25 Şubat 2011 Cuma

Yeni Beşiktaş

Bundan sonra oturup da hiç maç analizi falan yapmaya gerek yok artık. Olan oldu. Maçla ilgili birkaç güzel şey var, onlar da Necip, İsmail, Cenk. Bundan sonra bu isimlerin yanına Onur da katılsın, Schuster sevmese de Rıdvan da katılsın.

Rıdvan demişken... Ben şahsen Rıdvan'ın zaten çok iyi olduğunu düşünüyorum da kim Rıdvan'ın Erhan Güven'den kötü olduğunu söyleyebilir? Ya da Ekrem Dağ'dan kötü bir bek? Bu takımda Erhan Güven oynuyorsa, çok kritik bir derbi maçında çok kritik bir dakikada oyuna giriyorsa ve Rıdvan da bu olan biteni seyretmek zorunda kalıyorsa bir terslik var bu işte.

Bundan sonra tek bir dileğim var. Takımda fazlalık olan; fakat mecburiyetten oynatılan isimlere neşter vurulsun artık. Takımda yerleri yok. Bunların yerine "bizim çocuklar" oynasın. Kupa maçları da dahil. Unutmadan, Bobo da bizim çocuğumuz. Attırın şu imzayı artık, rahatlayalım.

Yukarıda zikretmediğim bir isim daha var: Ersan Adem Gülüm. Kötü bir tesadüf mü yoksa gerçek mi bilinmez; ama Ersan sakatlandıktan sonra takım bu hale geldi. Takım Ersan'ın bonservisi alınsın diye sabote edilmiş gibi. Eğer böyle bir şey olmuşsa ona bile razıyım. Yeter ki Ersan'ın bonservisi alınsın.

Konuyu döndürüp dolaştırıyorum. Fazla uzatmadan: Kaos ortamına girip de Beşiktaş'ın geleceği harcanmasın; tam tersine o geleceğe yatırım yapılsın bu saatten sonra.



Bir de unutmadan bir not: "Bir derdim var, bin dermana değişmem asla." Hani eğer Beşiktaş'tan soğuyacağımızı düşünenler varsa...

20 Şubat 2011 Pazar

Kazansak da Mağlup Olmuşuz Bir Kere

Bugün bir kaç bloga maçla ilgili olumlu yorumlarımı bırakmıştım.. Inanıyordum kazanacağımıza, dün de yazdığım gibi bu maça çok fazla ilgili gostermesekte o top santraya dikildiğinde kalpler daha hızlı çarpmaya başlayacak, belkide sadece budur Beşiktaşlı olmak, bu kadar basittir aslında, başka ne bizim kalbimizin hızla çarpmasına neden oluyorki? Sevdicegi ama gerçekten sevdiğin kisiyi her gördüğündeki gibi hissediyorsan Beşiktaş topu santraya koydgunda seviyorsun bu takımı demektir, bir sevgili gibi, aşkı doyumsuzca sonsuza dek yaşayacakmış gibi..



Sonra takımımı düşündüm, son bir aydır beni üzen bir takım vardı ama seviyordum iste.. Isterse yıllarca üzsün beni, ondan habersiz yapamıyordum.. Açtım baktım her yere neler oluyor diye.. Her zamanki gibiydi.. Bilinmezlik, nedensizlik, Sivok yok Bobo yok, Bobo Twitter'dan yarım Turkcesiyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor, hem tebessüm ediyorum, hem ne olduğunun farkında değilim..


Sonra en güvenilir olması gereken siteyi açmak için tuşluyorum klavyeyi "bjk.com" resmi site mi? taraftar sitesi mi? diye soruyor açılan sayfa, resmi siteyi tikliyorum.. açılan sayfada çıkan fotoğraf bu...
Ne derbi heyecanı kalıyor, ne keyif, ne merak sadece nefret var, sinir, soğuma, uzaklaşma, hayal kırıklığına uğrama var..


Derbi öncesi sitenin açılış fotoğrafı 5 tane yanyana vesikalık gibi kelle fotoğraflarından oluşan, formaları bile aynı olmayan takım görüntüsünden uzak futbolcuların fotoğrafı.. Demek ki yaptığımız hatalardan bir gram ders almamışız.. Orada tek yumruk haline gelmiş futbolcuların fotoğrafını koyabilirsiniz, kadikoyde atılan golden sonra tribünlere doğru zafer çığlıkları atan fotoğrafları koyabilirsiniz oraya bir çok Beşiktaşı gerçek Beşiktaşı gösteren fotoğraf koyabilirsiniz ama sizin gibi vizyonsuz vizyon sahibi olan insanlar ancak bu kadar kötü bir derbi öncesi fotoğrafı hazırlayabilir.. iste bu vizyonsuzluktur Beşiktaşımı öldüren, Beşiktaşın ne olduğunu bilmeyenlerdir bu takımı her gün uçurumun kenarına sürükleyen, iste bu zihniyettir bir derbi maçı öncesinde bile sevgilimle arama giren, beni ondan uzaklaştıran tüm heyecanımı alan, bu nefret dolu yazıyı yazmama neden olan.. Hepinize yazıklar olsun diyorum.. alın yıldızlarınızı başınıza çalın, bırakın benim Beşiktaşımı..


Bu maç öncesi hala umudum vardı hatta emindim kazanacağımızdan, yukardaki amaçsız fotoğrafı görene kadar.. bu takımın bugün maç kazanması imkansızdır, nedeni bu fotoğraf değil belki ama bu fotoğrafı hazırlayan zihniyetin aşkımın Beşiktaşımın kanına bir virüs gibi girmiş olmasından, bu mikrobun takımın, aşkımın tüm vücudunu rehin almış olmasından.. Kurtarmaya çalışsak bırakmam diyor, daha sıkı sarılıyor Beşiktaşıma, dayanamıyorum.. Bu maçı kazansak Beşiktaşı kaybetmek var diyor gönlüm.. Karşı çıkamıyorum..

Beşiktaş - Fenerbahçe Nostalji









En sondaki maçta o golden sonra evde büyük bir sevinç, elinde darbukayla evin içinde koşup duran bir çocuk vardı. Bu maçtan sonra da olsun.

Fenerbahçe'ye Attığımız Unutulmaz Goller

Yarınki derbi öncesi son yıllarda hiç olmadığımız kadar tepkisiz kaldık, elbette o top santraya koyulduğunda yine kalp atışlarımız hızlanacak, siyah beyaz formayı giyen adamlar için kalplerimiz çarpacak, kalemize doğru gelen toplarda nefeslerimizi tutacağız, golümüzü attığımızda yine haykıracağız, koltuktan düşeceğiz.. Biraz geriye gidip bu formanın bizlere neler sunduğunu hatırlayalım, elbette herkesin o gollerde ayrı bir anısı canlanacaktır, ortak olan tek şey o anda tek ses tek yürek olduğumuz...


Fener zenci sever mi? Sevmez diyemem.. Gol öncesinde Carew gibi uzun boylu bir adamın Lucio'nun belini vücud çalımıyla kırması golden daha çok aklımda kaldı benim, son vuruş ta harikaydı tabii.. Golden sonra Carew'in sevinci maça ne kadar motive ve konsantre olduğunu gösteriyor.

Bu gol olduğunda oturduğu yerden fırlamayan yoktur sanırım, Delinho'nun sağ ayağı ile yaptığı ortaya topun gelişine müthiş vuran Fink 1-0 öne geçirmişti bizi, 3-0 lık galibiyet yolunda kilidi açan isimdi, o gitti akıllarda mücadeleci kişiliği ve bu muhteşem gol kaldı akıllarda..


Son şampiyon olduğumuz sezon kritik bir maça çıkmıştık, Fenerbahçe'nin ligde hiç bir hedefi kalmamıştı, kadrolarında eksikler o kadar fazlaydıki Gökhan Gönül stoper oynamak durumunda kalmıştı, maç başladı şapkadan tavşan çıktı 2-0 geriye düştük, şampiyonluk gidiyordu resmen, bir kişinin isyan etmesi gerekiyordu, Holosko etti.. Topun direğe çarptıktan sonra çıkardığı ses hangimizi mest etmemişti? O gol maçı kazanmamıza yetmedi ama biz yine de şampiyon olduk, Holosko o maçta attığı golle form tuttu ve kalan haftalarda müthiş bir performans gösterdi..


Bu maç çok dramatik olmuştu bizler için, 1-0 geriye düşmüş skoru dengelemek için şuursuzca saldırıyorduk Fener kalesine, kazanılan frikikte topun başına Kleberson geçiyor ve yaradana sığınarak vuruyordu, top direkte patlayıp içeri giriyor Kleberson kollarıyla kanatlanıyordu tabii bizlerde.. Aradan1 dakika geçtikten sonra sevincimiz Tuncay'ın attığı golle kursağımızda kalıyordu.. Ama atılan gol maçtan daha çok hatırlanacaktı..


Sene 1996, Beşiktaş tarihinin en iyi takımlarından birisine sahipti, kadroda kimler yoktu ki, Sergen, Amokachi, Ertuğrul, Şifo, Alpay, Oktay gibi dönemin harika yetenekleri formamız altında mücadele ediyordu.. Kulübede Beşiktaş'ın evladı efsane kaleci Rasim Kara vardı, maç deplasmanda Kadiköy'de, 90 dakika golsüz geçiliyor uzatmalarda frikik kazanılıyor Rahim topu Sergen'e açıyor Sergen topu Boliç'li Okocha'lı Fenerbahçe barajının üstünden klas bir plaseyle 90'a doğru gönderiyor, genç Rüştü topu çıkarmak iiçn direklere vuruyor fakat top içeri girmekte tereddüt etmiyordu... Zafer Beşiktaş'ın oluyordu..


Türkiye kupası final maçı, yer İzmir, maçtan saatler önce tribünlerde sarı lacivertli formalar ağırlıkta, maç saatine yaklaşıldıkça stadta hem siyah beyazlı renkler artmaya hem de yükselen tezahüratlarda Beşiktaş'ın sesi Fenerbahçeli tribünleri bastırdığı görülüyordu, Beşiktaşlıların maça geç gelme nedeni; işçi sınıfı Beşiktaşlı'ların iş yerlerinden paydos sonrası stada akın etmeleri olarak anlaşılıyordu.. Maç başlıyor karşılıklı birer gol atılıyordu, Bobo topu alıyor düzeltiyor sonrasında spikerini dinlemiyor ve ondan beklenmedik mermi gibi bir şut çıkartıyordu.. Top filelere vurduğunda İzmir sallanıyor, maç sonu kupayı Siyah Beyazlı çocuklar kaldırıyordu, 1 ay sonra da lig kupası geliyor ve çifte kupalı Beşiktaş tarihe geçiyordu..


Beşiktaş'ın Kadıköy'de yenilmez olduğu yıllar, maç 0-0 lık eşitlikle devam ederken 54. dakikada Beşiktaş bir frikik kazanıyor, topun başına Sergen geçiyor ve kameralar Sergen'in vuruştan önce yüzüne zoom yapıyor, o anda görülen Sergen'in atış öncesi hangi köşeye vuracağını düşünen mimikleri dikkati çekiyor, Sergen vuracağı köşeyi seçiyor ve topa doğru gelip yine o klasik plasesini yapıştırıyor, top ve kaleci ayrı köşelerde..



Bu videoya hala yorum yapma cesareti gösteremiyorum çünkü hala heyecanlanıyorum bu video burada gönüllerin birincisi olarak klasın, dokunulmasın ona..

19 Şubat 2011 Cumartesi

Beşiktaş'ın Takım Kimyası




Kadro istikrarı, oyuncuların uyumu, beraber oynama alışkanlıkları ile ilgili bir post atmayı düşünüyordum, google da kadromuzun resimlerini biraz arattırdım, ortaya bu kadrolar çıktı, sadece bu kadroları post halinde atıp ilginç yorumlarınızı bekleyebilirdim fakat bu kadrolar üzerine o kadar çok konuşulacak şey var ki bu zevki sadece size bırakmak istemedim açıkçası..

Ben sadece maçlara çıktığımız 7 tane ayrı kaptan saydım toplam 16 fotoğraf içerisinden... Deli İbo'nun gidişi sonrası bu rakam daha da artacaktır muhtemelen, büyük ihtimale sadece şuana kadar bir sezonda en çok değişik kaptanla maça çıkma rekorunu kırmış bulunuyoruz.. Nerede o Rıza'nın arkasında beklemekten dolayı yıllarca kaptan olmayı ümitsizce beklemiş Aliler'in Feyyazlar'ın dönemi..

İbrahim Üzülmez ve Toraman'ında bir tane fotoğrafta dahi yan yana gelmemeleri dikkatimden kaçmadı değil..Açıkçası fotoğrafları karşılaştırıp iki tane aynı 11'le maça çıkmışlığımız var mı ona bakmadım ama çok fazla şans vermiyorum, bulan varsa bildirsin.. Görüntü itibariyle kadrodaki herkes forma şansı bulmuş, kaleciler dahil.. Yani kadroda ben olsaydım ben de forma şansı bulacaktım, o derece bir sirkülasyon oldu bu sezon, hatta tam sezon değil yarım sezonda..

İkinci yarıya ait pek fazla fotoğraf bulamadım fakat aşağı yukarı kadronun ne olduğunu biliyoruz, yeni transferlerden yeri garanti olan tek futbolcunun ismi Simao, dün oynanan maçla beraber Almeida yerini Bobo'ya devretti.. Fernandes ligde yabancı kontenjanına, avrupada prosedüre takılan isimlerden, ondan beklediğimiz verimi alamıyoruz..

Peki o zaman devre arası transferlerinden beklediğimiz verimi aldık mı? Kağıt üzerinde müthiş gözüken bu isimlerle ilk yarıya oranla neden daha başarılı olamıyoruz? Oysa Ersnt'e alternatif olarak Fernandes'i Bobo'ya alternatif olarak Almeida tranferleri yaptık, bu takım ileri gitmek yerine neden geriye gidiyor? Cevap basit, kadro istikrarı.

İlk yarı itibariyle en çok süre alan, hemen her maçta görev alan, en istikrarlı oyuncumuzun yerine transfer yaptık biz.. Hem Ernst'i kaybettik hem de Fernandes'ten tam olarak verim alamadık, çünkü bu iki isim ortalama olarak birbirine yakın olan isimler, ikisine de forma şansı verme zorunluluğu var, birisi oynasa diğerine haksızlık oluyor, öbürü oynamasa hocaya küsüyor.. Bu durumda ilk yarı boyunca hatta son 2.5 yıllık periyotta ortalama 10 üzerinden 8'lik performans gösteren Ernst'ten biz ikinci yarı itibariyle 5'lik performans dahi alamadık.. Fernandes zira ilk 11 oyuncusu olduğunu geldiğinden beri hissedemedi.. Kadronuzda genç tecrübesiz ortasaha oyuncuları olsa ve her maç ilk 11 çıkıp 90 dakika boyunca sahada kalan bir Fernandes olsa o vakit Fernandes'in performansını katlama şansınız var fakat mevcut durumda Fernandes'ten tam anlamıyla verim almanız imkansız.

İlk yarı itibariyle takımın en golcüsünün, hatta son 4-5 yılın en golcü isminin, takımın en formda olan golcüsünün, ilk yarı boyunca tartışmasız bir numaralı forvetimizin yerine transfer yaptık biz.. Almeida geldiği gibi takımdan bıçak gibi kesilen bir Bobo var.. Sonuç ortada, ilk yarının en çok gol pozisyonuna giren Beşiktaş yerini pozisyon bulmakta sıkıntı çeken Beşiktaş'a bıraktı.. Üstüne Bobo ile ilk yarı boyunca muhteşem uyum içerisindeki Quaresma ile aralarına bir anda kara kedi sokuldu, Quaresma bencil oyunu nedeniyle eleştirildi, Almeida Beşiktaş'ın gol yükünü çekemedi ve 1 ay içerisinde en kritik maçta yerini Bobo'ya kaptırdı. Bobo'nun kafası rahat olmadığı için istenilen performansı gösteremedi..

Peki neyi yanlış yaptık? Oturmaya meyil etmiş kadronun en önemli iskelet oyuncularını söküp attık ve yerlerine gelen oyunculardan hadi muhteşem bir kadro kurduk şimdi güzel güzel oynayın dedik.. Oysa gelen Almeida'yı ve Fernandes'i önce rotasyon içinde yedekte bekletip daha sonrasında yavaş yavaş ilk 11 e monte etmek gibi bir fırsatı kullanamadık.. Bunu yapmak yerine önce ilk yarı boyunca yükümüzü çeken oyuncularımızı bir anda kadrodan keserek küstürdük sonrasında onlardan bizi tekrar omuzlarına almalarını bekledik, olmadı tabii. hiç bir zaman da olmaz...

Dillerimize pelesenk olmuş istikrarı, uyumu, takımdaşlığı yine uygulamaya geçirmekten aciz davrandık.. 3 yıl beraber oynamış kalburüstü oyunculardan oluşan takımı yeni transfer edilmiş kalburüstü oyunculara tercih ettik.. Takımın işlemeye başlamış olan dişlilerini alıp yerlerine ne olacağı belli olmayan çarklar yerleştirdik..

Peki Simao geldiği gün itibariyle nasıl bu kadar takımda hiç sırıtmadan oynuyor? Cevabı 27-28 kişilik futbol kadromuzda Quaresma'dan hariç bir kanat oyuncusunun olmayışıydı.. Bugün Beşiktaş kadrosu bir kanat oyuncusunu daha kaldırabilir fakat yıldız diye tabir edilen bir ortasaha oyuncusuna yer yok bu kadroda, yoktu.. Guti'nin alternatifi olarak onun çapında bir yıldız transferi takımın ahengini ne kadar bozacaksa Fernandes ve Almeida transferleri forvet ve ortasaha rostasyonunu bozmuştur..

Önemli olan transfer ettiğiniz oyuncuların isimlerinden, kariyerlerinden çok kadronun ahengine uyup uymayacağıdır.. Bundan iki yıl önce Yusuf ve Ernst transferlerinin o dönemdeki ortasahasız Beşiktaş'a nasıl merhem olduğunu hatırlayalım. İki transfer gerçekleştiği anda Defansif ortasaha oynayan Toraman kendi bölgesi olan stopere geçmiş, Yusuf yaratıcı ortasaha eksikliği çeken Beşiktaş'a yedekten katkı yaparak 34 yaşında merhem olmuştu.. O iki isim sezon sonunda şampiyonluğu getirmişti..

Bugün önümüzde Barcelona örneği var, ilk 11'ine baktığınızda tartışmasız dünyanın en iyi ilk 11'i, fakat dönüp yedek kulübesine baktığınızda La Liga'da bir çok kulüpte ilk 11 de forma şansı bulamayacak isimlerle dolu.. Manchester City'e baktığınızda yedekleri Manchester United'da Arsenal'da banko oynayacak isimlere dolu, her biri elit statüde oyuncular fakat bu durum onların saha içinde 'takım' olma olgusunu öldürüyor.. Bugün Dzeko yedekte beklerse yarın sahaya son 15 dakika onu oyuna sürdüğünüzde hiç bir zaman size gerçek Dzeko'nun performansını gösteremeyecektir çünkü yedek kalacak bir kişiliğe sahip değildir, ya da yedekten gelecek bir Chicharito, Solskjaer etkisi yapamayacaktır ki yeteneği onlardan kat kat fazla olmasına rağmen..

Beşiktaş bugün ligde tartışmasız en iyi 27 kişilik kadroya sahip olan ekibidir fakat ligin en iyi 11'i kimde olduğu tartışılır.. Bugün Trabzonspor'un yedek kulübesinden Beşiktaş'a bir tek kişi bile transfer etmek istemeyebilirsiniz fakat Beşiktaş'ın yedek kulübesinden transfer edilecek bir oyuncu Trabzonspor'u şampiyonluğa kadar götürebilir ya da Trabzonspor o iyi seçilmiş alternatifli kadrosuyla ligi Beşiktaş'tan 20 puan önde bitirebilir...

Önemli olan ne kadar yıldız transfer ettiğin değil, ne kadar birbirine uyumlu kadro oluşturduğundur.. Oyuncuların karakterlerini iyi analiz edip ilk 11'ini belirleyip iyi bir takım kimyasıyla kadroyu oluşturmaktır önemli olan.. Bugün ne Bobo ne Ernst ne Almeida ne de Fernandes kulübe oyuncusu olamaz..Eğer olursa işte bu kadar olur.. Keşke yaptığı yıldız transferlerle övünen kulübümüzün yöneticileri takım kimyasının farkında olup her şeyin yıldız oyuncu transfer etmekle olmadığını idrak edebilseler..

18 Şubat 2011 Cuma

Kadro Sorunsalı

Sinirim biraz soğusun, sakinleşeyim dedim; maçtan hemen sonra yazmak istemedim bu yazıyı.

Maç öncesi Kartal Kokoreç'te oturmuş, maçın kritiğini yapıyoruz. Ben okuldan çıkıp gittiğim için kadroyu bilmiyorum ve arkadaşıma soruyorum. Sorduktan sonra aramızdaki diyalog:
- Hakan kalede. Hilbert, Sivok, Ferrari, İsmail. Ernst, Aurelio. Guti, Quaresma. Bobo, Nobre.
+ ?!? (Son isme kadar kafamda kadro dizilimini oturtan ben en sonunda nasıl boş baktıysam artık)
- Valla lan, ciddiyim.

O ismin kadroda olduğunu duymak zaten kafadan moralimi bozmuştu. Neyse dedik, sineye çektik. Ki o "devşirme kardeşler"den nefret ederim. Beşiktaş'ta oynuyor olmaları umurumda değil. Hiçbir şekilde bu formaya layık olmayan iki oyuncu bu arkadaşlar.

Maçta klasik Beşiktaş vardı. Kendimi bildim bileli maçını izlediğim, hiçbir kornerinde "gol olacak" diye heyecanlanmadığım; ama aleyhimizde kullanılan her kornerde "gol olacak" diye kendimi bitirdiğim bir Beşiktaş. Ki bunu istemeden de olsa ilk yarının ortasında kornerden gol yiyerek bir kez daha onayladım. Sonra yine ve yine.

İşin teknik kısmı hakkında çok fazla konuşmak istemiyorum açıkçası. Kendimi konuşacak kapasitede de görmek istemiyorum. Ancak bugün bu kadroyu kısa bir CM geçmişi olan birisine versek daha iyi bir 11 çıkaracağını da düşünüyorum.

Schuster'in ve yaptıklarının düne kadar arkasındaydım. Oynatmaya çalıştığı futbolun hala arkasındayım. Hala da Schuster'in takımdan gitmemesi gerektiğini düşünüyorum; ama... Ama bu mantaliteyle değil artık. İşe yarayacak gibi durmuyor çünkü. Schuster'in artık kendine bakma zamanı gelmiştir. Oyuncu seçimlerinde bariz hatalar yapmakta kendisi. Benim kişisel olarak sevmediğim oyuncuları oynatmasının bu düşüncemde zerre kadar etkisi yok. Sadece onun gördüğü ve bizim göremediğimiz ne var çok merak ediyorum.

Devşirme kardeşlerin birisi yüzünden Necip günden güne eriyor. Diğeri yüzünden zaten bir kişi eksik oynuyoruz. "Alman" Ernst'imizi ilk kez böyle bitkin görüyorum. Bobo'nun kafası kazan gibi, koşarken bile belli oluyor. Takım günden güne geriliyor. Önceden "gol yiyen ve gol atan" takımken şimdi "gol yiyen" takım hüviyetindeyiz. Taktik/teknikten anlamasam da bir takımda böyle keskin bir değişim varsa sorun vardır diyebilirim zannımca. Dünden sonra da bunun sebebinin artık Schuster olduğunu düşünmekteyim. Sakin kafayla düşününce de bu böyle.

Not: Schuster maçtan sonra "İstemeyen evine gitsin." demiş. Evet, kendisinin dik konuştuğunu biliyoruz, çoğu zaman arkasındayız da. Fakat Beşiktaş taraftarının evinin o stad olduğunu bilmesi, kendisi bilmiyorsa birisinin ona öğretmesi gerekiyor. Beşiktaş taraftarına bu şekilde cephe alırsa kimin evine gideceğini yaşayarak (ne kadar umrunda olur bilmiyorum) görebilir.


17 Şubat 2011 Perşembe

Forza Schuster


Çok fazla yazacak ne keyfim var ne de moralim.. Sadece ne düşündüğümü sizlerle paylaşmak istiyorum.. Görüyorum ki en fanatik Schusterci'ler bile bu son mağlubiyetle artık O'ndan vazgeçmiş durumdalar.. Bugün Schuster'e git demek kolay kal demek zordur.. Kimse itiraz etmez kovulmasına, hafta sonu zaten Fenerbahçe maçı var o maç kazanılır her şey güllük gülistanlık olur Schuster unutulur.. Ama ben hala Schuster'e güveniyorum ve destekliyorum, tabii ki de güvenimi boşa çıkarmadı mı? Çıkardı..

Ama bugün çok farklıydı, son golü göremedim çünkü sinir kat sayım baya artmıştı ve televizyonu kapattım.. Diğer gollerin hepsi duran top.. Dinamo Kiev'in kalemize gelmek gibi bir hedefi yoktu en başlarda zaten, sadece Milevsky ve Shevchenko'ya şişirilen toplarla pozisyon aradılar ve duran toplarla da 3 gol buldular...

Ben 1990 ların başından beri Beşiktaş'ın maçlarını takip eden birisiyim, avrupada 5 pas üst üste yapamayan Beşiktaş'ı çok iyi bilirim, hatta sadece kaleci degajı ya da ileri şişirilen toplardan medet umduğumuz günleri de çok iyi hatırlarım.. Bugün Beşiktaş'ı ilk yarı izlerken ileriye doğru şişirilen bir top görmedim.. Devamlı ayağa pas yapan bir Beşiktaş vardı. Bu yeter mi? tabii ki de yetmez ama bu bir başlangıçtır.

Schuster'in İsmail Köybaşı'na bu yaştan sonra ön direk nasıl tutuluru öğretmesi ayıp olur.. İsmail'in yaşı genç belki blogları takip ediyordur ben öğretiyim O'na, burada 13 yaşında çocuklara bunu öğrettiğimizi de ekliyim, korner tışı kullanılmadan önce direğe gidersin ve sevgilinle öpüşürmüş gibi sarılırsın o direğe, korner atışı kullanıldıktan ve arkadaşların topu uzaklaştırana kadar direkten ayrılmazsın ki rakip oyunculardan birisi topa vurduğunda sen kalecinin görüş açısını, reaksiyon alanını kapatma.. İsmail, bugün senin yaptığın hatayı görünce seni yetiştiren hocalara okkalı bir şey çıktı ağzımdan.. Kusura kalmasınlar..

Quaresma ikinci yarının başlamasıyla bir ara eleştirilir gibi olmuştu, her zaman gerekçeleriyle arkasında durdum, bugün onu izlerken gözlerim doldu...

Az yazıcam edim yine yazdım bir şeyler.. Yazının ana maddesi Schuster kovulmasın olacaktı.. İstikrar dediysek yalandan demedik.. Bu adam çok şeyler başaracak, inancım tam.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Medyaya Mana Bulan Biz!

Haber web sitelerinin altındaki yorumlarız biz, youtube'da her hangi bir videonun altında birbirine ana avrat küfür edebilenler, facebookta saçma sapan fanatizm kokan, diğerini aşağılayan videoları fotoğrafları beğeneler paylaşanlarız, sonra çıkıp ta medyaya kendine çeki düzen ver diyenler de biziz! Önce medyaya düzeldiğimizi gösterelim, Hıncal'ın, Ahmet Çakar'ın aynası olmayalım..

15 Şubat 2011 Salı

Kötü Veda

Yukarıdaki fotoğrafı çoğunuz hatırlıyordur, daha bir yıl bile olmadı bu fotoğraf çekileli, aile albümünde bir yıl önce çektiğiniz fotoğrafa bakıp yüzünüzde bir tebessüm oluşmaz çünkü çok yenidir her şey.. Ama sevdiğiniz kulübün adı Beşiktaş ise bir yıl önce çekilmiş olan fotoğrafa bakıp 'eski futbolcuları' görüp hasret giderebiliyorsunuz.. Hele bu fotoğraf 'sözleşme imzalama töreni' ise size buruk duygular bile yaşatabiliyor..

Fotoğrafta İbrahim'in yüzünde buruk bir sevinç var, sebebi 1 yıllık bir sözleşme imzalamış olması daha önemlisi son kez futbolcu olarak bir sözleşme imzaladığının bilincinde olması.. Muhtemelen imzayı attığı anda jübilesini düşünmüştür, İnönü'ye Beşiktaş formasıyla ilk çıktığı günü hatırlamıştır, sonrasında son kez nasıl omuzlar üstünde veda edeceğini kafasında bir kez olsun canlandırmıştır..

Son yıllarda Beşiktaş'ta çok muazzam bir sirkülasyon var, bu sirkülasyon nedense Başkan ve Süreyya abi dışında her alanda kendisini gösteriyor. Futbolcular, antrenörler, kondisyonerler, tercümanlar, yönetciler çok çabuk bir şekilde sirküle olup gidiyorlar geliyorlar.. Bu sirkülasyonun başındaki, yeşil çam filmlerinden fırlamış kötü adam ise kendi sirküle olmamak için bu sirkülasyonları daha da seri hale getirerek kulübü daha çok borçlandırmakla meşgul.. Bugün 'avrupanın yıldızıyız', 'Dünyanın takip ettiği takımız' yarın ya da bir sezon sonra elimizdeki yıldızların sözleşmelerini fesh edip altyapısından çıkardığı futbolcularla övünen bir kulüp olabiliriz, bir sonraki sezon da genç gurbetçilere salça olan daha sonraki sezonlarda savaşçı bir takım yaratmak isteyen bir futbol kulübü gayet olabiliriz.. Bu sirkülasyonlar oldukça kulüp daha çok borçlanacak, kulüp borçlandıkça yönetime kimse talip olmayacak, yönetime kimse talip olmazsa Yeşil çamın kötü kalpli adamı bizi, aşkımızı sömürecek, yıllar boyunca saçmalayacak biz de izleyeceğiz.. Filmin ana konusu Başrol oyuncusu her şey belli, bizler, İbrahim Üzülmezler ise sadece kötü adam tarafından ezilmeyi, dövülmeyi, aşağılanmayı bekleyen figüranlarız..

Çok futbolcular gördük biz, içlerinde kötü karaktere sahip olan, tembel, uyumsuz, kibirli, takımını sevmeyen,ne tekniğini ne kalbini ne kafasını sahaya koymayan futbolcular vardı ve biz onlara İbrahim Üzülmez'e ettiğimiz kadar kötü veda etmedik.. Aslında biz tarihin en kötü vedalarından birisine maruz bıraktık emektar futbolcumuzu.. 11 yıl dile kolay, şaka gibi, böyle bitmemeliydi, bitirilmesine izin verilmemeliydi, o boktan kağıt fesh edilmemeliydi, gerekirse sezon sonuna kadar kulübede, tribünde oturtulmalı ve sezon sonunda 11 yıllık emeğinin karşılığı olarak İnönü tribünlerine, çimine, taraftarına kulübüyle barışık bir şekilde omuzlarda veda ettirilmeliydi.. O basın tolantısı hiç olmamalıydı, gerektiğinde her tür pisliği ört bas eden Başkanımız bunu da etmeliydi, bu adam sezon sonuna kadar Ümraniye'ye sabahları takımla birlikte antrenman yapmaya gitmeliydi..

Her şey yine yukarıdaki fotoğrafta bitiyor, son bir imza atmıştı Deli, o imzanın mürekkebi kurumadı bile, sadece bir sezonluktu zaten, sonunda bırakacaktı, bunu herkes biliyordu, 3 ay daha sabır edemedik 11 yılını bizimle geçirmiş adama.. Bildiğim ve emin olduğum sadece bir tek şey var o da Deli İbo bu kadar kötü bir vedayı hak etmedi.

14 Şubat 2011 Pazartesi

İbrahim Üzülmez Üzerine






Sezon başında İbrahim Üzülmez'in saha içi performansı ve davranışlarıyla ilgili bikaç kelam etmiştim ama yayınlamaya fırsat bulamamıştım , yönetimden sözleşmesini fesh kararı gelince o günkü yazıyı şimdi yayınlamaya karar verdim.

Tekme tokat takım arkadaşını iki kere döven , ilkinde affedilen ikincisinde tümüyle kulüpten uzaklaştırılan Üzülmez hakkındaki kararı her taraftar kendi verecektir ben bunlardan çok saha içindeki tavırlarından duyduğum rahatsızlığı dile getirmek için bu yazıyı kaleme almıştım.

İBRAHİM ÜZÜLMEZ ÜZERİNE

Sahada bulunmasından rahatsız olduğun futbolcu kim deseler çoğunluk taraftarın aksine ilk sıraya Erhan güven ya da holosko'yu değil hiç düşünmeden İbrahim Üzülmez'i yazarım,yanlış anlaşılmasın İbrahim Üzülmez'in kişiliğiyle ilgili bir problemim yok eşinin akrabalarından öğrendim kadarıyla çok iyi bir aile babası olduğunu biliyorum çok futbolcu gibi parayı pulu dert edecek bir insan olmadığını da biliyorum kısacası örnek bir insan olduğundan şüphe etmiyorm ancak benim problemim yetersiz olmasına rağmen ısrarla sahaya sürülen İbrahim Üzülmez ve saha içindeki tavırları.

Victoria Plzen maçına bilet bulamadığım için (bi de sağolsun dsmart ) Beşiktaştaki kahvelerden birinde izlemek mecburiyeyinde kaldım ,arkamdaki emekli bir amca 'ben onun bir yılda kazandığını 50 yıl çalıştım kazanamadım bak geldim burda o adamı izlemek için para verdim eleştirmek tabi ki hakkım' ayarında serzenişte bulundu tabi bir futbolcunun kazandığı parayla bu abimizi kıyaslamak yersiz ama haklı olduğu noktalar var.

Daha iyi bir takım olmak adına nerdeyse 6 milyon avroyu bulan bonservis bedeliyle Gaziantepten İsmail Köybaşı'y alıyosun üstüne Serdar Kurtuluş'u peşkeş çekercesinie Antep'e gönderiyorsun daha sonra İsmail'i yetersiz görüp büyük kaptandır gemisini idare eder gazıyla Üzülmez'i her maç ilk 11 de değerlendiriyosun bu hem Mustafa Denizli'nin hem yönetimin hem de yeni ekibin başındaki Schuster'in hatasıdır , içerde oynadığımız Plzen maçının ilk yarısında rakip birazcık becerikli olsa Üzülmez'in yanından rüzgar gibi geçen adamlarıyla (Ptrzela , Horvath !) maçı 1-0 a getirecek maçın akışı belki de tamamen değişecekti, sol kanattan yaptığı bindirmeler hele Quaresma o kanadın ileri ucundaki isimken takım içerisine atılmış bir bomba etkisi yaptı , zor kazanılan çoğu topu dışarı atması da üretkenliğimizi baltalıyor maalesef , yaptığı orta alakasız bir yere gittiğinde Schuster'in Üzülmez'e aşırı tepkisi umarım önümüzdeki maçlarda Üzülmez'i alternatif olarak düşüneceğinin göstergesidir.



Sadece futbolu değil saha içi rakibe davranışlarından da bir Beşiktaş taraftarı olarak memnun değilim , rakibiyle mücadele ederken rakibinin formasından asılma meselesi artık İbrahim Üzülmez'in ayırt edici özelliği oldu artık vazgeçilmez olmasının verdiği özgüvenden midir taraftarın oo o o ooo deli ibrahim tezahüratlarından mıdır nedir Plzen maçında rakibin formasından açıkça çektiği gibi top aut'a çıktıktan sonra arkadan rakibi tekmelemeyi de ihmal etmedi , Türkiye'ye bir sürpriz yapabilme umuduyla gelmiş haddini bilen bir takım oyuncusuna yaptığı bu hareketten memnun olmadım , Quaresma bile faul yaptığı adamla tokalaşıp öpüşebiliyorken takım kaptanı Üzülmez açıkça faul yaptığı adama tekme atabiliyor.




Taraftarın , hata yaptığında 'eheheh kerata' yaklaşımından da hoşnut değilim bu yüzden Üzülmez yedeğe çekildiğindebile neden oynamıyorum ben yæ dese -diyebilse- hiç şaşırmam.

İbrahim Üzülmez'i savunanlar için tek argüman var '10 yıllık kaptan 37 sinde bile hırsla çalışıyor dakika 90da kanat bindirmesi yapabiliyor' , iyi de Üzülmez hücuma çıktığında takım adına olumlu herhangi bir hareketi var mı ? Üstelik ileri gittiğinde arkası da 'Andre Santos kanadı' gibi rakip vızır vızır çalışıyor yeni Beşiktaş ( ilerde basan Beşiktaş ) böyle bir oyuncuyu kaldırabilecek bir takım değil .

30 yıllık kaptan bile olsa İbrahim Üzülmez'in sahada futbol oynadığını görmek istemiyorum , iyi bir insan olarak taraftarın sevdiği bir futbolcu olarak en önemlisi bu sezon 'az ' oynayarak futbolu bırakırsa devamlı övdüğü sebze bahçelerinin başına geçerse bir Beşiktaş taraftarı olarak kendisini efsane Beşiktaşlılardan addedeceğime and içiyorum.

Bi' Necip'imiz Vardı..

13 Şubat 2011 Pazar

Ankaragücü Beşiktaş Değerlendirmesi

Şampiyonluk parolasıyla çıkılan ikinci devrede artık avrupa kupalarına nasıl gidebiliriz hesapları yapıyoruz, yapmalıyız.. Demek ki Guti olmayınca takım kazanamıyor, Guti 34 yasında en fazla bu performansla 1 sezon daha oynar, Federasyona ders veren yönetimimiz keşke önce ders alsa.. Bugün kulüpte bulunan hiç bir futbolcu aldığı mağlubiyette kendisinde hata yada eksiklik görmüyor çünkü alınan her kötü sonuç yönetim tarafından federasyona ihale ediliyor çünkü bizim yöneticilerimize göre bu kadronun ligde her hangi bir takıma karşı yenilmesi imkansız çünkü biz yıldızlar topluluğuyuz.. Kimde bir Guti var ya da bir Quaresma ya da diğerleri.. O zaman ligi domine etmemiz hatta 17 de 17 yapmamız gerekiyor, her gelene Barcelona gibi 3-5 atmamız doğal sonuç oluyor.. Biz her hafta Türkiye liginin gerçekleri tarafından tokat yiyoruz, Mustafa Denizli gibi bir akıl hocasının derhal takımın başına basınla ilişkiler sorumlusu olarak atanması gerekiyor, yoksa bu yönetim ile futbolcular her hafta daha çok gamsızlaşacak.. Schuster sende artık şu Uzülmez sevdandan vazgeç be güzelim, açık ara Türkiyenin en iyi sol beki sende, Avrupalı takımların yavaş yavaş ismini öğrendiği bu çocuğu bitirme, 36 yasına gelmiş bir adamdan medet umma.. Bu tarz oyuncu rotasyonuyla elimizde Gareth Bale olsa fayda etmez..

Haftaya Fenerbahce mağlubiyeti maalesef hayrımıza olacaktır!

Ailesini İkna Edemeyenler #1

Amerika 94'u izlerken gözümüze yem yeşil formalı, siyahi futbolculardan oluşan kendi aralarında eğleniyormuşcasına top oynayan Nijerya milli takımı takılmıştı.. Kadroda kimler yoktuki; orkestra şefi Okocha, kara boğa Amokachi, sadece Amunike, bizim Uche, gol makinesi Yekini.. Bu takım herkesin sempatisini kazanmıştı, çünkü güzel oyun oynamak istediklerini bizlere hissettirmişlerdi.. O yıl Dünya kupasında kimsenin beklemediği bir başarıya imza atip son 16 takım arasına girmişlerdi,son 16 da rakip Italya idi, turnuvanın yıldızı Baggio Nijeryanın çeyrek final hayallerini attığı golle bitiriyor ve belki de dünyanın ahını alıyordu.. Sonra o takımdan yolu Türkiyeye düşenler oldu, Uche zaten buradaydı onu bizden biri Deniz yaptık, kliplerde boy gösterdi, ayağını kendi kalecisi kırdı.. Okocha ile kırmızı krampon nedir öğrendik.. Amokachi.. Kara boğayı çok sevmiştik, sözlükteki yırtıcı forvetin karşılığıydı.. 1998 Dünya kupası olduğunda biz ülke olarak yine orada yoktuk ama kimi destekleyeceğimiz çok iyi biliyorduk... Kadroya bu sefer Babayaro, Babangida gibi isimlerini yıllarca zevkle zikredeceğimiz isimler katılmıştı, bu yazının çıkış noktasını oluşturan Taribo West'de garip yeşil saçlarıyla oradaydı.. Grubun ilk maçında Ispanyayı 3-2 yenerek yine turnuvaya damgalarını vuruyorlar, ikinci maçta efsane Bulgaristan kadrosunu 1-0 la geçiyorlar ve son şaibeli Paraguay maçını kaybederek Ispanyayı evlerine erken gönderiyorlardı.. Yine son 16 ya kalmayı başarmışlardı fakat bu sefer daha fazlasını istiyorlardı, Rakip Peter Schemeichel'lı, Ebbe Sand'lı, Laudrup kardeşli Danimarka idi, ilk 10 dakikada kalesinde 2 gol gören Nijerya'nın fazla şansı kalmamıştı, maç 4-1 Danimarkanın lehine bitiyor ve efsane Nijerya jenerasyonu artık misyonunun tamamlıyor, dünyada milyonlarca insanı oynadıkları ofansif futbolla büyülüyorlardı..
Sonra o kadrodan Babangida'nin yolu düşüyor buralara, Genclerbirligi'de tek ele avuca gelen performasını ne hikmetse Beşiktaş'a karşı Inönüde oynuyordu.. O efsane kadroda biz Beşiktaşlıların en çok dikkatini çeken adam Taribo West idi, bu adam Amokachi'nin kankası olmasından dolayı Nijerya kampında bizim kulüplerde futbolcularla röportaj kovalayan afacan televole muhabirlerine Beşiktaşta oynamak istediğini söylüyor ve üstüne Beşiktaş'a şarkılar söylüyordu.. O dönem West'in Inter'de oynadığını düşünürsek insan ister istemez heyecanlanıyordu, o zamanlar Inter forması giyen adamlar ancak avrupa maçında deplasman maçı için geliyordu bu taraflara.. West'in yaklaşık 2-3 yıl boyunca her fırsatta "Beşiktaş'a gelirim Amokachi ile coşarım" tarzı mesajlar vermesine rağmen transferi bir türlü gerçekleşmedi..

O transfer gerçekleşseydi o zamanlarda şimdi olduğu gibi bir çeteden bahsedebilirdik, kim bilir o muhteşem ikiliyi gören diğer Nijeryalılar da Beşiktaş'a gelir biz de mini bir Nijerya olurduk, hem de baya iyi bir takım olurduk..

Bir türlü gelemeyenler adı altında Beşiktaşa hep geleceği yazılıp çizilen fakat bir türlü yolu buralara düşmeyen futbolcuları ele almak istiyorum, biliyorum serinin ilk yazısı daha çok Nijerya Milli takımına kaydı ama elimden bir şey gelmedi, seviyorum o güzel takımı, bir daha ki serinin içeriğinde daha çok futbolcunun kisiel kariyerine ineceğiz, bu post şimdilik kötü bir başlangıç olsun..

11 Şubat 2011 Cuma

Manken Tercümanlar

90 lı yılların sonu ve 2000 lı yılların başında mankenden devşirme bir çok şarkıcı ve sahne sanatçısı mevcuttu piyasada, bir çok tartışmaya da neden olmuştur bu konu, mankenden şarkıcı olur mu? alaylı mı mektepli mi diye..


Internetin yaygınlaşması ile beraber en kral Cd 100 bin 200 bin civarında satıyor bu nedenle maalesef o sahne aşkıyla yanıp tutuşan mankenler elini ayağını müzik sektöründen çekmek durumunda kaldı..

şimdi yeni bir akım başlamış, tercümanlık! Biraz ingilizce biraz ispanyolca az biraz yaratıcılık klişe tabirlere hakimiyet al sana mis gibi meslek..

Bu çocuk en garibanıydı, ingizlice çeviri yapıyordu, yapmaya çalışıyordu.. Açıkçası çalıştığımız yerden gelmişti sorular, affedemezdik, affetmedik.. 70 milyon ingilizce biliyor a be kardeşim sen ne diye yoruyorsun çeneni.




Yok valla bizimki tercüman olmasaymış yeni bir Pop Star doğuyormuş, tam liseli kızların sevgilisi olacak sıfat, boy kısa, gülümseyince gamzeler çıkıyor, iyi aile çocuğu duruşu, yumurta gibi maşallah... Aralarında en şanslısı ve başarılısı..


Türkiyeye çağdaş modern tercümanlık terimini getirmiş şahıs, çok dalga geçtiler bu adamla ama Mert'i bitirdiğimiz gibi bitiremedik bu arkadaşı çünkü portekizcemiz yeterli değildi, ama oradan vuramıyorsak yabancıların konuştuğu kelimeleri sayıp bunun söylediklerinin sayısıyla karşılaştırıp vurmaya çalıştık o da çok bilimsel olmadı tabii, sorular çalışmadığımız yerden gelmişti bu sefer..


Demek ki neymiş Türkiyede Ingilizce belki biraz Almanca dışında tercümanlık yapacakmışsınız mankenler. Schuster boşu boşuna Ispanyolca konuşmuyor..

10 Şubat 2011 Perşembe

9'un Kısa Tarihi

Eskiden ne güzeldi öyle futbolcular maça çıkmadan önce 1'den 11'e kadar numaralandırılırlardı, formanın arkasında isim yazmaz, eğer o hafta 10 numaralı esas oğlan yoksa kimin 10 numara giyeceğini merakla beklerdik. Şifo'un 9 Ertuğrul'un 6 numaralı formaları giydikleri yıllarda bizde önüne gelen 10 numarayı giyiyordu çocuk aklımla ayar oluyordum antrenörlere, oysa 10 numarayı Şifo, 9 numarayı Ertuğrul giymeliydi, daha sonra Şifo 10 numara oldu bizde hem de en afillisinden oldu.. O yıllarda bizim aklımıza kazınılan klişeler vardı şuan; oyunun iki yönünü oynayan orta saha, ofansif bekler klişesi olduğu gibi, pivot santrafor 9 numarayı giyer, 10 numaralı oyuncu kısa boylu, oyunu yönlendiren oyuncu olurdu, Galatasay'in Hagi'si Hakan Şükür'ü Fenerbahce'nin Bolic'i Okocha'si vardı bu tanımlamalara uyan.. Bizde de Amokachi 14-11 numaralar arasında gidip gelirdi, gerçi 14 numara da fena numara değil şu günlerde..

Forma numarası çok önemliydi 90 yılların sonunda, misal Şifo futbolu bıraktığında ben 10 numaranın kimin olacağını daha çok düşünüyordum Şifo'nun gidişinin aksine. Sonra bu düşüncelerimin ne kadar doğru olduğunu gördüm, her gelene Şifo gözüyle baktık ama gelenlerin yanındaki adama pas atacak dermanı yoktu..

Bizim hiç bir zaman 9 numaralı yırtıcı bir forvetimiz olmadı, Şekerbegovic'i göremedim ben.. Kuntz 11'ciydi , Jancker vardı Bayern'deki alman panzer, her transfer dönemi Fanatik gazetesi almamıza neden olurdu, sabah sabah picamalarla bakkala ekmek süt almaya gittiğinde Fanatiğin manşetinde yırtıcı forvet Jancker Beşiktaş'a doğru haberini gören hangi çocuk almazki o gazeteyi? Özellikle de Beyaz T-shirt siyah şort 9 numaralı alman milli takımından bir fotoğrafını koyarlardı ki Jancker'i Beşiktaş forması altında daha iyi canlandırabilelim.. Ben Jancker'i sadece 9 numaralı formanın içine sokacağımız için seviniyordum, artık bizimde 9 numaranın içine sokacağımız pivot bir santraforumuz olacaktı, hatta bu adam Hakan Şükür'den bile daha uzun olunca demeyin keyfimize, okulda sırf buradan bile ekmek çıkardı bize ..

Ne Oktay giydi o 9 numarayı, ne Amokachi ne de Kuntz en çok hakkını veren adam Ertuğrul oldu, sonra Hakan Şükürle gol krallığında yarışabilecek hatta gelmiş geçmiş en golcü futbolculardan biri olacakken Toschak bizim 9 numarayı 6 numaralı stoper yaptı..

Sonraları endüstriyel futbol girdi aşkımıza, daha çok forma satması gerekliydi kulüplerin, formaların arkasında avrupanın daha batısında olduğu gibi futbolcuların isimleri ve sezon öncesinden belirlenmiş numaraları yer alıyordu hal böyle olunca herkes istediği numarayı almaya başladı, futbolda artık 5'in' 9'un 10'un önemi eskisi gibi olmayacaktı..

Bi kulüp hariç! Formasına reklam almamakta direnen, alt yapısından yetiştirdiği futbolcularla dünyaya meydan okuyan Barcelona 1'den 22'ye kadar seçenek veriyor futbolcularına, öyle saçma sapan amerikan futbol takımlarındaki gibi numaralar yok, orası gerçek bir "Futbol Kulübü".

Sonra Beşiktaşta 9 numaraya ne mi oldu?

Fazlı Ulusal: Bir sezon önce Antalyaspor'da ligde 22 gol atınca bizim iş bilen yönetim 3.2 milyon dolar gibi dönemin astronomik transferlerinden birisini gerçekleştirdi, Fazlı artık bizim 9 numaramız olacaktı.. Fazlı sezon boyunca fazla şans bulamadı, hatıralarda Nouma'nin Leeds deplasmanında attığı yumruktan sonra kırmızı kart görmemesi için Scala'nin Fazlı'yı kırmızı formasıyla oyuna ışık hızıyla sokması kaldı.. Sezon sonunda apar topar takımdan gönderilen Fazlı kariyerini bizden sonra 2. lig takımlarında sürdürdü, Beşiktaş'ta oynayıpta wikipedia'da profili olmayan tek oyuncu olarakta tarihin tozlu sayfaları arasına girememeyi başardı..
Arild Stavrum: Yerli 9 numara sevdasından vazgeçen yönemtimimiz aradığı 9 numarayı Iskocya liginde buldu, son sezon Iskocya liginde Henrik Larsson'un ardından gol krallığında ikinci sırayı alan Stavrum Beşiktaş'a büyük umutlarla transfer edildi, diğer futbolcularımızdan artısı 90'lı yıllardaki kolej takımındaki gibi okuyan ve tahsilli bir futbolcu olmasıydı.. Arild çıktığı ilk maçta ayak içiyle müthiş bir plase golü de attı atmasına fakat küresel ısınmanın ortaya çıkması nedeniyle uyum sürecini bir türlü atlatamadı. Onu asla unutamayacağımız maç Fevzi'nin Denizli maçında dışarı giden topu büyük bir gayret ile içeri almasından sonra Ilhan ile skora katkı yaptığı maç oldu .. Bizden sonra 2 yıl daha futbol oynayabildi ve sezon başına 1 gol atarak Nobre'nin gol orucu rekorunu kırmayı başardı..
Daniel Gabriel Pancu: Adamın sadece ismini okuyunca bile bu adam futbolcu diyebiliyorsunuz, tartışmasız son 10 yıldaki en iyi 9 numaramız. Tek sorun bizim bu adamı forvet olarak almamız fakat forvette Ilhan, Ahmet, Nouma gibi dönemin star wars hücum hattı arasında onu biraz daha geride oynatmamız oldu.. şimdi o klişecilere buradan soruyorum Xavi, Iniesta oyunun iki yönünü oynuyorsa bu adam kaç yönünü oynuyor? Bana göre Beşiktaş tarihindeki en underrated oyuncusu bu gariban rumendir.. Pancu'yu unutamadığımız bir maç ya da olay söylersem ona ayıp etmiş olurum, neler var neler...
Ailton: Yıllar sonra avrupadan ismine aşina olduğumuz bir isim Beşiktaşa transfer olunca üstüne bir de 9 numarayı o geniş cüssesine geçirince taraftarın içi bir hoş oldu fakat Ailton Sergen Okan ve Fatih Sonkaya gibi 4 göbekli futbolcuyu bir takımın kaldırması imkansızdı..Olmadı.. Ailton'a istediği pasları atamadık, Del Bosque sistemi oturtamadı, tarihin en yanlış transfer politikasını izlediğimiz sezon oldu, size defans dörtlüsünü sayarsam kafanızda bi kıvılcım patlayacaktır; Adem dursun Baki Mercimek Kürşat Duymuş Ali Güneş vs.. Ailton'u unutamayacağım kare iki Bolton'lı oyuncu arasında zor pozisyonda 90'a taktığı toptur.. O maçtan sonra da zaten bir hayrını göremedik, şuan kendisi Almanyanın 5. liginde top koşturmaktadır..

Gökhan Güleç: Pancu'dan sonra hiç bir 9 numaranın hayrını göremedik, yönetim her yardıma ihtiyacı olduğundaki gibi soluğu Gaziantepte aldı, fakat yanlış olan bir şey vardı, Beşiktaş tarihinde ilk defa Gaziantep'i bir transferde kazıklamayı başarmıştı.. Hem de ne kazık! Gökhan için Gaziantepe 300 bin dolar ve üstüne Veysel Cihan ve Adem dursun gibi iki kazmayı vermeyi başarmıştık..tabi bu Gaziantepin intikam yemini etmesini sağlıyor ve acısını yıllar boyunca çekeceğimiz transfer kazıklarının filizlerini bu transferle atmış oluyorduk.. Gökhan'ın oyun stili bizlere Ahmet Dursunun gençlik yıllarını anımsatıyordu, sonunun aynı olmamasını temenni ediyorduk.. Tigana'nın yönetiminde Bobo ile forvet hattını oluşturuyorlardı, açıkça söylemek gerekirse Gökhan o dönem Bobo'dan iki gömlek daha üstündü, çözümünü yıllardır çözemediğimiz sorun yine baş gösteriyordu ve o umut vadeden genç oyuncu her hafta Tigana'ya rağmen geriye gitmeye başlıyordu.. Bobo ise tam tersine her hafta yukarı doğru giden bir grafik çiziyordu.. Gökhan'i unutamayacağım sahne Kadikoy'deki Fenerbahce maçında bir pozisyonda Rüştü'yle çarpışıp havada ters takla atması olmuştu, o pozisyondan sonra adam kendine gelemedi..

Federico Higuain: Ertuğrul Sağlam'ın o dönemler Arjantin sevdalısı olduğunu bilmiyoruz tabii, Arjantin'den 21 yaşında River Plate çıkışlı bir oyuncu transfer edildiğini duyunca 90'lı yıllarda Nartallo'yu transfer edip sanki Maradona geliyormuscasina sevinen taraftar gibi hissetmiştik kendimizi.. Adam havaalanına inince ben anlamıştım... Türkiye liginde 1.70 boyunda hiç bir forvet iş yapamaz, hele 9 numarayı giyerse hiç yapamaz. Bizim baltalar bu arkadaşı çok hırpaladılar.. Inönüdeki Liverpool maçında oyuna sonradan girip müthiş bir performans göstermişti, yüreklerin ağızlara geldiği dakikalarda topu ayağına alıp soğuk kanlı şekilde pas yapabilen tek oyuncumuzdu.. O taraftara biz ona bir türlü ısınamadık, o da buradan söyle bir geçenlerden oldu.. Zat-ı Muhterem hala Arjantin'in Colon takımında top koşturmakta..

Erkan Zengin: Denizli yönetiminde şampiyon olduğumuz sezon devre arasında Yusuf ve Ernst ne kadar nokta transfer olduysa bu adam o kadar ters bir transfer oldu. Denizli kendi transfer etmesine rağmen neredeyse Erkan'ı koca yarım sezon 18 kişilik kadroya bile sokmadı o kadar ki benim aklımda sadece bir kanat oyuncusu olduğu var o da oyununu izlediğimden falan değil hakkında sağda solda yazılanlardan dolayı, adam çıkıp ben stoperim dese itiraz edemeyiz o derece..

Adam eşeğini sağlam kazığa bağlamış dağılalım beyler..
wir lieben dich..

7 Şubat 2011 Pazartesi

Yeni Stad Projemiz

Besiktas'in ornek stad projesini izlemek icin tiklayin

Yukardaki videoyu ilk defa izleyince hafiften bir coşuyorsunuz, Dev bir kartal Dolmabahçe simalarında önce havada gövde gösterisi yapıyor, sonra hafifçe stada doğru süzülmeye başlıyor ve Inönü Stadına konup stadı kanatları altına alıyor.. Esas sorun kartal şovunu bitirdikten sonra başlıyor zaten.. Söze girmeden önce şunu söylemek istiyorum yönetimimizin bir kaç yıldır her ürüne, formaya, eşofmana, bebek tulumuna, şapkaya kartal basması beni resmen kartaldan soğutacak raddeye getirdi, her şey tadında bırakılmalı, bu biraz Beşiktaşlı duruşunun dillere pelesenk edilmei gibi oldu...

Yeni stadımızı yapmak için yaklaşık 10 yıldır anıtlar kurulundan çıkacak olumlu kararı bekliyoruz, bu kadar uzun süre beklememizin nedeni Anıtlar kurulunun Beşiktaş Jimnastik kulübünün stadı yaparken bölgenin tarihi dokusuna zarar vermeyeceğinden emin olmak istemesinden kaynaklanıyor.. Çünkü stadımızın bulunduğu yer bir nevi Istanbul'un kalbi, en çok turist çeken bölgesi, dışardan bir misafiriniz geldiğinde muhakkak götüreceğiniz mekanların başında geleni..

Biz Beşiktaşlılar olarak yıllardır övünürüz ya hep dünyanın en güzel stadı bizim diye, hatta bunu sadece biz değil Ingilizler de, Italyanlar da dile getirmekten çekinmezler.. Bunun nedeni stadın kolonlarının estetik güzelliği, içinin konforu ya da olağanüstü bir teknolojiye sahip olması değil sadece stadın bulunduğu bölgenin yer yüzündeki en güzel manzalardan birisine sahip olması ve tarihi dokunun tam göbeğinde yer almasıdır..
Bu sebeplerden dolayı biz yıllarca stadımızı yıkıp yenisini yapmak için bekletildik, hatta stadımızın duvarına bir çivi çakmadan önce bile gidip gerekli mercilerden izin aldık.. Son konuşulanlara göre stadın eski açık tribünü eskiden olduğu gibi alçak bırakılacak, 100 metre yukarısı ile ilgili her hangi bir yaptırım olmayacak (belirli bir yüksekliği geçmemek kadıyla) en azından ben şuana kadar öyle bir haber okumadım, bunların ışığında çıkarttığım anlam şu; eski açığın tribünün yükseliği tarihi dokuya zarar vermemesi için alçak bırakılacak, yeni açık tribün tarafının ne hali varsa görsün, tarihi bölge stadın denize bakan yeri, arka tarafta kalan yeni açık kısmına canınız ne istiyorsa yapabilirsiniz, aynı arkasındaki çirkin otel gibi..


Eğer biz her ortamda Beşiktaş "farklı" diyorsak, dünyanın en güzel stadı lokasyonundan dolayı bizim diyorsak, eşi benzeri olmayan bir taraftarız biz diyorsak, dünyanın en güzel şehrinin en güzel yerinde bir stad yükselecekse bu stad dünyanın en özenilerek, düşünülerek yapılması gereken stadı olacaktır, olmalıdır.. Nasıl daha önce nükleere karşı durduysak, sahillerimiz yok olmasın dediysek, Hrant Dink'i Kardeşimiz gibi gördüysek, duyarlı bir taraftar topluluğu olduysak şimdi de önce Istanbulum'uzun sonra semtimiz Beşiktaşın değerlerinin, yapısının tarihi dokusunun kendi kulübümüz tarafından mahvedilmesine kayıtsız kalamayız..

Ben kişilik itibariyle eski yapıları simdikilerinden daha çok seven birsiyim, hiç bir zaman anlam veremedim o güzelim eski estetik yapıları inşaa etmeyi bırakıp nasıl olurda bu kadar çirkin yapılar inşaa edildiğine.. Sanki birisi 2. dünya savaşından sonra çıkıp bir yasa koymuş artık eskisi gibi sanat eseri yapılar inşaa edilmeyecek sadece yüksek kocaman etrafı camlarla çevrili çirkin binalar dikilecek diye. Insanlar da o eski yapıları görebilmek için dünya kadar para harcayıp, Prag'a, Venedik'e, Romaya, Barcelona'ya gidiyor, o binalara bakıp iç çekiyor, bazısı keşke o dönem yaşasaydım diyor, fotoğraflar çekiliyor, eski binaların arasında hayran hayran saatlerce yorulmadan gezilip o eski dönemin kokusu bünyeye çekiliyor.. Komik. Ilkel dönemde yapabildiğimiz yapılara bakıp şuanda yapamadığımız için o eski binalara kıskanarak bakmamız gerçekten komik..


Oradan Beşiktaşın yeni projesine bakarsak çok daha komik.. Sen yıllarca tarihi dokuya zarar vermemek için anıtlar kurulunun kapısında bekle, izni alır almaz çıkardığın proje Disney Land'e benzesin, hem Istanbul'un kalbinde, hem en çok turist çektiğin çevrede hem güzelim çınarlı yoldaki eski duvarların yanında, Dolmabahce sarayının komşusu, Itu'nun eski kasvetli duvarlarını arkasında modern panayıra benzer bir şey yapıp "ben buradayım diye bağır". Bir kere bu janjanlı yapı Beşiktaş'ın yapısına kimyasına uygun değil. Gümüşsuyundan aşağı doğru inerken çam ağaçlarının tepesinde duran koca kafalı bir kartal... Maçka parkında sevgilinle otururken tepende dev gibi gözlerini sana doğru doğrultmuş dev bir kuş.. Çınarlı yoldan stada doğru "sen her geçe benim efkarım" diye tempo tutarken yolun sonu amerikan fimlerinden fırlamış gibi duran kartal maskotlu bir stad...


Eğer çok kartala hayransanız, eski yıldızlarına sahip çıkan vefalı bir kulüpseniz, yaratıcı bir stadyum yapacaksanız, tarihi dokunun yapısına zarar vermek istemiyorsanız, stada turist çekecekseniz o stadı alçıyla aynı eski dönemlerdeki muhteşem yapılar gibi inşaa eder kartalın kabartmalarını stadın duvarlarına işler, eski efsane futbolcularınızın, başkanlarınızın yüzlerini duvarlarda kabartıp, tüm dünyaya iste Beşiktaşın eşsiz antik modern stadı (arenası) diye lütfedersiniz.. Işte o zaman dünyanın tüm dikkatini çeker onlara biz "farklıyız, özeliz" mesajının en anlamlısını özelini verirsiniz, işte o zaman esas stadın içine müze yapıp biz asırlık bir deviz diyebilirsiniz, dünyadaki elit tabakanında, sanata değer verenin de, yeşilcilerin de, en normal futbol severin de dikkatini çekip Beşiktaşın ne kadar özel bir kulüp oldunu ele güne gösterir bir devrim başlatırsınız. Işte o zaman dünyanın en güzel stadı bizim diyebilirsiniz. Belki de en önemlisi Istanbul'a ve semtiniz Beşiktaş'a saygınızı vefanızı en güzel şekilde göstermiş olursunuz..

Super Bowl Devre Arası Şovu


Yukarıdaki video dün gece oynanan Super Bowl Finalinin devre arasındaki Black Eyed Peas ve Usher'ın şovu.. Tabii bizim şovlarımızı göz önüne getirdiğimizde açık siklet farkı ortaya çıkıyor, en son Türk Telekom Arena'nın açılışını hatırlıyorum, her zamanki gibi yavan, alışıla gelmiş, seyircilerin her zaman gördüğü şovlar mevcuttu.. Amerika zaten Show Business konusunda aşmış olan bir ülke, dün akşam yaptıkları şovu ağzım açık izledim, bizim bu şovları bir lig maçında yapmamız için hem uygun ortam yok, hem lig statüsü farklı hem de ekonomik olarak o kadar güçlü değiliz, ama en azından ışıklı kostümlü dansçılar çok iyi bir fikir.. Yıllardır üvey evlat muamelesi gören Türkiye kupasının bu seneki finalinde bu tür şovlarla federasyon ailelerin, çocukların ilgisini çekebilir hem de finalin pazarlaması bu tür şovlarla daha iyi yapılabilir, finalin lige göre avantajı olan final heyecanı bu tür şovlarla desteklenerek çok daha ilgi çekilip kupanın değerini yükseltilebilinir.

Stancu Misimovic Bağlantısı




Pek fazla Beşiktaş dışında konuşmak ,yazmak istemem ama bu gece yarısı Telegol programında konuşulan konular Türk futbolunda nelerin yaşandığını net bir dille ifade etmişken bu konu hakkında iki kelam etmek gerekti.

Malumunuz Galatasaray Steau Bükreş takımından 5,6 milyon avro bedelle Bogdan Stancu'yu renklerine bağladı sonra Mersin İdman Yurdu futbol şube sorumlusu Mehmet Işık çıktı dedi ki ' Biz sezon başında Becali'nin sarayına başka bir oyuncu için transfer görüşmesine gitmişken Stancu bize bizzat Becali tarafından 300 bin avro kiralama bedeliyle önerildi ama maddi imkanlarımız elverişli olmadığı için kendisini transfer edemedik , Glatasaray kulübü nasıl bu kadar uçuk bonservis bedeli ödemiş anlamadık.'


Şimdi cevabını merak ettiğimiz sorular var , Mersin futbol şube sorumlusu durup dururken 'bize onu 300 bine veriyorlardı' diye ortaya çıkmaz , bundan bi kazancı yok , yanındakilerin ismini görüşmenin tarihini görüştükleri mekanı vermişken kendisini yalancı konumuna neden düşürmek istesin , üstelik o zamanın manşetlerinde Mersin Stancu flörtü de programda açıkça gösterildi , hatta Stancu'nun Mersin tesislerine gelip geri gittiği bile söylendi, hal böyleyken Adnan Sezgin'in canlı yayında -bu kadar ucuza verilir mi hiç akıl var izan var- yaklaşımı pek gerçekçi değil.







Adnan Sezgin'in canlı yayında iddia ettiği gibi Stancu'nun geçmişinde 2 milyon avroya transfer edildi diye bir bilgi yok, Katar'dan 6 milyon avro teklif edilmiş dedi Sezgin ama Becali daha iyi para kazanmak varken daha aşağısına neden satsın ona da cevap vermedi, ayrıca iddia edildiği gibi İtalya ligindeki kulüpler istemişse eğer oyuncu neden Galatasarayi'ı seçti işte bunlar Adnan Sezgin'in içinden çıkamadığı sorular,içinden çıkamadıkça da zaten kaos ortamından memnuniyet duyan Ahmet Çakar, Erman Toroğlu gibi kodaman yorumcular olayı derinlemesine incelemeye başladılar.



Olayın bir de Mismiovic'le işkillendirilmeye çalışılması söz konusu ,çok çirkin gibi gözüküyor ama Ahmet Çakar'a göre Misimovic -Stancu bağlantısı var.

Yani şöyle olduğnu iddia ediyor Ahmet Çakar; Stancu'yu almak için Misimovic boktan bir sebeple kadro dışı bırakılır çünkü onun için ödenmesi gereken hem kendisine hem kulübüne totalde 8 10 milyon avroluk ücret daha ödenmemiştir.

Misimovic'e istenmediğini net olarak deklare ettikten sonra Avrupa'dan herhangi bir kulübe gidemeyeceğinin rahatlığıyla Rusya'dan bazı kulüplerle görüşmeye başlarlar , hem Avrupa'ya gidemeyen hem Gs'de oynayamayan Mismio'nun iyi de para vermesi beklenen Rusya'ya satılmasına garanti gözüyle bakılır ,burdan gelecek parayla hem Wolfsburg'a olan borç kapatılacak, hem kar yapmış olunacak hem de Hagi'nin hemşerisi stancu alınacak.

İşin burasına kadar olan kısmı yeterince pis ama aklımızın almadığı birşey daha var.

300 bin avro bedelle Mersin'e Steau başkanı tarafından önerildiği net olarak ifade edilen ve yalanlanamayan Stancu'ya Galatasaray yönetimi neden 5 küsür milyon avro bonservis bedeli ödemiştir , bu ödenen bonservis bedelinden kim ne para kazanmıştır ?

Yerli statüsünde oynayacak olan Cenk Tosun'dan bile 200 bin avro için vazgeçecek kadar cüzdanı sıkı olan Galatasaray yönetimi 10 küsür milyon avro maliyeti olan Misimovic'i neden iki haftada gözden çıkarmış ve de 300.000 avro olduğu iddia edilen Stancu'ya 5 küsür milyon avro ödemeyi kabul etmiştir ?

Ahmet Çakar üstü kapalı komisyonculuk iddiasında bulundu , bakalım ilerleyen günlerde Misimovic - Stancu - Becali - Sezgin arasındaki ilişki çözülebilecek mi.