21 Kasım 2011 Pazartesi

Cartalete Röportajı İkinci Kısım


—Altyapı direktörlerimiz, yöneticilerimiz, antrenörlerimiz de tıpkı A takım gibi her sene değiştiriliyor. Sanırım arama ekibi çok iyi, yoksa bu plansızlık içinde çıkan gençleri görünce insan şaşırıyor. Sağlıklı, planlı, programlı bir özkaynak yapısına geçsek; daha bir akıl almaz sonuçlar elde etme şansımız olmaz mı?

Aslında alt yapıda, görünenden çok daha fazla sorunlar var. Çünkü yukarıdan hiçbir şekilde ilgi yok… İşini çok iyi yapan insanlar var sadece arada, işte onlar da bazı oyuncuları buluyor; gerçekten de yetenekli çıkıyorlar ama ilgisizlik sebebiyle bir sonuca varılamıyor. Tamamen spontane bir düzen var yani, bahsettiğiniz üzere bir planlama asla yok. Plan, program olursa, çok şey değişir tabi ki… Her anlamda çok şey değişir. Düz mantık: Necip olmasa, o bölgeye yerli bir transfer yapmak için en azından bir 4-5 milyon Euro’yu harcamak gerekecekti. Şimdi o para cepte kalırken, Necip’in iyi bir fiyatla Avrupa’ya açılması ekstradan gelir anlamı taşıyacak… Manevi artılarını hiç saymıyorum bile. İşte bunların istisnai durum olmaktan çıkarıp, bir kulüp yapısı halini alması gerek… Ama pek öyle olacakmış gibi gözükmüyor, en azından kısa vadede öyle maalesef.

—Onur, Burak, Mehmet, Atınç, Muhammed, Furkan, Cankurt, Erkut hiç forma sansı bulamayan oyuncular formayı bırak çoğu 18 yüzü göremiyor… Sence esas olarak alt yapının başına getirilen Carvalhal'in, bu oyunculara hiç şans tanımaması sonrası için bir handikap yaratmaz mı? Carvalhal bir gün altyapının başına geçtiğinde, nasıl bu futbolculara güven aşılayacak? Nasıl onlara “A takımda oynayabilirsiniz!” mesajı verecek?

Carvalhal şuanda A Takım’ı çalıştırmakla yükümlü. Üstelik, başarılı olması durumunda bu seviyede kalma ihtimali de yüksek… Şunu çok iyi biliyoruz ki, bir teknik direktör isterse alt yapıdan Messi çıkartsın; puan tablosundaki yeri iyi değilse gider. O yüzden ben, Carvalhal’in hedef maçlarında hazır oyuncuların dışına çıkmamasını anlarım. Üstelik Tayfur Havutçu, hiçbir anlamı kalmayan lig maçlarının sonuncusunda bile, eli titreyerek gençlere şans vermişti. Carlos için pek öyle bir fırsat olmadı. Bu sene Türkiye Kupası da grup şeklinde oynanmayacak, bununla beraber kadro derinliği de geçen senelere göre iyi sayılır… Gençlerin önünü kapatan etkenler artıyor.

Ama şu da var; bu çocuklar için 18’e girmek bile büyük lütuf oluyor maddi – manevi. Maddi diyorum çünkü milyon Euro alan futbolcu için galibiyet primi pek anlamlı olmaz. Ama alt yapıda, birebir duyduğum ve profesyonel sözleşmesi olmasına rağmen, ağabeyinden harçlık isteyen oyuncular mevcut… Onlar için galibiyet primi, neredeyse değişen hayat demek. Ayrıca, gelecekten umutlanmak demek… Saydığınız isimleri sırayla alırsın 18’e, skor garanti altındaysa (ki söz konusu Beşiktaş olunca, bu 80 maçta 1 denk geliyor) oyuna bile sokabilirsin. Ama hiç yoktan, 18’e girmeleri bile bir şeydir…


"Necip için düşüşte trendi başlandı"

—Seneye Antalyasporlu Emrah Başsan ve Eskişehir’den Alper Potuk’un alınması durumunda, transfer bitti diyebilir miyiz?

Emrah ve Alper benim de oldukça beğendiğim oyuncular. Lakin Emrah’ın bölgesinde oynayabilecek, yetenekli isimler vardır alt yapıda. Erkut, Muhammed, Ali İhsan gibi… Hatta alt yapıdaki yetenek birikimi; bu kanat – forvet bölgesinde yoğunluk kazanmış durumda. Ama Alper gibi bir model yok… Hatta Türk futbolunda da yok böyle, topu alınca yüzünü rakip kaleye dönen ve direkt olarak dikine oynamayı seven bir ortasaha. Tek Alper transferiyle bile, yerli transfer olayı kapanır. Ama yabancılar konusunda bir düzenleme şart.


—A2’den kiraya verilen Sezer, Cumali, Erkam, Oğuz ve Emre gibi futbolcuların geri gelme şansını ne olarak görüyorsun?

Emre Özkan, Tigana döneminden bu yana radarımda olan bir oyuncu. Bu sene zirve yapıyor artık, bir Süper Lig takımında banko oynuyor. Fizik olarak da hem defansif bek hem de stoper oynayabilecek yapıya sahip. Önemli bir alternatif olabilir kadro içinde. Gelecek yıl, kadroda kalma anlamında en şanslı gözüken o. Sezer de iyi durumda ancak stoperde bir bolluk söz konusu. Ersan da iyi dönerse; Atınç’la birlikte toplam 4 sol ayaklı stoper oluyor. Kiralanmaya devam edebilir o nedenle… Oğuz kendini gösteremeden Siirt’e sürüldü. Ondan ümitliydim, üstelik sağbek ihtiyaçtı. Ancak her maç oynuyormuş, keza Erkam da öyle… En azından maç tempoları artıyor. Cumali, Volkan, Furkan ise pek fırsat bulamıyorlar gördüğüm kadarıyla, onların işleri biraz zor gibi. Oysa Furkan, stoper değil de; süpürücü ortasaha olarak değerlendirebilir gelecekte. Kısaca: Aurelio bölgesinde…


-Cenk, Ismail, Ersan, Necip, Veli, Mustafa Pektemek ve arkasından isimlerini say say bitiremeyeceğimiz Onur, Muhammed, Sezer, Burak, Cankurt, Erkut, Doğukan ve daha aklımıza gelemeyenler… Beşiktaş’ın elinde gerçek bir maden yok mu? Saydığımız 5 isim artık 11 oyuncusu ve 23 yaş altı milli takımı gibi…

Kesinlikle öyle. Zaten ben “Beşiktaş’ın yerlileri kalitesiz” şeklindeki genel görüşe hiç katılmamışımdır. Çok ciddi genç yetenekler var ama ortak özellikleri, birer takım oyuncusu olmaları… Yani onlardan faydalanmak için, öncelikle iyi bir takım yapısına bürünmek gerekiyor. Bu da, yabancı seçimlerinden geçer… Bence asıl sorun, yabancı oyuncularla güzel bir ekol yaratılmamış olması. Yoksa iyi işleyen bir takım yapısında, bu saydığınız genç yerlilerin hepsi performansının üstüne çıkacaktır.

-Gelen efsane başarıların hep özkaynakla gelmesi gibi bir realite ortada dururken, Beşiktaş'ın şuanda maden ocağına benzeyen özkaynağına bu kadar sırt çevirmesinin bir tek mantıklı açıklaması var mı?

Benim için bunun mantıklı açıklaması yok, ama yönetim için var demek ki… Kabul etmek gerekir ki, o dönemin Beşiktaşlı profili de değişmiş durumda. İsimli bir transfer, alt yapıda olup biten olumsuzlukları unutturuyor. Ki zaten bunu dert eden Beşiktaşlı sayısı da pek fazla değil… Çıkana da yeterli değer veriliyor mu, o da tartışılır. Mesela gelişimi gayet normal seyirde devam eden Necip için “düşüşte” trendi başlamış bile…

-Muhammed Demircinin özellikle iç saha maçlarında son 3-5 dakika oyuna girme zamanı gelmedi mi?

Geldi, hatta “genç oyuncu oynasın” manasında da değil; takımın ihtiyacı halinde şuanda. Guti’nin gidişiyle birlikte, Beşiktaşlı oyuncular arasında “derin pas” konusunda en önde gelen isimdir. Oyunun sonlarında sahaya sürülüp, çilingir vazifesi görebilir şu yaşında bile…

—Beşiktaş son yıllarda Avrupa’da lige oranla çok daha "istekli" oynuyor, en azından eskisi gibi birbirini tutmayan skorlar değil de daha dengeli, istikrarlı sonuçlar alıyor. Sence bu değişimin nedeni nedir?

Yabancı oyuncuların işi sıkı tutmaları, birinci ve en büyük sebep… Avrupa maçlarında her oyuncu konsantre oluyor oyuna ve yine her oyuncu “topun değerini” çok iyi biliyor. Böylelikle, karşımıza bir bütün şekilde hareket eden Beşiktaş çıkıyor. Yukarıdaki, genç yerliler konusunda dediğimize geliyoruz yine…

—Avrupa Ligi’nden beklentilerimiz ne olmalı? Gecen seneki gibi bir çeyrek final olursa bununla yetinmeli miyiz, yoksa bir basamak daha çıkmak esas hedef mi olmalı?

Ben Avrupa Ligi’ni, gelecek yıllardaki Şampiyonlar Ligi için “araç” olarak görüyorum… Hem alınacak puanlarla, Şampiyonlar Ligi gruplarında iyi bir torbaya kapağı atmak; hem de uluslar arası maç tecrübesi kazanmak için, Avrupa Ligi iyi bir mecra…

O nedenle, bu ligde olabildiğince galibiyet almak lazım. Mesela İsrail’den 3 puanla dönmek, hem UEFA sıralaması adına da artı puanlar; hem de Stoke City’nin İstanbul’a tatile gelme anlamını taşıyacak. Ki, Stoke City karşısında da bir galibiyet kaçınılmaz olur bu durumda…

Üst turlar ise, artık tamamen “akışına bırak gitsin” modunda… Mesela Atletico Madrid kupayı aldığı yıl, hiç de öyle şampiyon olacakmış gibi gitmiyordu. Hatta Caner kendini attırmasa, Galatasaray’a elenebilirlerdi. Hiç belli olmaz varılacak yer…

"Beşiktaşın son on yılda hiç bir zaman beki olmadı"

-4 büyük futbol liginden Beşiktaş’a herhangi bir şekilde benzettiğin takımlar hangileri, birer cümleyle açıklayacak olsan?

Takım oyunundan çok, başarıyı belli oyuncuların keyfi performansına bırakış şekli ve oyun anlayışıyla Atletico Madrid. (Zaten onlar da tıpkı Beşiktaş gibi zigzaglı skorlar alıyor.)

Yine rengi dışında, son dönemdeki transfer oburluğu ve genellikle karşılıksız kalması; her yıl yeni açılan sayfalarıyla Juventus. (Bu yıl, kör talih değişeceğe benzer biraz)

Belki başarı anlamında çok gerilerde kalsa da, şampiyonluk denince akla gelecek ilk camia olmasa da; taraftarlık yapısı başta olmak üzere, futbol dışı büyüsüyle yeri ayrı olan Liverpool.

Bundesliga’da pek benzettiğim takım yok, hep dibine kadar gelip bir türlü şampiyonluğu koparamayışıyla Schalke olabilir. Ama ben son zamanlardaki kulüp yapısı ve genç oyunculara bakış açısıyla, keşke Borussia Dortmund’a benzesek diyorum…


-90 yıllarda evde, okulda, işte; kağıt kalemi alıp dünya karmasını yapmak çok daha popülerdi. Hani şu Nesta ve Cannavaro'nun stopere sağa Cafu sola R.Carlos’un gözlerin kapalı yazıldığı yıllar… Şuan ki faal futbolculardan bize bir dünya karması yapsan?

Evet, bende de ders notlarından çok bu tip 11’ler yer kaplardı (gülüyor)

Casillas / Maggio Pique Ranocchia Coentrao / Meireles Xavi / Messi Pastore Cristiano / Aguero

Bazı noktalarda sübjektiflik söz konusundur (tekrar gülüyor :)


-Hadi bir de gelmiş geçmiş dünya karmanı yap bize :D

Yapalım (bu sefer beraber gülüyoruz) Ama şöyle bir şey yapalım, halen faal olmakla birlikte yaşları geçtiği için yukarıdaki 11’e yazamadığım bazı reyisler var, onları bu kategoride değerlendirelim. Ve de, direkt futbolculuk yıllarına şahit olduğum oyuncular arasında seçim yapmak istiyorum. Bu da 90’lardan itibaren demek oluyor…

Schmeichel / Cafu Cannavaro Nesta R.Carlos /Gerrard Vieira Zidane / Baggio / Ronaldo Batistuta

Gerçi böyle bir hücum ve ortasahanın arkasına, Hakan Kutlu’yu falan stopere koysak yine dünyanın gördüğü en iyi takım olurdu herhalde. (tebessüm)

—Son 10 yılda Beşiktaş’ta oynamış yerlilerden ve yabancılardan farklı birer 11 oluştursan?

Her iki kadro da, 100. yıl kadrosunu ve sistemini temel almak lazım. Yoksa zor olacak, zira Beşiktaş’ta “bek” diye bir kavram yoktu ki efsanesi olsun. (gülüyor)

Rüştü / Toraman G.Zan A.Yıldırım / K.Dobra Tayfur Tümer Üzülmez / Sergen / İlhan A.Dursun

Cordoba / Sivok Ronaldo Zago / Karhan Ernst Guinti Münch / Pancu / Nouma Bobo

Hafızamı yokladım, Holosko ve Hilbert’ten başka sağ kanat yok. O yüzden Karhan’ı oraya çeki verdim. Münch mü Tello mu diye çok düşündüm ama; Tello’nun daha çok forvet arkası iken başarılı maçlar çıkarttığını göz önünde bulundurdum ve Münch’ün sol kanat gelip, yardırıp, sol kanat gittiğini hesaba katınca bu kararı verdim. Zaten forvet arkasındaki Pancu, benim dokunulmazımdır.


—Avrupa’da seni kadrosuyla, teknik direktörü ve taraftarı ile en çok heyecanlandıran takım hangisi ve nedenleri?

Normalde bu 3 etken bir araya gelmez ama Juventus bu sene öyle olacak gibi… O nedenle her maçını takip ediyorum. Palermo da beni heyecanlandıran bir takımdır. Duygu patlamasının bol yaşandığı tribünleri, marjinal forma renkleri ve tabii ki tarihi şehri bende ilgi uyandıran etkenler oldu… Lakin son dönemde “genç al, parlat, sat” mantığıyla herkesin farkına vardığı bir takım oldu Palermo. Örnek bir kulüp yapısına sahip oldular, bu taraflarıyla da eğlenceli…

—Renktaş Juve geri mi dönüyor?

Öyle gözüküyor. Birçok denemeden sonra, tam bir kan uyuşması yaşayacakları teknik direktörü buldular sanırım. Conte, hem sonuç alıcı futbol oynatıyor hem de 4-2-4 vari sistemiyle, eldeki hemen hemen tüm hücumculardan faydalanıyor… Juventus’un çocuğu olması da ayrı bir artısı oldu. Bu sene sonuna kadar şampiyonluğu kovalayacaklardır ve şampiyonluğa oynamayı yeniden gelenek haline getirmeleri büyük olasılık.


"Roberto Baggio Süper Kahramanımdı"

—Ne olacak bu Roma ve Inter’in hali?


Bu sorunun içinde normalde Juventus’ta olurdu, sıyrılmış olmaları güzel (gülüyor)

Roma’da zaten gelenek oldu iniş, çıkışlar. Luis Enrique ile yeni bir maceradalar. Zamanla işler yoluna girecektir, tabi yarıda kesilmezse…

Ancak Inter’deki durum daha bir karışık… Mourinho ile kazanmaya çok alışan bir camia; son 1.5 yıldır “ne yaptığını bilemez” bir hal içine girdi. Gelen bir teknik direktör, gideni veya bir iki ay sonra gelecek olanla alakasız. Benitez gider, Leonardo gelir, o gider Gasperini gelir falan… Birbiriyle tek ortak noktaları, günün belli saatlerinde uyuyor olmaları o kadar… Klasik, irtifa kaybeden Türk takımı konumundalar yani.

"Sıfırdan takım kursam Messi'yi değil Ronaldo'yu alırım"

—Serie A da şampiyonluk favorin?

Juventus sonuna kadar bırakmaz, ama Milan olur gibi yine…

—Napoli peri masalı gerçeğe dönüşecek mi?

Zaten o masalı, kalıcı bir gerçekliğe dönüştürme operasyonu sürüyor… Bu yıl ilk 11’e tek bir nokta atışı transfer yaptılar: Gökhan İnler. Geriye kalanlar da alternatif transferleri oldu… Her geçen yıl, sistemlerini güçlendirecek ve bunu kaldırabilecek oyuncu kalitesine ulaşacaklardır. Sonuçta bir planları var…

—Del Piero?

Pazartesileri “bu ne fauller ulan?” gerekçesiyle az dışarı atılmadık lisede (gülüşmeler) Ama Del Piero faulüne geçiş yapınca bir güç geldi, ciddi ciddi frikikleri asmaya başladım. ( o gülüyor)

İlk futbol idollerimden biridir, yeri ayrıdır… Halen var oluşu, genç hissettiriyordu insanı. Ama önümüzdeki yıldan itibaren olmayacak…


—Roberto Baggio?

Baggio ise bir futbolcudan farklıydı …Hani çizgi romanlardan insanın unutamadığı kahramanlar olur ya; Baggio da öyleydi benim için. Süper kahraman gibiydi… Aklım futbola iyice erip de, izlediğim ilk turnuva Amerika 94’dü. Hakikaten de süper kahraman gibi sırtlıyordu takımını… Hele imajı falan apayrı zaten… O saç modelini x bir futbolcuya yapsa, “amk dengesizi!” diye tepki toplar. Yalan mı? (hem kopuyoruz hem de başımla onaylıyorum) Her şey oturuyordu adama, penaltı kaçırışı bile karizmaydı arkadaş… Elleri belde üzülüşü falan… (ağlıyoruz) :)

“Alex'i durdurmanın bir tek yolu var”

—Çok klasik fakat Messi mi Ronaldo mu?


Ben de klasik giriş yapayım madem, “ikisi de farklı oyuncular…”(lafı çakıyor:) ) Ama öyle gerçekten… Şöyle ki; “olmuş” bir takıma sahipsek kesinlikle Messi. İyi yardımlaşan, rakip kale önünde çabuk çoğalan bir takımda Messi durdurulmaz. Sadece dripling, bitiricilik, verkaç anlamında da değil. Etrafını pozisyona sokma anlamında da inanılmaz bir oyuncu oldu. Son sürat topla giderken, Guti pası atıyor resmen. Hatta kısa mesafedeki derin toplarda, dünyanın 1 numarası.

Ancak Ronaldo, daha bir “tek başına takım” kıvamında adam. Birçok şeyi yapabiliyor… Yani şöyle diyeyim; sıfırdan bir takım kursam ve bana Messi ve Ronaldo’dan birini alma hakkını verseler, Ronaldo’yu alırdım...


“İbrahim Üzülmez, Gerard’ın solundan atıp, sağından geçti”

—Beşiktaş’ın güzel bir gol attığı maçta Fenerbahçe'yi yenme sansını ne olarak görüyorsun? :)

Fink’in golü sonrası kazanıldı ama ya. :) Gerçekten ilginç bir durum; ya alakasız, ya da son dönemdeki formuyla tartışılan adamlar, Fenerbahçe’ye hayatının golünü atıyor. Gönül ister ki, Ronaldo’da olduğu gibi son derece estetik yoksunu goller atılsın, ama Beşiktaş kazansın. Nedense pek olmuyor bu…

Aslında tamamen rastlantı da değil bu biliyor musunuz? Bir takım, belli bir eşleşmede genellikle jeneriklik gol atıyorsa, bir sorun vardır. Normal bir gol atacak kadar, oyunda hakimiyet kuramamış; ancak tahmin edilemez bir şekilde gol atma imkanı sağlamıştır… Son derbilerde de durum bu ne yazık ki.

Keza Quaresma’nın da normal gol atamaması, gollerinin sürekli jeneriklik olması bu sebepten.

—Alex can sıkmaya başlamadı mı? Her maç her maç… :)

Mahalle maçlarında böyle sıkıntı yaratan adamlara “şşşttt annen çağırıyormuş lan…” şeklinde baskı kurar, kafa karıştırırdık. Öyle bir şey mi yapsak bilemedim ki?

"En iyisi Milne’di"

—Unutamadığın 3 Beşiktaş golü ve kısaca nedenleri.

Feyyaz – Göteborg

İnönü’deki rövanş maçıydı. Avrupa kupalarındaki gol hesaplarını yeni yeni çözmeye başlamıştım… Bu golün aslında yetmeyeceğini biliyordum. Ama fazla bir sevinç tepkisi vermiştik bu gole ailecek, statta çıkan ses de öyleydi galiba. İyi oynamamıza rağmen, bir türlü topu içeri atamıyorduk. Hem bu nedenle, hem de Mrkela’nın sıfıra inişi ve Feyyaz’ın uçarak kafası ile estetik ürünü bir gol oluşuyla sanırım…

Ahmet Dursun – Barcelona (2. Gol)

Böylesine büyük takımlara karşı atılan ilk gol elbette sevindirir, ama akılda bir “acaba…” vardır. Maçın o şekilde bitmeyeceğini bilirsin… Nitekim, San Siro’da da Tayfur’un golüyle öne geçmiş ama sonra 4 tane yiyip oturmuştuk.

Lakin böyle maçlarda gelecek ikinci gol, “oluyor galiba!” havasını verir. Ahmet Dursun’un Dutruel’in üzerinden aşırdığı top da öyleydi… Ki o topun o noktaya gelişi de muazzam. İbrahim Üzülmez, Gerard’ın solundan atıp, sağından geçti… İşte o an, sonu golle bitmese bile unutulmazdı.

Bobo – Liverpool

Yine yukarıdaki sebeplerle aynı… (gülüyor) Galibiyet golüydü çünkü o artık. Nitekim atılış şekli olarak da mükemmeldi…

—Sana göre tarihimizdeki en başarılı teknik adam kimdir?

1- Bako, 2- Recep, 3-Kadir, 4-Gökhan, 5-Ulvi, 6-Şenol, 7-Feyyaz, 8-Rıza, 9-Mehmet, 10-Ali, 11-Metin.

Gayet velet yaşta olmama rağmen, halen Beşiktaş denice aklıma tereddütsüz sayacağım bu 11 geliyorsa; bu ürünü ortaya koyan adamın ismidir cevap: Gordon Milne.

—Bir kitap tavsiye edecek olsan?

Muhabbetin bu noktasına kadar sabırla okuyan bir insan, öncelikle iyi bir futbolsever olsa gerek :) O yüzden, bir futbol kitabının adını vermek isterim. Sevgili Noatsamisa’nın vakti zamanında hediye ettiği “Inverting the Pyramid: The History of Football Tactics”, meraklısı için çok farklı bir eserdir… 1930 FA Cup finalinde, Arsenal’e karşı 2-3-5 oynayan çılgın Huddersfield’ler falan… :)

—Dinlediğinde iste Beşiktaş dediğin bir şarkı?

U2 – With or Without You

Sonkartallar blogu olarak bu güzel sohbet için Mustafa Demirtaş'a (Cartalete) teşekkür ediyoruz.


Hiç yorum yok: