20 Şubat, 2010 tarihinde ilk kez kaleme alınmıştır...
10 Yılda Bu Beşiktaş Bitirilmeli...
Tarih boyunca nerede insanlar varsa orada bir çıkar ilişkisi
olmuştur. Ister ufak bir köy, isterse koca imparatorluklar hep bu ilişki
üzerine varolmuş, ve şu an bile adına modern toplumlar ve devletler
dediğimiz devirdöngüde bile bu çıkar ilişkileri maalesef her zaman var
olmaktadır. Buna ister doğa kanunu deyin, isterseniz büyük balık küçük
balığı yutar deyin. Bu ilişkileri savunacakların elbette elinde, dilinde
binlerce mantıklı açıklamalarıda olacaktır... Onlara inananlar, ve
söylediklerine kananlar buradan sonrasını okumasın...
Nasılki
doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar, iste biz Beşiktaş'lılarıda -eğerki
sakıncalı! alışkanlıklarımızı bırakmazsak- köyümüzden, yuvamızdan elbet
kovacaklar yada uzaklaştıracaklardır. Bizim işimiz elbetki Beşiktaş
adının her geçtiği yerde doğru, dürüst ve ilkeli davranışlarla adına ve
şanına yakışan davranışlar sergilemek, gerekirse herşeyimizden feragat
edip Beşiktaş'ımızı yüceltmek uğruna nice fedakarlıklar göstermek ve en
önemliside "kimsenin adamı olmadan" Beşiktaş'ımıza hizmet
etmektir. Işte bu ilkeler doğrultusunda Beşiktaş'a yapılan her hizmet,
aslında bir halk takımı olarak adlandırılan, yani halkın onu kendinden
biri gibi görmesi yada kendini bu olgunun bir parçası olarak görmesi ile
doğrudan ilintili olarak halk için yapılmış bir hizmettir.
Halkın
yanında yer almak her babayiğidin harcı değildir. Halk insanlık
tarihinden bu yana hep yönetilmiş ve prangalar vurularak
köleleştirilmeye çalışılmış, ve hatta çoğu zamanda bu köleleştirilme
düzeninde başarılı bile olunmuştur. Kim yapmıştır bunu? Sermaye ve
paraya tapanlar. Parası ile "Şişko Nuri" gibi her istedigi eşşeği
alacak güce sahip olanlar. Kendi eksik yönlerini gizlemek ve egolarını
tatmin etmek için çoğunluğu hiçe sayanlar... Burada bu kişiler için daha
nice sıfatlar yazılır ama asıl konu bu değil, biz sadede dönelim.
Biz Beşiktaş'lılar her zaman halkın yanında yer aldık, Atatürk ilke ve inkilaplarının
her bir maddesini sonuna kadar özümsemiş olan bir topluluk oluşturduk.
Kah Türkiye Cumhuriyeti dedik, kah asi ruhumuzla devrimler istedik. Hasankeyf'ten, Kapıkule sınırına kadar toplumsal olaylara (yaralara), halkın yararı doğrultusunda karşı çıktık.
Dev enerji lobisine karşı, nükleersiz Türkiye dedik. Vurdumduymaz sağlık yetkililerine ve bu çay içilir diyen bakanlara karşı, karadeniz kanserden ölmesin
dedik. Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından birisi kopmuş
demektir diyen ulu önderimiz Atatürk'ün görüşleri doğrultusunda Tiyatrolar yıkılmasın dedik. Teröristlere, ırkçılara, neo-nazilere karşıyız dedik. Dünyanın bir numaralı lobisine sahip olan silah lobisine karşı, Tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş dedik. Birbirinden bağımsız ama hepsi birbirinden önemli pek çok konuda hep sesimizi yükselten olduk. Ozon tabaksından çocuk pornosuna, faili meçhullerdende her ne kadar geçenlerde izin verilmeyipde toplatılan pankartımızla Tekel işçilerine ve sorunlarına dikkat çektik. Kısacası "futbol bir ölüm kalım meselesi değildir, aksine çok daha önemlidir"
lafını söyleyen efsanevi Bill Shankly'yi haklı çıkarırcasına hayatımızı
futbolla, futbolmuzuda hayatımızla birleştirerek, halkın yararı için
pek çok meseleye dem vurduk.
Ve tüm bu yaptıklarımızın sonucunda pek çok kuruma, kuruluşa ve onlara bağlı lobilere çomak soktuk.
Insanlarımızı, halkımızı uyandırma gayretinde bulunduk. Ama yoook, bu
çıbanın başı fazla büyüdü. Birşeyler yapılmalı, bu düzen karşıtı olan
düzen bozulmalıydı. Ama nasıl, ama kiminle ne yapıp ne edip buna bir son
verilmeliydi...
Tüm modern savaşlar gibi
Beşiktaş'a açılan savaş öncelikle basın yayın yoluyla açılmıştır.
Rekabet içinde bulunduğu diğer klüplerin benzeri yanlış hamleleri ufak
yazılarla geçiştirilirken, Beşiktaş'ın yaptığı doğru hamleler bile
yanlış gösterilip felaket tellallığı yapılarak ortalık karıştırılmaya ve
bir güvensizlik ortamı yaratılmaya çalışılmıştır. Hatta "i.ne basın bunuda yazın!" tezahuratının dahi sırf bu yüzden Beşiktaş tribünlerinden çıktığına inanıyorum.
Basın
ve yayında gerekli üstünlük ve gerekli manipülasyonlara elveren
mevkiiler ele geçirildikten sonra, bir devleti yıkmanında en kolay kolu
olan taktiğe, yani içerden çökertme çalışmalarına başlanmıstır. Bu
aşamada ne yapılmıştır? Klübün istikrar abidesi olan, her gittiği yerde
halk tarafından saygı ile anılan, hatta ve hatta daha sağken heykeli
bile dikilen saygıdeğer Süleyman Seba'ya gitsin dedirtilerek, klübe
küstürülmesi ve görevini bırakması sağlanmıştır. Yerine gelen Serdar
Bilgili ile önce Beşiktaş'ın ezelden beri en güçlü olduğu yer olan
tribünlerin ve grupların yerleri değiştirilmek istenmiş, bir süreliğine
başarılı bile olunmuş fakat 100.yıldaki başarılı performansın ardından,
101.yıldaki devre arasında operasyonun asıl öldürücü hamlesi başlamış ve
o son düğmeye artık basılmıstır. Henüz o sezonun devre arasında
şimdinin kovulmuş tv yorumcuları tarafından, "bu senenin tadı kalmadı"
gibi laflarla kamuoyu olası bir darbeye ve bu darbenin getireceği
heyecana hazırlanmış, ve artık önlenemez bir çöküşün başlangıcına start
verilmiştir.
Idari olarak yapılan en büyük
darbelerden biride işte bu dönemde gerçekleşen başkanlık değişimi, ve bu
yeni gelen başkanın 6 senede klübü bir şekilde kendine borçlandırması,
onlarca yalandan şişirilmiş transfere ve sözde yatırıma rağmen istenilen
başarı, kimilerinin deyimi ile sadece renkli takımların çok başarısız
ve kötü olduğu bir sezonda gelebilmiş, hemen akabinde ise layık! olduğu yere geri dönüşümü hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Bu
dönemde taraftar ile yönetimin arası artık geri dönülemez bir şekilde
açılmış ve ayrılmış olsada, türlü ayak oyunları ile ve hatta kendi
karşısına çıkarttığı sahte bir adayla bile yarışarak kendini yeniden
başkan seçtiren, Şeref'ini bilmeyen ve Hakkı'nı kabul etmeyen bir kişi ile klüp yönetimi ve halk artık tamamen birbirinden soyutlanmıştır.
Son
yıllarda artan maç bileti fiyat artışı ülke ekonomisini ve asgari
ücreti hiçe sayarak bir çığ gibi büyümüş, klüp yönetimi tamamen keyfi
olarak fahiş fiyat uygulamaları ile taraftarları tribünden soğutmayı
kendine bir amaç olarak görmeye başlamıştır. Siyasetin klübe girdiği
yaygarası ile ortalığı karıştıranlar, yine aynı siyaseti ve bu
nufuzlarını kullanarak, kolluk kuvvetlerini emirleri altına almış,
statlara girişte kimlik kontrolleri uygulanmaya başlanmıştır.
Tüm
bu yapılan eziyetlere rağmen, bıkmadan usanmadan soğukta yağmurda,
etinden tırnağından biriktirdiği çoluğunun çocuğunun rızkından keserek
sevdasını izlemeye gelen, ve yolunda gitmediğini düşündüğü şeyi
demokratik bi şekilde dile getirip, yeter diyenler, paralı askerler
tarafından yaşlı, genç, kadın, çoluk çocuk demeden dövülmüş, bunu yaptıranlar ise karşı tribünden olaylara etrafa gülücükler saçarak bakma cüretini kendilerinde görebilmişlerdir.
Artık
bu 10 yıllık operasyonun sonuna gelinmiştir. Ruhu çalınan, gasp edilen,
edilemeyenin ise dayak yoluyla, zorbalıkla yıldırılmaya çalışıldığı,
dolmabahçede Ata'sının hayata gözlerini yumduğu mekandan sadece 50 metre
ötede üzerlerine panzerler ile, biber gazları ile, coplarla
saldırılarak pkk'lılara bile gösterilerinde yapılmayan zulmün insafsızca
uygulandığı taraftar kitlesi, sen, ben, Halk artık bıkmıştır. Halkın
takımının artık yüzüstü bırakılması sportif başarısızlık ilede paralel
oranda artacak ve artık bir iki sene içerisinde, kasası tümden boşalan,
iflas bayrağını çekmiş, tüm malvarlıklarına el konulmuş bir hale
gelecektir. Artık transfer bile yapamaz hale gelecek olan bu klübü, bir
zamanların Vefa, yada Beykoz klüplerinde olduğu gibi orta ve ileri yaş
grubu insanlar desteklemeye devam etsede nesilleri tükendiğinde, bu koca
çınarda onlarla beraber yok olacaktır.
*********************************
Işte
kendi görüşümce üzerimize oynanan oyun budur. Planlı ve programlı bir
imha planı. Her yönü ile, ekonomisi ile, basın yayını ile, polisi ve
jandarması ile, ve hatta kendi başkanı ve yönetimi ile bile bu oyun
oynanmakta ve herkesin gözünün içine baka baka sergilenmektedir.
Bu
oyunu bozacak tek güç taraftırdır, Halktır! Önümüzdeki 3 sene içinde ne
yapıp edip klübe üye olmalı ve bir sonraki seçimlere Aksu'nun sahte
olarak beyan ettiği üyelerin sayısının arttırılmasına sıcak bakan en
uygun ve samimi aday ile yola devam edilmelidir. Hatta böyle bir adaya
bile gereksinim duyulmadan bir üye oylama sistemi kurulmalı, üyelerin
belli konularda bu sistemle klüpteki çeşitli kararları almaları
sağlanmalıdır. Paraya pula da çok ihtyiyaç yoktur. Ziya Doğan'ın dediği
gibi sadece naklen yayın gelirleri ile bile bu çark bir şekilde döner.
Üstelik üye sayısı 1 milyonu bulursa 50 tl yıllık üyelikten senede 50
milyonluk bir gelir bile elde edilebilinir. Varsın bir iki sene takım
adidas giymesin, lescon giysin. 3-4 forma yerine taraftara sadece bir
forma çıksın. Ekstradan formalara harcanan bu para klübe üyelik aidatı
olsun, işte size kaynak... Işi bilen ehil insanlar devralırsa, zaten
şimdilerde bilerek yada şaibeli bir sekilde istenilmediğinden sırtımıza
reklam bile bulamayıp şirin gözükmek için Kızılay'ın ve Mehmetçik
Vakfı'nın reklamları olacağına, bu kuruluşları gazı kaçmış bir içeceğin
yerine pekala göğsümüzü gerecek şekilde tamda kalbimizin orta yerine
kondurabilir, dünyanın en iyi forma üreticilerinide istersek peşimizden
koşturabiliriz.
Yapılacak şeyler aslında o
kadar basit ki, Pele'nin dediği gibi futbol basit bir oyun ama hocalar
işin içine girince hersey toz duman oluyor. Insanlarda aslında belirli
bir paydada buluşabilse ne başkana nede paralı yönetimlere gerek kalır.
Işte bu yüzdendir ki Çarşı'nın A'sı Anarşi logosundan alınmadır. Anarşi
kelimesi bizde ezelden beri teröristle aynı kefeye konsada aslında
tıpkı, monarşi, oligarşi yada cumhuriyet gibi bir yönetim şeklidir.
Anarşinin tek farkı, başkanlara, milletvekillerine ve bunun gibi
mevkiilere inanmamasıdır. Yani insanların kardeşçe bir arada
yaşayabileceği tezidir. Ne zamanki aradan bir lider çıkar işte o zaman
bütün dengeler altüst olur. Işte bizim "A" harfimiz böyle kayıtsız
şartsız bir eşitlik ve özgürlük ilkesine dayandığı için Anarşiden
alınmadır, yoksa sığ görüşlü UEFA delegelerinin bile cahilliklerinden
bağdaştırdıkları terörden degil.
Son olarak
şunu belirtmek isterimki, şu galatasaray derbisine saatler kala böyle
bir yazıyı yazmak elbette zamansız gibi gözüksede, maçın olası üç
ihtimalinden istemediğimiz biri gerçekleşirse, onun üzerine kızgınlıkla
yazılmış bir yazı olduğu belirtilemesin istedim.
Yoksa yarın biz mabedimizde galatasaraya 5 atsak ne olur, 5 yesek ne olur? Asıl tehlikenin farkında olamadıkdan sonra...