31 Ekim 2011 Pazartesi

Saygıyla Eğiliyorum


Erdem Ulus yazmış, daha doğrusu döktürmüş. Noktası virgülüne dokunmadan, ve affına mağruren burada paylaşmak istedim. Ne kadar çok kişi okursa, bilgilenirse o kadar iyidir...

Maç öncesinde Beşiktaş yedek kulübesinin hemen yanında Tayfur Havutcu’yu gördüğümde çok şaşırdım.

Tayfur Hoca dediysem, kendisi değil tabii ki, maketi.

Beşiktaş yönetimi yine kendi aklınca jest yapmış, sözde ihmal ediliyor diye yazılan Tayfur Hoca’ya sahip çıkmış?

Tayfur Havutcu’nun gerçek ebatlarda bir maketi, aynı canlı gibi, ne yalan söyleyeyim irkildim.

Tamam Tayfur Hoca’ya inancım her Beşiktaşlı gibi tam. Bu takımın gerçek hocası da o, kabul ama bu kadarı biraz fazla.

Her kötü sonucun ardından yerle bir edilen ve bu takımın teknik direktörü olarak kabul edilmeyen, dışlanan, her fırsatta ezilen bir insan var hemen o maketin yanında. O da, Carlos Hoca!

Karşıdan baktığınızda hangisi canlı, hangisi maket anlaşılmıyor aslında.

Yanına yaklaştığınızda hangisi bu takımın başında hangisi tutuklu o da çok belli değil bana kalırsa.

Tayfur Havutcu, Serdal Adalı, Ahmet Ateş. Birinin diğerinden farkı mı var yoksa? Tayfur Beşiktaş’ın çocuğu da diğerleri üvey evlat mı oluyor bu durumda?

Ya Serdal Adalı? Onun maketi nereye asılacak statta? Sahi Ahmet Ateş nerede duruyordu maçlarda?

O vakit şeref tribününe de bir 'Serdal Adalı Heykeli' koysaydınız ya?

Tayfur Hoca’nın maketini kulübeye dikenler Carvalhal’i görmezden geldiler. O ses çıkarmıyor. Hatta yanında durup poz veriyor. Ama yüzü gülmüyor.

Carvalhal her şeyi aşmış bir hoca, kompleksleri, ihtirasları yok. Aslına bakarsanız kaybedecek de bir şeyi de yok.

Hocalığı bir tarafa, o bu dünya da yaşanabilecek her türlü acıyı yüreğine gömmüş bir baba.

İki evladını bir trafik kazasında kaybetmiş.

Bir oğlu olay yerinde ölürken diğeri hastanede kollarının arasında can vermiş. Canı çok acımış, nasır bağlamış. Bir ara her şeyden vazgeçmeyi istemiş ama pes etmemiş.

Ölmenin kolay olduğu bir zamanda yeniden doğmayı seçmiş. İki çocuğunun acısını yüreğine gömüp Beşiktaş’a gelmiş ve bu anlattığım hikayeyi de takımla yaptığı ilk toplantıda futbolcularına kendisi anlatıp yardım istemiş. Bana yeniden yaşama şansı verin. Ben buraya ölmeyi reddederek geldim.

Beni üzen, o yokmuş gibi davranmak, her başarısızlıkta acımasız eleştiriler yapıp en ufak başarıda başkasının adını haykırmak.

Sahi sen kimsin Carvalhal? Neden geldin İstanbul’a? Burası senin yeniden doğacağın yer değil anlayamadın mı hala?

Mağlup bitirilen bir maçın ikinci yarısında Rüştü’nün de takım arkadaşlarına seni göstererek isyan ettiği gibi. “Şu adamın hırsının yarısı bizde olsa kazanılmadık kupa kalmaz ortalıkta!”

Senin yeniden var olma savaşı verdiğin bu takımda, yürümekten aciz yıldızlarla gökyüzüne uzanamazsın hoca!

Senin yaşam mücadelesi olarak gördüğün bu takımda ruhunu teslim etmiş futbolcular olursa, yeniden doğmak imkansız bu topraklarda.

Hani bir sabah Metris'e gidip Tayfur Hoca’ya anlattın ya Bu takım senin takımın, başarılı olursam bu senin başarın ama başaramazsam tüm suçlu ben olacağım”

Kendi tabirinle ikinci hayatında, ikinci bir şansın olmayacak bu takımda. Adın, yangında en son kurtarılacakların arasında.

Unutma sen bu takımın emanetçisisin. Var ile yok arasında.

Beşiktaş’taki geleceğini bilmem ama bundan sonraki hayatında yüzün her golden sonraki gibi gülsün.

Sonuç ne olursa olsun, sen emanetine asla ihanet etmedin.

Ve tüm bunları kazandığın bir maç sonrası bilmeni istedim.

Sen belki çocuklarını kaybettin ama şimdiden Beşiktaş'ın çocuğu olmayı hakkettin.

Selam sana Carlos Hoca. Tüm kaybettiklerin adına...

Reçete; Uzak Forvet Holosko

Takım son 6 günde hemen hemen aynı kadroyla çıktığı 3 maçtan 7 puanla ayrıldı, kağıt üzerinde başarılı bir performans gözüküyor fakat sahada oynanılan futbolla taraftarı her maç dokuz doğurtan bir takım gerçeği var. Bu sezon koltuğa şöyle uzanıp hangi maçı keyifle izledik? Ben mesela artık son dakikaları izleyemez oldum, çünkü her an gol yiyecekmişiz gibi oynuyoruz, çok kolay pozisyon verip, topu yönlendiren takım olamıyoruz, genelde rakibi bozup çabuk ileri çıkmak gibi bir felsefemiz var, bunda da ne kadar başarılı olduğumuz pozisyona girip kaçırdığımız gollerle belli oluyor. Sakinlik problemimiz var, bu açık, Beşiktaş ligin açık ara en basit gollerini kaçıran ekibi konumunda, ligin başından beri özellikle 1-0 öne geçtiğimiz maçları bir hatırlayın, teorik olarak maç tam bizim istediğimiz kıvama geliyor fakat rakibi 3'e 1, 4'e 2 yakaladığımız pozisyonlarda ikinci golü bir türlü bulamıyoruz.


Bunda oyuncu yapısının büyük önemi var, Quaresma golü düşünen bir oyuncu değil zaten, bugünden örnek verecek olursak ilk yarıda soldan aldığı topla muhteşem uzadı rakip stoperi yere yatırdı vuruş açısını buldu sağ köşeye bir plase ile golü bulacak ama o yerde yatan rakibin belini kırmakla meşgul ve heba olan net bir pozisyon.. Veli çok coşkulu heyecanlı gidiyor geliyor, savaşıyor fakat rakip kale önünde çok telaşlı, bugün iki kere erken şut seçimleri yüzünden pozisyonları heba etti ki biraz sakin olsa maçın yıldızı olacak, şuana kadar çizdiği imaj bal yapmayan arı.. Fakat takımın onun enerjisine ihtiyacı olduğu bir gerçek, takıma kişilik kazandıran futbolcuların başında geliyor.. Ernst eskisi kadar rakip kale civarlarında bulunmuyor, muhtemelen hocanın direktifi yoksa bildiğimiz Ernst rakibi zorlayan bir ortasaha oyuncusu. O'nun eski rolünü Necip oynuyor, fakat mümkünse şut atmayı sıfırdan öğrenmeli, topun o kadar çok dibine vuruyor ki bugün ikinci yarıda önü bomboş olmasına rağmen topu Dolmabahçe Sarayına atıp muhtemelen oradan geçen bir vatandaşı sevindirdi... Artık takımın ilk 11 oyuncusu, 3 sezondur forma şansı buluyor ve gol katkısı neredeyse sıfır, gol katkısını geçelim asistçi de değil, 3 tane savaşan ortsaha çok güzel fakat Beşiktaş'ın gol rakamlarının artması için Veli, Ernst ve Necip'in süpriz koşularla, şutlarla, asistleriyle ön plana çıkmaları gerekiyor, yoksa şuanda olduğu gibi Quaresma'nin sihirli asistlerine ihtiyacımız var..

Aslında golü bulmak için reçete hazır bence bu maçta Carvalhal'de bunu gördü, reçetenin adı "uzak forvet Holosko". Şimdiye kadar iki golü var, ilkini hatırlayalım, Bursa deplasmanı Ismail orta sahadan aynı Old Trafford'ta yaptığı gibi çapraz kesiyor uyuyan defansın arkasına Holosko giriyor ve zor olan ama kolay gözüken golü yapıyor.. Bugünkü maçta Almeida çıkıyor Holosko sağa geçip Pektemek merkeze geçiyor, Quaresma beki çalımlayıp ortalıyor Pektemek geç kalıyor fakat orada uzak forvetin Türkiye'deki açılımı var "Holosko" müthiş bir koşu ile forveti ikiliyor ve zor olanı yine kolay gösteriyor..

Simao ve Quaresma'nin aynı anda sahada olduğu anlarda böyle bir golü görebilmemiz için ancak Necip ve Veli'nin ortasahadan gelip forveti ikilemeleri gerekiyor, aslında Veli bunu yapmaya çalışıyor fakat golcü değil, bugün Almeida ilk yarıda Velinin önüne göğsüyle muhteşem indirdi fakat Veli topun dibine stoper gibi girdi.. Hal böyle olunca "golcü uzak forvet" Beşiktaş için hayati önem taşıyor, sanıyorum Bebe bu sezon olsaydı şuanda en golcü oyuncumuz konumunda olacaktı, ne yazık ki sakatlandı, elimizde aslına Burak Kaplan ve Mehmet Akyüz gibi uzak forvet tanımına uyan oyuncular var fakat Carlos hoca bir türlü şans tanımadı onlara, özellikle Burak'ın A2 maçında yıldızlaştığını duydukça gelecek adına umutlanıyorum fakat A takımın maçları devamlı git gelli oluyor ve Carvalhal bu genç isimlere fazla güvenemiyor olacak ki dibinden ayırmıyor Burakla Mehmeti..

Burak ve Mehmet belki süpriz isimler, hoca fazla risk almak istemiyorsa o zaman muhakkak Holosko'ya sarılmalı, Quaresma veya Simao'dan birine kulübenin yolunu göstermeli, yapılan bütün ortalar forvet desteklenmediği için ya rakip stopre ya da kaleciye gidiyor, arada Almeida şam'da kayısı hesabına bir top alıyor onda da yalnız kaldığı için 4 stoperin arasından sihir bekliyoruz..

Zamanında Burak ve Koray'ı gözden çıkarabilecek kadar istediğimiz Holosko'ya hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyoruz, umarım Carvalhal bu ihtiyacı görmüştür, hafta içi Kiev maçında merkez forvette Almeida, hemen arkasında Simao ve kanatlarda Quaresma, Holosko'yu bekliyorum, maç zaten ya herro ya merro şeklinde geçecek. Beşiktaş'ın kadrosu bu lig için yeterli, dışarıda bekleyen Guti, Fernandes bu ligin üstünde oyuncular, onlarsız kaybetmemeye devam ediyoruz, iyi bir Guti ve Fernandes, uzak forvet Holosko, sağlıklı Pektemek Almeida rotasyonu ile ligi sürklase edebiliriz. Artık seri galibiyetler yakalamanın zamanı geldi diye düşünüyorum, sahi ya 4 maç üst üste kazanmayalı kaç sene oldu?

21 Ekim 2011 Cuma

Hadi Canım Sizde!

Hangi birine kızacaksınız? Kör talihe mi, korkak hocaya mı, vurdumduymaz çakma yıldızlara mı, beceriksiz başkana mı? Bence önce kendinize kızın. Yıllardır renkliler, renkliler diye dalga geçip durduğumuz adamlar bile bugün her şeye rağmen -kimine göre yüzsüzlük olarak, kimine göre kandırılmış olarak olsa bile- birliktelik örneğini ortaya koyarken, bizler hem takımı yalnız bırakmakla kalmıyor, klübü de terkediyoruz farkında mısınız?

Madem ki birşeylerin değişmesi için çok sağlam bir tepki ortaya konmayacak, mademki geçtigimiz pazar günü son bir umut diye bel bağladığımız tepkiye bile yağmur sebebiyle ancak toplasan 30 kişi zor gelecek, o zaman kusurabakmayın ama her türlü eziyete müstehaksınız, müstehakız. Bilica'nın çukur kazdığı maçın ertesinde bu stat nasıl O.Ç. aziz yıldırım diye inlediyse, gerekirse aynısını bizim başkana yapmak çok mu zor? Nede olsa geldiği gibi gitmenin en mantıklı yolu bu olsa gerek. Gitmiyor mu, o zaman galatasaraylıların yaptıgı su savaşı gibi ortalığı mahşer yerine çevirip alırsın 8-10 maç ceza, gider klüp binasını basarsın. Çok anarşistiz ya anasını satayım, yeri gelince Che t-shirtlerini giyer, pankartlarını asarız ama hareketlerimizle adamın kemiklerini sızlatırız orası ayrı tabi... Valla Che sağ olupda Beşiktaşlı olsaydı, kesin klübü basar ve halkın takımına halk el koydu diyerek bu rezilliğe bir son verirdi.

Mesele üstüste yenilgiler almak degil, bunu hep söylüyoruz, mesele sahadakiyle, saha dışındakiyle toptan ruhsuz oluşumuzdur. Aynaya bakın ve kendinize sorun, bugün Beşiktaş için ne yaptınız?

Hakikatten bugün Beşiktaş için ne yapacaksınız?

16 Ekim 2011 Pazar

Ey RUH...

15 Ekim 1989 ruhunu özleyeduralım, bugün Beşiktaş Ruhunun topyekün yokoluşuna şahit olduğumuz gündür...

Artık dilimizde tüy bitti ama yinede söyleyelim, kimse bilmezse deniz bilsin misali balık baştan kokuyor maalesef. Ne amatör branşı kaldı, nede profesyonel yönetimi. Tuttuğu herşey elinde kalan, basiretsiz, kifayetsiz ve beceriksiz bir başkanın oyuncağı oldu koskoca bir çınar...

Maalesef kıçlarına yapışmış kongre koltuklarında belkide yarıya yakını Beşiktaş taraftarı olmayan zat'ı muhteremlerde bu başkanın köpeği olmuşlardı çoktan. Bari bir sandıkta o bir numara olmayıverseydi, bu köpek lafı ağır kaçabilirdi, ama şu ahval ve şeraitte hafif bile kalıyor...

Mesele adam gibi top oynayan, tek paslarla, yaşlı Beşiktaş oyuncularının pestilini çıkaran, galipken bile hep daha fazlasını arayarak 3 puanın analarının ak sütü gibi helal olduğu Kayseri'ye yenilmek değil asla. Mesele şu tribünlerin ruhunun ölmüş olmasıdır. Öyle bir canveriştirki bu, sahadaki ruhsuzlara da sirayet etmiştir en sonunda. Yada karşılıklı bir alışveriş olmuştur, orasını sizler düşünün artık...

Yağmur yağdı gelmeyelim, kombine pahalı gelmeyelim, bilet pahalı gitmeyelim, açık tribünü bile doldurmayalım, gündüz saatlerinde hentbol maçına 10, yazıyla sadece on kişi gidelim... Gidenlerin sahadakileri, kenardakileri şu performanslarından sonra ıslıklamaya hakları vardır, gitmeyenlerin ise sallamaya hiç hakkı yoktur...

6 haftalık kısa periyodu gözünüzün önüne getirin bir hele, Eskişehir mağlubiyeti, darmadağın olmuş bir ankaragücünü son dakikalarda ekarte eden bir takım, bursa deplasmanında hiç bir şey yapmadan mucizevi bir şekilde yine son dakikalarda galip gelen bir takım, antalya karşısında ölüp ölüp dirilen bir takım, -ki son 20 dakika geçmek bilmemişti- antep deplasmanında kayıplarda olan ve antep'in beceriksizliğiyle alınan bir puan ve lastiğin patladığı Kayseri maçı... Sezon başından beri hangi maçı gönül rahatlığı ile izlediniz ki? İlerisi için hiç ışık görüyor musunuz?

Bugün ilk yarının son dakikasında dili dışarıda kendini yalandan yere atan Guti ikinci yarı hala sahaya çıkıyorsa, Kayserinin bağıra bağıra gelen golünü kenardan izleyen carvalhal efendi, yenilen golden sonra Guti'yi çıkarıp Ernst'i düşünmek yerine Holosko gibi bir kontratak topçusunu oyuna alıyorsa, Cenk efendi her gelen şutu sektiriyorsa, ortasahanın yükü sadece bir aurelio'ya kalmış ve kenardan bu sadece bir tiyatro gibi izleniyorsa, Toraman tutamadığı Nurettin'i her pozisyonda faulle durdurmaya çalışıp, bizlere emenike karşısındaki acziyetini hatılarlatıyorsa, Portekiz çetesi eli belinde maç boyu gezinip duruyorsa, haftaarasında mikrofonu gören birinci kaptan benim diye naralar atıyorsa... daha ne beklenirki bu takımdan...

Bize koyan tarafı yenilmek değildir asla, az önce diğer blogger kardeşlerin birisinde de okudum, bu üç puanlar alınır verilir problem o değil, problem bu ruhsuzluk halidir. Maçın bitmesine 20 dakika varken ve henüz geriye düşmüşken maçtan kopmaktır problem...

İçimdeki şeytan, tribünde rebrov vardı hoca takımı sakladı diyor, diğer yanım ise hastir lan oradan çekiyor... Guti'nin geçen sene orta parmağını göstererek çıktığı Kiev deplasmanında ne olur diye sormaya gerek yok, Almanya milli maç öncesi tahminleri gibi ya 3 yeriz ya 5 yeriz, bu bile problem değil... Ama sahada artık 15 Ekim 1989 ruhunu görmek istiyoruz...

Ernst reyis'in dediği gibi "Beşiktaş mücadeledir!" Siz bu mücadeleyi verin, isterseniz her maç 5 yiyin, yeterki sizleri ciğerleri patlayana kadar koşan ve mücadele eden bir takım olarak görelim. Yoksa neyleyelim trivelaları, frikik ustalarını, şu takım Nobreyi bile arar oldu ondan utanıyorum...