük derin toplar da mevcut. Ama şut konusunda hala çok geride… Oysaki gerek dönen topları almadaki pozisyon bilgisi, gerekse kendi önünü açacak kadar top sürme yetisi sayesinde çokça şut pozisyonu buluyor. Geliştirirse, işte o zaman çok büyük skor katkıları yapacaktır.


-Nihat'tan sonra alt yapıdan gerçek anlamda "star" bir futbolcu çıkartamadık sence bunun nedenleri neler?


Nedeni, örnek verilen oyuncunun nasıl o seviyeye ulaştığı sorusunda saklı… Toshack olmasa, Beşiktaşlı Nihat Kahveci’den habersiz olacaktı, belki o da birçok takım arkadaşı gibi amatör kulüpleri gezip, “yahu ne yetenek vardı bende ama bir fırsat yakalayamadık” hayıfçıların saflarına katılacaktı. Yine Toshack olmasa, San Sebastian da Nihat’tan bihaber olacaktı… Raynald Denoueix olmasa, Nihat’ın aslında Dünya standartlarında bir forvet oyuncusu olduğu bilinmeyecekti…

Yani; şans, fırsat, ısrar, doğru teknik direktör, doğru kullanım... Genç futbolcular için bu dış öğelerin birleşmesi gerekiyor, diğer sebepler ise kendi içinde. Nihat anlatılana göre, antrenman sonrası da tek başına duvara şut çeken, etrafı tarafından “sıyrık” muamelesi gören bir çocukmuş… Her şey de şans değil yani, bunu istemek daha sonra da değerlendirmek gerek.


-Egemen'e ayrı bir parantez açmazsak olmaz, Egemen sahada savaşıyor, Egemen kritik goller atıyor, topu çizgiden çıkartıp, hayati müdehaleler yapıyor, maç bitiyor kapalıya üçlü çektiriyor, sence de tribün Ilhan Mansiz ve Nouma'dan sonra özlediği isyankarını bulmadı mı?


Egemen’in bu doğrultuda kendini çabuk kabullendireceğine dair şüphem yoktu. Çünkü Egemen tipi oyuncuların kaderi budur; kendi taraftarı aşırı sever, kalan bölüm nefret eder… Her takıma bu tarz adamlar lazım, Beşiktaş’a bu aralar daha da lazımdı… Büyük bir boşluğu giderdi diyebilirim. Benim tereddütlerim, Ersan varken yeterli düzeyde forma şansı bulamaması ve zamanla ıskarta adam muamelesi görmesi ihtimalindeydi. Ancak Ersan’ın sakatlığı, onu taktiksel anlamda da değerli kıldı mücadeleci karakterinin yanında…


-Rıdvan Dilmen milli takım aday kadrosu açıklanmadan önce Caner'in kesin milli takımda oynayacağını söylüyor, sonra bakıyoruz Caner milli takımda, ne düşünüyorsun?


Yani 20 senelik arkadaşlar, muhtemelen muhabbeti geçmiştir Oğuz’la aralarında. Yani o bir öngörü, fikir vermeden ziyade; kelini görüp Altan girsin demeye benziyor. :)


-Hırvatistan maçlarından ne bekliyorsun?


Hırvatistan da bizim milli takıma benziyor. Topa sahip olma konusunda “ulan ne oynuyor adamlar” görüntüsü veriyor ama sonuç yok, gol pozisyonuna bakıyorsun orantı bozukluğu var… Ama yine de, bireysel anlamda daha tehlikeli oyunculara sahipler. Kelebek etkileri belirler play-off’u geçeni. İstanbul’da gol yememek birinci şart, 0-0 bile çok kötü bir skor değil. Eğer rövanşta Hırvatistan beraberlik lüksünü cebine koyarsa geçmiş olsun. Yok, eğer kazanmak zorunda olurlarsa, raydan çıkma ihtimalleri yüksek. Çünkü onlar da takım olarak “kendine güvenleri” sağlam değil. O yolda gidiyorlardı ama Semih’in golü, adamlarda restart etkisi yarattı…


-Milli takımda revizyon oldu deniliyor geçen seneden değişik sadece Nihat, Tuncay, Semih ve Aurelio oynamıyor, sence revizyon kelimesi biraz fazla kaçmıyor mu? (Bu adamlar da bu yaşla ve performansla bir zahmet oynamasın artık)


Aslında sorunun cevabı parantez içersinde gayet güzel verilmiş. :) Ama ben Tuncay’ın birden silinmesine anlam veremedim. Onun milli takımlarda kötü maçını hatırlamıyorum desem yeridir. Hatta bizi gruptan çıkaran maç Belçika’yla oynanan İstanbul’daki maçtı. Orada fol yok, yumurta yokken; Tuncay’ın bireysel isyanları Kompany’e kırmızı yolunu açmış, sonrasında maç gelmişti…

Onun dışında, bir revizyon olmadı bence de. Egemen, Selçuk ve Burak takıma girdi geçen yılların milli takımından farklı olarak; o da Hiddink’in mi yoksa Şenol Güneş’in mi armağanı, tartışılır. Aslında tartışılmaz… Hiddink’in koyduğu en radikal şey, Gökhan Töre’ye verdiği süreler oldu sanırım.


Röportajın ikinci bölümü çok yakında... :)

31 Ekim 2011 Pazartesi

Saygıyla Eğiliyorum


Erdem Ulus yazmış, daha doğrusu döktürmüş. Noktası virgülüne dokunmadan, ve affına mağruren burada paylaşmak istedim. Ne kadar çok kişi okursa, bilgilenirse o kadar iyidir...

Maç öncesinde Beşiktaş yedek kulübesinin hemen yanında Tayfur Havutcu’yu gördüğümde çok şaşırdım.

Tayfur Hoca dediysem, kendisi değil tabii ki, maketi.

Beşiktaş yönetimi yine kendi aklınca jest yapmış, sözde ihmal ediliyor diye yazılan Tayfur Hoca’ya sahip çıkmış?

Tayfur Havutcu’nun gerçek ebatlarda bir maketi, aynı canlı gibi, ne yalan söyleyeyim irkildim.

Tamam Tayfur Hoca’ya inancım her Beşiktaşlı gibi tam. Bu takımın gerçek hocası da o, kabul ama bu kadarı biraz fazla.

Her kötü sonucun ardından yerle bir edilen ve bu takımın teknik direktörü olarak kabul edilmeyen, dışlanan, her fırsatta ezilen bir insan var hemen o maketin yanında. O da, Carlos Hoca!

Karşıdan baktığınızda hangisi canlı, hangisi maket anlaşılmıyor aslında.

Yanına yaklaştığınızda hangisi bu takımın başında hangisi tutuklu o da çok belli değil bana kalırsa.

Tayfur Havutcu, Serdal Adalı, Ahmet Ateş. Birinin diğerinden farkı mı var yoksa? Tayfur Beşiktaş’ın çocuğu da diğerleri üvey evlat mı oluyor bu durumda?

Ya Serdal Adalı? Onun maketi nereye asılacak statta? Sahi Ahmet Ateş nerede duruyordu maçlarda?

O vakit şeref tribününe de bir 'Serdal Adalı Heykeli' koysaydınız ya?

Tayfur Hoca’nın maketini kulübeye dikenler Carvalhal’i görmezden geldiler. O ses çıkarmıyor. Hatta yanında durup poz veriyor. Ama yüzü gülmüyor.

Carvalhal her şeyi aşmış bir hoca, kompleksleri, ihtirasları yok. Aslına bakarsanız kaybedecek de bir şeyi de yok.

Hocalığı bir tarafa, o bu dünya da yaşanabilecek her türlü acıyı yüreğine gömmüş bir baba.

İki evladını bir trafik kazasında kaybetmiş.

Bir oğlu olay yerinde ölürken diğeri hastanede kollarının arasında can vermiş. Canı çok acımış, nasır bağlamış. Bir ara her şeyden vazgeçmeyi istemiş ama pes etmemiş.

Ölmenin kolay olduğu bir zamanda yeniden doğmayı seçmiş. İki çocuğunun acısını yüreğine gömüp Beşiktaş’a gelmiş ve bu anlattığım hikayeyi de takımla yaptığı ilk toplantıda futbolcularına kendisi anlatıp yardım istemiş. Bana yeniden yaşama şansı verin. Ben buraya ölmeyi reddederek geldim.

Beni üzen, o yokmuş gibi davranmak, her başarısızlıkta acımasız eleştiriler yapıp en ufak başarıda başkasının adını haykırmak.

Sahi sen kimsin Carvalhal? Neden geldin İstanbul’a? Burası senin yeniden doğacağın yer değil anlayamadın mı hala?

Mağlup bitirilen bir maçın ikinci yarısında Rüştü’nün de takım arkadaşlarına seni göstererek isyan ettiği gibi. “Şu adamın hırsının yarısı bizde olsa kazanılmadık kupa kalmaz ortalıkta!”

Senin yeniden var olma savaşı verdiğin bu takımda, yürümekten aciz yıldızlarla gökyüzüne uzanamazsın hoca!

Senin yaşam mücadelesi olarak gördüğün bu takımda ruhunu teslim etmiş futbolcular olursa, yeniden doğmak imkansız bu topraklarda.

Hani bir sabah Metris'e gidip Tayfur Hoca’ya anlattın ya Bu takım senin takımın, başarılı olursam bu senin başarın ama başaramazsam tüm suçlu ben olacağım”

Kendi tabirinle ikinci hayatında, ikinci bir şansın olmayacak bu takımda. Adın, yangında en son kurtarılacakların arasında.

Unutma sen bu takımın emanetçisisin. Var ile yok arasında.

Beşiktaş’taki geleceğini bilmem ama bundan sonraki hayatında yüzün her golden sonraki gibi gülsün.

Sonuç ne olursa olsun, sen emanetine asla ihanet etmedin.

Ve tüm bunları kazandığın bir maç sonrası bilmeni istedim.

Sen belki çocuklarını kaybettin ama şimdiden Beşiktaş'ın çocuğu olmayı hakkettin.

Selam sana Carlos Hoca. Tüm kaybettiklerin adına...