31 Aralık 2010 Cuma

Jokond Röportajı


Blogumuzdaki röportajların mimarı asvalttaicenler'in yeni bir röportajı ile yine karşınızdayız. Ekşibeşiktaş'tan ayrılmasıyla dikkatleri üstüne çeken Jokond'un röportajını keyifle okuyacağınızı umuyoruz. Ayrıca röportajda; Ekşibeşiktaş sonrası Jokond'un hangi platformda yer alacağı sorusunun cevabını da bulabilirsiniz. Röportajda büyük emeği geçen asvalttaicenler'e ve bizi kırmayıp sorularımızı yanıtlayan Jokond'a tekrar teşekkürler.

-Bizlere biraz kendinden bahseder misin?

Sokakta gördüğünüz bir Beşiktaşlıdan farklı bir şey yok aslında. 5 aylık dünya tatlısı bir oğlum, her türlü kahrımı çeken bir eşim var. Küçük, kendi halinde bir aileyiz. Uzun bir süre basın yayın sektöründe çeşitli kademelerde görev yaptım, son üç senedir ise dış ticaret sektöründe yönetici pozisyonunda görev yapıyorum.

-Çocukluğuna inelim biraz, nerede büyüdün serpildin ve bir Beşiktaş taraftarı oldun?

Aslen Gaziantep doğumluyum ama çocukluğumun büyük bir kısmı Eskişehir’de geçti. Memur çocuğu olmamdan dolayı çok fazla şehir gezdim. Ama dediğim gibi çocukluk dediğimiz çağın en heybetli günleri Eskişehir’de geçti. Nasıl Beşiktaş taraftarı olduğuma gelirsek, benim öyküm aslında biraz enteresan. Sevgili babam da Beşiktaşlıdır ama benim Beşiktaş’ı tutmamda hiç etkisi olmamıştır. Kendisi çocukluk yıllarında bir duvar yazısı görmüş, duvarda Şenol Birol gol yazıyormuş. Yanındaki arkadaşına sormuş kim bunlar diye, Beşiktaş’ta oynadıklarını öğrenince Beşiktaş’ı tutmaya başlamış. Ama daha da ötesi olmamış açıkçası. Zira babam ne maç izler ne de ligi takip eder. Beşiktaş’ı tutma hikayemin özü ise bundan yıllar önce, Beşiktaş ile şu an ismini hatırlayamadığım bir Anadolu takımının kupa mücadelesine dayanıyor. 4-5 yaşlarındayken, siyah beyaz televizyonda son derece kötü şartlarda çekilmiş bir maç görüntüsü hatırlıyorum. Maç en sonunda penaltılara kalıyordu, çizgili formalı genç bir çocuk topu auta gönderiyordu. Spikerin “Ve Beşiktaş kupadan eleniyor” cümlesi aklımda kalmış. Penaltıyı kaçıran delikanlının iki elini dizine dayayıp iç geçirmesi bende nasıl bir tesir yarattıysa artık o gün kendi kendime ben Beşiktaşlıyım demişim. O günden beri de Beşiktaş hayatımın tam ortasında canlı bir organizma gibi benimle yaşamaya devam ediyor…

-İlk gittiğin Beşiktaş maçı hangisiydi ve bize biraz o günden bahsedebilir misin?

Hayal meyal hatırlıyorum ama sanırım Bursa deplasmanıydı. Rahmetli amcamla gitmiştik. İş dolayısıyla Bursa’da kalmamız gerekiyordu, babam ayakaltında kimseye yük olmayayım diye beni amcama emanet etmişti. Havanın çok soğuk olduğunu, aynı anda küfreden yüzlerce insanın varlığını idrak edemeyişimi ve çamurla, balçıkla sıvanmış çok kötü durumdaki saha zeminini anımsıyorum.

-En çok sevdiğin Beşiktaşlı Futbolcular?

Saymakla bitmez. O anlı şanlı formayı üstüne giyme şansına sahip olmuş ve o formanın mücadelesiyle hakkını vermiş her adama saygım ve sevgim vardır.

-Hiç sevmediklerin?

Beşiktaş taraftarının diğer taraftarlarda daha az gözüken harika bir özelliği vardır. Beşiktaş taraftarı iki sene Baki’ye tahammül eder ve hatta adına tezahürat yazar. Baki’nin yeteneksiz olduğunu, kadro için yetersiz olduğunu bilir ama tahammül eder. Fenerbahçe ve Galatasaray’da bu tahammül sınırı daha kısadır. Şayet Baki Galatasaray veya Fenerbahçe’ye transfer olsaydı ömrü altı aydan fazla olmazdı. Beşiktaş taraftarı belki de biraz daha melankolik, romantik ondan oluyor bunlar. Sahada eğer terini son damlasına kadar akıtıyorsa, çok ama çok kötü bir futbolcu da olsa o adama sahip çıkar. Bu sebepten dolayı Ailton gibi geldiği takımı hakir gören, gerekli mücadeleyi göstermeyenler kötü anılırlar.

-Maçları genelde nerede izlersin?

Maçları evimden izleyebiliyorum. Mümkün mertebe Beşiktaşlı dostlarla beraber izlemeye çalışıyorum.

-Maçları alkol alıp biraz daha sakinleşip mi izlersin, yoksa ben çayımı, kahvemi alır, sinir krizimi de geçiririm şeklinde mi?
Alkol de alsan çay da içsen sinir krizine giriyor insan ister istemez. Zira Beşiktaş’ın özünde var kanserojenlik. 2003 yılından beri rahat maç izlediğim bir günü bile hatırlamıyorum.

-Bize komik ya da hiç unutamadığın bir tribün anını anlatır mısın?

Daha önce de bir yazımda anlatmıştım. Tribünde arıza adam çoktur. Benim unutamadığım adamlardan birisi bundan yıllar evvel Gaziantepspor ile Bursaspor maçında oynanırken ortaya çıkmıştı. Sepp Piontek o zaman Bursa’nın başındaydı. Maçı Gaziantepspor 3-0 kazanmıştı. Karşılaşma boyunca çekirdek çıtlatmaktan başka bir şey yapmayan adam maçın bitiş düdüğüyle hafifçe ayağa kalktı. Soyunma odasına doğru yürüyen Piontek’e seslendi. Piontek hafifçe kafasını kaldırdı. Ne olduysa o anda oldu. Gollerde bile tepki vermeyen adam göt cebinden çıkardığı uzun ve dolgun bir hıyarı (evet evet hıyarı) “al amuğa goyim al” nidasıyla adamın kafasına attı. Piontek’in bükülen dudaklarına eşlik eden o aşağılama bakışlarını ve yanımdaki bu manyağın akabinde “karına götür de oynasın huleaan” çığlığını asla unutamam…

-Bir Beşiktaş'lı olarak en çok sevindiğin gün hangisiydi?

Oğlumun doğduğu gündür. Bu dünyaya bir yavru kartal getirmiş olmanın verdiği gururu, mutluluğu hiçbir şeye değişmem.


-Tam tersi, en çok üzüldüğün gün hangisiydi?
Feyyaz Uçar, malum olaydan sonra Süleyman Seba tarafından kulüpten uzaklaştırılmıştı. Bu olaydan bir süre sonra Beşiktaş, İnönü Stadyumu’nda sezon açılışı yapacaktı. O ara nasıl olduysa Feyyaz’ın affedildiğine yönelik bir dedikodu çıktı. Hatta taraftara sürpriz olsun diye bu barışmanın saklandığı, Feyyaz’ın sezon açılışında anonsla sahaya çıkacağı tevatürü yayıldı. Biz de doğal olarak beklentiye girdik. Sezon açılışında bütün futbolcular tek tek anons edildi, kalbim neredeyse yerinden fırlayacak. En sona sakladılar diye avutuyorum kendimi. Sonra bir baktım sahaya çıkış kısmından gelen giden yok. Nasıl bir beklentiye, umuda kapılmışsam artık bütün dünya başıma yıkılmıştı o zaman. Feyyaz gibi bir efsanenin bu şekilde takımdan ayrı kalmasına hala yüreğim dayanmıyor, içim cız ediyor.

-Bir maça geri dönüp skoru değiştirme imkânın olsaydı bu maç hangi maç olurdu?

93 yılında malum Ankaragücü-Galatasaray maçından bir hafta önce Galatasaray ile karşılaşmıştık. Puanlar eşitti ve kazanan büyük ihtimalle şampiyon olacaktı. Maç 1-1 berabere bitti. Şayet o maçı kazansaydık hem üst üste dördüncü şampiyonluğumuzu kazanacaktık hem de son hafta oynanan kirli oyunlar bizim canımızı yakmayacaktı. 93 yılında kaybedilen şampiyonluk, o zamanın genç/çocuk Beşiktaş taraftarı için büyük bir travmadır. Bizzat tatbik edilerek tecrübe kazanılmış bir hayat dersidir. Allah bir daha yaşatmasın.

-Muhteşem bir sezondu diyebileceğin sezon hangisiydi ve neden?

94-95 sezonu çok iyiydi. Sahamızda kaybettiğimiz Bursaspor maçı dışında, Daum ile bambaşka bir kimliğe bürünmüştük. Daum, kariyerinin en iyi dönemindeydi ve en önemlisi Türkiye ligi için aşırı yenilikçiydi. Bu açıdan, izlediğimiz her maç ayrı bir şölendi. Şampiyonluğu son 2 maç oynanmadan ilan etmemiz de cabası.

-Ekşi Sözlükte baya tanınan bir yazardın, sonra Ekşi Beşiktaş, orada da ciddi ciddi sempatizanların oluştu, Beşiktaş hakkında nasıl yazmaya başladın?

Yazmak gerçekten benim için bir tutku aynı zamanda da bir rahatlama sekansı. Hele ki Beşiktaş’ı yazmak bu etkiyi daha da artırıyor. Ekşi sözlükte ilk zamanlarda futbol yazıları yazmıyordum. Zaman içinde sözlükte çok sevdiğim, değerli kardeşim thug love’ın başını çektiği güzel bir akım oluştu. Maç başlıklarında insanlar uzun maç analizleri yazmaya başladılar. Herhangi bir formata veya sınırlamaya bağlı olmaksızın bu şekilde ahkam kesmek hoş bir durumdu. Bir yazı iki ayzı derken artık her hafta maç sonrası sözlükte yazılar yazmaya başladım. Özellikle yurt dışından bir yazarın mesajı yazıları uzun süre devam ettirmemde etkili olmuştu. Gönderdiği mesajda gurbetçi olduğunu, maçları izleyemediğini belirtiyordu. Her maçtan sonra maç başlığında ismimi arattığını yazması beni gerçekten etkilemişti. Sözlükte maç yazıları yazdığım dönemde hep ilgi gördüm, destek aldım. Fakat bir süre sonra sözlükte bırakın maçın analizini yapmayı, futbolun f’sinden bahsedecek bir ortam kalmadı. Küfürler, zeka özürlü şiddet içerikli cümleler vs. sözlükte futbol okuruna ulaşacak bir mecra oluşmasını imkansız hale getirdi. Tam da bu dönemde Ekşi Sözlük’ten tribal enfexion ve thug love ile birlikte önlibero.com isimli bir siteyi hayata geçirdik. Sitenin ismine tribal hayat verdi, tasarımını thug love yaptı. Hayalimiz, yazar kadrosu tamamen sözlük yazarlarından oluşan bir futbol analiz sitesiydi. İlk dönem oldukça ses getirdi, iyi de bir kadro oluştu. Haftalık panoramadan tutun da Uzakdoğu futboluna kadar her alanda eli sağlam kalem tutan yazarlar sitede yazılarını yayınlamaya başladı. Bugün kendi bloguyla sesini duyurmuş, meşhur olmuş birçok blogger o zamanlar bu sitede yazılarını yazıyordu. Fakat bir süre sonra sitede yazılan yazılar seyrekleşti, ben de iş yoğunluğundan gerekli ihtimamı gösteremedim. Çok iyi yerlere gelebilecek bir site deyim yerindeyse badem oldu. Bu acı tecrübeden sonra ekşibeşiktaş macerası başladı. Orada da uzun bir süre kaldığımız yerden devam ettik

-Blog aleminde Jokond olarak tanınıyorsun, baya da orjinal bir nick. Neden Jokond oldun? Bir hikayesi var mıdır?

Benim rumuz seçimimin hikayesi aslında biraz komik. Nazım Hikmet’in Jokond ile Si-ya-u diye bir şiir kitabı var. Kitapta bir adamın tablodaki surete olan aşkı ve uğrunda çektiği acılar anlatılır. Sözlüğe yazar alındığı dönemde her nasıl olduysa tablodaki surete aşık olan adamın adı aklımda Jokond diye kalmış. Halbuki tam tersi! Yazar olduktan bir süre sonra işin aslını öğrendiğimde yapacak bir şey yoktu. İnsanlar artık beni bu rumuzla tanımaya başlamıştı, bu şekilde de uzun zamandır devam ediyor.

-İnsanlar tarafından şeker gibi bir adam olarak tanımlanıyorsun, gerçek hayatta da böyle misindir?

Onu tanımlayan insanlara sormak lazım. Gerçek hayatta nasılım ben kendimi bilemem ama Beşiktaş maçı izlerken bambaşka bir adama dönüştüğümün farkındayım.

-Ekşi Beşiktaştan ayrılmanı tetikleyen ana unsurlar nelerdi?

Ekşibeşiktaş benim çok emek verdiğim, bugünlere gelmesinde büyük katkımın olduğunu düşündüğüm bir yerdir. Yüzden fazla yazıyla orada yer aldım. Fakat ayrılık mesajında da çok net belirttiğim üzere bazıları Beşiktaş’ı bir amaçtan ziyade hayatlarında bir araca dönüştürmeye başlamışlardı. Samimiyetinizi, doğruluğunuzu kaybettiğiniz anda her şey yavaş yavaş çözülmeye başlar. Attığınız her adım çelişkiye bürünür, söylediğiniz her şey bir öncekini yalanlamaya başlar. Bunun artık üst seviyeye çıktığı bir dönemde blogdan bir yazarın bana yönelik “ya sen ya ben” şeklinde bir terbiyesizliği oldu. O ana kadar ne bu çıkışı yapan kişinin ne de kendimin blogdan ayrılmasını düşünmüştüm. Bir şekilde tartışarak çözüm bulunabilirdi ama bu çıkışı yapınca ipler koptu. Doğal olarak, almış olduğum terbiye gereği ben kalıyorum sen git diyemeyeceğimden dolayı blogdan ayrıldım. Blogun değerli yazarlarından birçoğu sağolsun bu yanlış hareketi kınamak adına blogdan ayrıldılar. Kalanların da canı sağolsun, kimseye da kaldı diye kırgın değilim. Belki de böylesi daha hayırlı oldu…

-Beşiktaş'ın başkanı olsan yapacağın ilk üç şey ne olurdu?

Rakı, balık ve futbolcular. Hepsini alır giderdim boğazdaki bir meyhaneye. Hafif müzik eşliğinde bir yandan rakımızı yudumlar bir yandan da oyuncularla takımın geleceğini tartışırdım. Guti’yi de taksiyle gönderirdik eve.

-Bir futbolcu olma şansın olsaydı kim olmak isterdin?

Kesinlikle Cantona. Türk olsaydı, Şeref Bey veya Baba Hakkı.

-Tabata?

Tabata, yanlış zamanda yanlış paralarla Beşiktaş’a geldi. Beşiktaş kariyeri boyunca da bunun altında ezildi. Mustafa Denizli’nin döneminde de adeta yedek kulübesinde turşusu kuruldu. Denizli’nin Tabata konusunda her açıdan suçlu olduğunu düşünüyorum. Madem oynatmayacaktın neden transferine onay verdin? (Papermoon’da yapılan transfer görüşmesinde Denizli’nin de yer aldığını ve transfere onay verdiğini Reha Muhtar’ın yazısından biliyoruz) Zamanında Quaresma’yı bile reddetmiş bir teknik adamın bu yüksek maliyetli transfere onay vermesini sonra da dalga geçer gibi bir sene boyunca yanında oturtmasını anlayamıyorum. Sonuç olarak bu dakikadan sonra Tabata’nın Beşiktaş’a hiçbir faydası olmaz. Tabata benim nazarımda çok ama çok iyi bir kumaştır ama Beşiktaş’ta biçilecek kaftanı kalmadı.

-Beşiktaşı bu sezon nasıl buluyorsun, sence hala umut var mı? Sezon sonu hedef ne olmalı?

Pisi pisine İnönü’de kaybedilen Konya, Kasımpaşa gibi maçları bir kenara koyarsak Beşiktaş bu sene bana zevk veriyor. Ben bundan birkaç ay önce hedefin UEFA olması gerektiğini yazmıştım. Hala da aynı düşünüyorum.

-Schuster?

Schuster tam bir arıza. Ama iyi anlamda bir arıza. Futbolculuğunda da hep medyatikti, sözünü sakınmayan bir deliydi. Şimdi yaşının vermiş olduğu birazcık olgunlukla aynı şekilde yoluna devam ediyor. Beşiktaş’a bambaşka bir vizyon kazandırmaya çalışıyor, bütün dualarım onunla.

-Simao Sabrosa, Hugo Almeida, Manuel Fernandes her birini birer sözcükle açıklayacak olsan?

Simao mükemmel, Almeida harika, Fernandes sürpriz.

-Guti ve Quaresma oynadıkları anda sahada inanılmaz pozitif bir Beşiktaş oluyor, şimdi üstüne Simao, Almeida, Fernandes ile neler olacak?

Ya muhteşem bir ikinci yazı izleyeceğiz ya da müthiş bir hayal kırıklığı bizi bekliyor. Bu işin ortası yok. Portekiz ligi dışında ilk defa bir takımda bu kadar üst düzey Portekizli bir arada oynayacak. Bu durum klasik Brezilya sendromuna mı dönüşecek yoksa yepyeni bir senteze mi ön ayak olacak hep beraber göreceğiz. Melankolik bir Beşiktaşlı olarak elbette ikinci yarıda çıktığı her maçta gönlümüzü şenlendirecek bir takım hüviyeti bekliyorum.

-Bu sezon şampiyonlukta en büyük favorilerin?

Bu sezon matematiksel şansı sürdüğü sürece şampiyonluğun en büyük favorisi benim için yegane Beşiktaş’tır. O şans sona erdiğinde de kimin şampiyon olduğu hiç fark etmiyor.

-Yıldırım Demirören?

İki dünya bir araya gelse bir Beşiktaşlı olarak kendisini affetmeyeceğim. Geçmişte yaptığı hataların hepsini bir kenara bırakıyorum, olaylı Denizlispor maçından sonra yaptıkları ile artık tamamen ayrı dünyaların insanıyız. Beşiktaş onun başkanlığında gerekirse galaksi şampiyonu olsun bu fikrim değişmeyecek. Yıldırım Demirören ve ona oy veren kongre üyeleri Beşiktaşlıysa ben Beşiktaşlı değilim.

-Bu sezon transfer politikamızı nasıl değerlendiriyorsun?

Serdal Adalı ve Cengiz Zülfükaroğlu çok doğru işler yapıyorlar. Uygun bonservislerle, ödeme koşullarıyla Beşiktaş’ın menfaatlerini ön planda tutarak transferler yapıyorlar. Bu transferlerde Demirören’in en ufak bir katkısı olduğunu düşünmüyordum ki kendisi de birkaç kez basına bu yönde açıklamalar yaptı.

-Hayalindeki Beşiktaş Başkanı tipi?

Başkanlık seçiminden önce Atatürk başkan Beşiktaş şampiyon isimli bir yazı yazmıştım. Orada bu konuyu uzun uzun değerlendirmiştim. Kısaca özetlemek gerekirse, Süleyman Seba gibi bir efsaneden sonra o koltuğu doldurmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Çünkü her geçen gün daha da yozlaşan, endüstriyel çarkların içine giren bir futbol dünyasından bahsediyoruz. Böyle bir ortamda ikinci bir Süleyman Seba bulsak bile artık bugünün şartlarında o başkanlığı yapamaz. Ziyadesiyle Türk futbolu yönetimi Türk iş hayatındaki yönetimle benzeşiyor. Babadan oğula geçen aile şirketlerindeki yanlış ve hastalıklı tutumların aynısını bugün Türk futbolunda da görebiliyoruz. Sağlam ve istikrarlı bir profesyonel kadro, düzgün mali yapı, etkin iletişim kanallarının kullanımı vs. bugün Türkiye’de kaç şirkette var? Şirket sayısı olarak bile bir elin parmaklarını geçmezken bu denli hayalci bir kurumsallaşmayı kulüplerden beklemek de doğru değil. Bir şeyler değişecekse zihniyet olarak bu ülkede toptan değişecek. Ondan sonra sıra elbet Türk futboluna da gelir. Bugünün şartlarında mümkün olduğunca takımdan, hocadan elini çeken başkan profili yeterli geliyor bana.

-Kapalı, Yeni Açık, Numaralı, Eski Açık, hepsini birer kelime ile açıklayacak olsaydın..?

Kapalı beyin, yeni açık kalp, eski açık akciğer, numaralı mide.

-Beşiktaş'ın dışında desteklediğin başka takımlar var mı?

Arsenal ve Celtic’e sempati duyarım ama taraftarlık düzeyinde desteklemem. Hollanda milli takımını ise küçüklüğümden beri severim. Maçları olduğunda kaçırmamaya çalışırım.

-Sence Beşiktaş nedir?

Benim için Beşiktaş her şeydir ve her yerdir.

- Oğlunda Fenerbahçe veya Galatasaray taraftarı olma ışığı görsen, tepkin ne olurdu? Çocuğunu nasıl Beşiktaş'a aşık ederdin?

Benim gibi bir babanın başka takımı tutan bir çocuğu olamaz. Olmasına mümkün değil müsaade etmem. Oğlumu da Beşiktaş’a aşık etmeme gerek yok, bir kez tribünde kutsanması yetecektir zaten.

-Şimdi free agent bir yazarsın, muhakkak diğer bloglardan teklif geliyordur, bundan sonra blogger olarak ne yapmayı düşünüyorsun?

Ekşibeşiktaş’tan ayrılan diğer yazar arkadaşlarla beraber hareket edeceğim. Şu an için tam kesinleşmese de yeni bir oluşumun ortaya çıkması için çalışmalarımız sürüyor.

-Kendini 5 yıl sonra nerede görüyorsun?

Açıkçası yarın nerede olacağımı bile bilmiyorum.

-Son soru, ilerde bir gün muhakkak yapmalıyım dediğin bir şey var mı?

Beşiktaş’ın şampiyonluğunu oğlumla Beşiktaş semtinde kutlamak.

9 yorum:

Adsız dedi ki...

Seviyoruz seni jokond.
Bir an önce yazılarına başlaman dileğiyle.

siyahBeyaz dedi ki...

keyifle okudum. yeni oluşumu da takip edeceğim.

Milky Way dedi ki...

olala, her dediginin altina imzami atarim, nefis.

sozcelyk dedi ki...

nefis olmuş.

ekşibeşiktaş'taki derin ayrılığın sebebi de yaşanan fikir ayrılıkları değil ''ya sen ya ben'' olayıymış bunu anlamış oldum.

Forza dedi ki...

Cok keyifli olmus.
Ozellikle kapali-aciklar-numarali icin secilen kelimeler harika, mide ve numarali cuk oturmus.
Jokond'a ogluyla kutlayacagi nice sampiyonluklar diliyorum.

Erman dedi ki...

keyifli sohbet olmuş içinden bolca siyah beyaz geçen. yakın zamanda oluşumlarının tamamlanmasını ve 2.yarıya yetişmelerini dört gözle bekliyoruz.

yavru kartalın kutsanması ve birlikte şampiyonluk sevinci içinse dualarım kendisiyle.

Ömer Özlü dedi ki...

jokond yeniden bir şeyler yapmaya başla artık...yaz çiz sil boya...

Unknown dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

@damacana
Jokond burasikapali.com da yazmaya basladi bilgilerine..