10 Ağustos 2012 Cuma

Bir Hatırlatma...

20 Şubat, 2010 tarihinde ilk kez kaleme alınmıştır...
 
10 Yılda Bu Beşiktaş Bitirilmeli...
 
Tarih boyunca nerede insanlar varsa orada bir çıkar ilişkisi olmuştur. Ister ufak bir köy, isterse koca imparatorluklar hep bu ilişki üzerine varolmuş, ve şu an bile adına modern toplumlar ve devletler dediğimiz devirdöngüde bile bu çıkar ilişkileri maalesef her zaman var olmaktadır. Buna ister doğa kanunu deyin, isterseniz büyük balık küçük balığı yutar deyin. Bu ilişkileri savunacakların elbette elinde, dilinde binlerce mantıklı açıklamalarıda olacaktır... Onlara inananlar, ve söylediklerine kananlar buradan sonrasını okumasın...

Nasılki doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar, iste biz Beşiktaş'lılarıda -eğerki sakıncalı! alışkanlıklarımızı bırakmazsak- köyümüzden, yuvamızdan elbet kovacaklar yada uzaklaştıracaklardır. Bizim işimiz elbetki Beşiktaş adının her geçtiği yerde doğru, dürüst ve ilkeli davranışlarla adına ve şanına yakışan davranışlar sergilemek, gerekirse herşeyimizden feragat edip Beşiktaş'ımızı yüceltmek uğruna nice fedakarlıklar göstermek ve en önemliside "kimsenin adamı olmadan" Beşiktaş'ımıza hizmet etmektir. Işte bu ilkeler doğrultusunda Beşiktaş'a yapılan her hizmet, aslında bir halk takımı olarak adlandırılan, yani halkın onu kendinden biri gibi görmesi yada kendini bu olgunun bir parçası olarak görmesi ile doğrudan ilintili olarak halk için yapılmış bir hizmettir.

Halkın yanında yer almak her babayiğidin harcı değildir. Halk insanlık tarihinden bu yana hep yönetilmiş ve prangalar vurularak köleleştirilmeye çalışılmış, ve hatta çoğu zamanda bu köleleştirilme düzeninde başarılı bile olunmuştur. Kim yapmıştır bunu? Sermaye ve paraya tapanlar. Parası ile "Şişko Nuri" gibi her istedigi eşşeği alacak güce sahip olanlar. Kendi eksik yönlerini gizlemek ve egolarını tatmin etmek için çoğunluğu hiçe sayanlar... Burada bu kişiler için daha nice sıfatlar yazılır ama asıl konu bu değil, biz sadede dönelim.

Biz Beşiktaş'lılar her zaman halkın yanında yer aldık, Atatürk ilke ve inkilaplarının her bir maddesini sonuna kadar özümsemiş olan bir topluluk oluşturduk. Kah Türkiye Cumhuriyeti dedik, kah asi ruhumuzla devrimler istedik. Hasankeyf'ten, Kapıkule sınırına kadar toplumsal olaylara (yaralara), halkın yararı doğrultusunda karşı çıktık.

Dev enerji lobisine karşı, nükleersiz Türkiye dedik. Vurdumduymaz sağlık yetkililerine ve bu çay içilir diyen bakanlara karşı, karadeniz kanserden ölmesin dedik. Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından birisi kopmuş demektir diyen ulu önderimiz Atatürk'ün görüşleri doğrultusunda Tiyatrolar yıkılmasın dedik. Teröristlere, ırkçılara, neo-nazilere karşıyız dedik. Dünyanın bir numaralı lobisine sahip olan silah lobisine karşı, Tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş dedik. Birbirinden bağımsız ama hepsi birbirinden önemli pek çok konuda hep sesimizi yükselten olduk. Ozon tabaksından çocuk pornosuna, faili meçhullerdende her ne kadar geçenlerde izin verilmeyipde toplatılan pankartımızla Tekel işçilerine ve sorunlarına dikkat çektik. Kısacası "futbol bir ölüm kalım meselesi değildir, aksine çok daha önemlidir" lafını söyleyen efsanevi Bill Shankly'yi haklı çıkarırcasına hayatımızı futbolla, futbolmuzuda hayatımızla birleştirerek, halkın yararı için pek çok meseleye dem vurduk.

Ve tüm bu yaptıklarımızın sonucunda pek çok kuruma, kuruluşa ve onlara bağlı lobilere çomak soktuk. Insanlarımızı, halkımızı uyandırma gayretinde bulunduk. Ama yoook, bu çıbanın başı fazla büyüdü. Birşeyler yapılmalı, bu düzen karşıtı olan düzen bozulmalıydı. Ama nasıl, ama kiminle ne yapıp ne edip buna bir son verilmeliydi...

Tüm modern savaşlar gibi Beşiktaş'a açılan savaş öncelikle basın yayın yoluyla açılmıştır. Rekabet içinde bulunduğu diğer klüplerin benzeri yanlış hamleleri ufak yazılarla geçiştirilirken, Beşiktaş'ın yaptığı doğru hamleler bile yanlış gösterilip felaket tellallığı yapılarak ortalık karıştırılmaya ve bir güvensizlik ortamı yaratılmaya çalışılmıştır. Hatta "i.ne basın bunuda yazın!" tezahuratının dahi sırf bu yüzden Beşiktaş tribünlerinden çıktığına inanıyorum.

Basın ve yayında gerekli üstünlük ve gerekli manipülasyonlara elveren mevkiiler ele geçirildikten sonra, bir devleti yıkmanında en kolay kolu olan taktiğe, yani içerden çökertme çalışmalarına başlanmıstır. Bu aşamada ne yapılmıştır? Klübün istikrar abidesi olan, her gittiği yerde halk tarafından saygı ile anılan, hatta ve hatta daha sağken heykeli bile dikilen saygıdeğer Süleyman Seba'ya gitsin dedirtilerek, klübe küstürülmesi ve görevini bırakması sağlanmıştır. Yerine gelen Serdar Bilgili ile önce Beşiktaş'ın ezelden beri en güçlü olduğu yer olan tribünlerin ve grupların yerleri değiştirilmek istenmiş, bir süreliğine başarılı bile olunmuş fakat 100.yıldaki başarılı performansın ardından, 101.yıldaki devre arasında operasyonun asıl öldürücü hamlesi başlamış ve o son düğmeye artık basılmıstır. Henüz o sezonun devre arasında şimdinin kovulmuş tv yorumcuları tarafından, "bu senenin tadı kalmadı" gibi laflarla kamuoyu olası bir darbeye ve bu darbenin getireceği heyecana hazırlanmış, ve artık önlenemez bir çöküşün başlangıcına start verilmiştir.

Idari olarak yapılan en büyük darbelerden biride işte bu dönemde gerçekleşen başkanlık değişimi, ve bu yeni gelen başkanın 6 senede klübü bir şekilde kendine borçlandırması, onlarca yalandan şişirilmiş transfere ve sözde yatırıma rağmen istenilen başarı, kimilerinin deyimi ile sadece renkli takımların çok başarısız ve kötü olduğu bir sezonda gelebilmiş, hemen akabinde ise layık! olduğu yere geri dönüşümü hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir.

Bu dönemde taraftar ile yönetimin arası artık geri dönülemez bir şekilde açılmış ve ayrılmış olsada, türlü ayak oyunları ile ve hatta kendi karşısına çıkarttığı sahte bir adayla bile yarışarak kendini yeniden başkan seçtiren, Şeref'ini bilmeyen ve Hakkı'nı kabul etmeyen bir kişi ile klüp yönetimi ve halk artık tamamen birbirinden soyutlanmıştır.

Son yıllarda artan maç bileti fiyat artışı ülke ekonomisini ve asgari ücreti hiçe sayarak bir çığ gibi büyümüş, klüp yönetimi tamamen keyfi olarak fahiş fiyat uygulamaları ile taraftarları tribünden soğutmayı kendine bir amaç olarak görmeye başlamıştır. Siyasetin klübe girdiği yaygarası ile ortalığı karıştıranlar, yine aynı siyaseti ve bu nufuzlarını kullanarak, kolluk kuvvetlerini emirleri altına almış, statlara girişte kimlik kontrolleri uygulanmaya başlanmıştır.

Tüm bu yapılan eziyetlere rağmen, bıkmadan usanmadan soğukta yağmurda, etinden tırnağından biriktirdiği çoluğunun çocuğunun rızkından keserek sevdasını izlemeye gelen, ve yolunda gitmediğini düşündüğü şeyi demokratik bi şekilde dile getirip, yeter diyenler, paralı askerler tarafından yaşlı, genç, kadın, çoluk çocuk demeden dövülmüş, bunu yaptıranlar ise karşı tribünden olaylara etrafa gülücükler saçarak bakma cüretini kendilerinde görebilmişlerdir.

Artık bu 10 yıllık operasyonun sonuna gelinmiştir. Ruhu çalınan, gasp edilen, edilemeyenin ise dayak yoluyla, zorbalıkla yıldırılmaya çalışıldığı, dolmabahçede Ata'sının hayata gözlerini yumduğu mekandan sadece 50 metre ötede üzerlerine panzerler ile, biber gazları ile, coplarla saldırılarak pkk'lılara bile gösterilerinde yapılmayan zulmün insafsızca uygulandığı taraftar kitlesi, sen, ben, Halk artık bıkmıştır. Halkın takımının artık yüzüstü bırakılması sportif başarısızlık ilede paralel oranda artacak ve artık bir iki sene içerisinde, kasası tümden boşalan, iflas bayrağını çekmiş, tüm malvarlıklarına el konulmuş bir hale gelecektir. Artık transfer bile yapamaz hale gelecek olan bu klübü, bir zamanların Vefa, yada Beykoz klüplerinde olduğu gibi orta ve ileri yaş grubu insanlar desteklemeye devam etsede nesilleri tükendiğinde, bu koca çınarda onlarla beraber yok olacaktır.

*********************************

Işte kendi görüşümce üzerimize oynanan oyun budur. Planlı ve programlı bir imha planı. Her yönü ile, ekonomisi ile, basın yayını ile, polisi ve jandarması ile, ve hatta kendi başkanı ve yönetimi ile bile bu oyun oynanmakta ve herkesin gözünün içine baka baka sergilenmektedir.

Bu oyunu bozacak tek güç taraftırdır, Halktır! Önümüzdeki 3 sene içinde ne yapıp edip klübe üye olmalı ve bir sonraki seçimlere Aksu'nun sahte olarak beyan ettiği üyelerin sayısının arttırılmasına sıcak bakan en uygun ve samimi aday ile yola devam edilmelidir. Hatta böyle bir adaya bile gereksinim duyulmadan bir üye oylama sistemi kurulmalı, üyelerin belli konularda bu sistemle klüpteki çeşitli kararları almaları sağlanmalıdır. Paraya pula da çok ihtyiyaç yoktur. Ziya Doğan'ın dediği gibi sadece naklen yayın gelirleri ile bile bu çark bir şekilde döner. Üstelik üye sayısı 1 milyonu bulursa 50 tl yıllık üyelikten senede 50 milyonluk bir gelir bile elde edilebilinir. Varsın bir iki sene takım adidas giymesin, lescon giysin. 3-4 forma yerine taraftara sadece bir forma çıksın. Ekstradan formalara harcanan bu para klübe üyelik aidatı olsun, işte size kaynak... Işi bilen ehil insanlar devralırsa, zaten şimdilerde bilerek yada şaibeli bir sekilde istenilmediğinden sırtımıza reklam bile bulamayıp şirin gözükmek için Kızılay'ın ve Mehmetçik Vakfı'nın reklamları olacağına, bu kuruluşları gazı kaçmış bir içeceğin yerine pekala göğsümüzü gerecek şekilde tamda kalbimizin orta yerine kondurabilir, dünyanın en iyi forma üreticilerinide istersek peşimizden koşturabiliriz.

Yapılacak şeyler aslında o kadar basit ki, Pele'nin dediği gibi futbol basit bir oyun ama hocalar işin içine girince hersey toz duman oluyor. Insanlarda aslında belirli bir paydada buluşabilse ne başkana nede paralı yönetimlere gerek kalır. Işte bu yüzdendir ki Çarşı'nın A'sı Anarşi logosundan alınmadır. Anarşi kelimesi bizde ezelden beri teröristle aynı kefeye konsada aslında tıpkı, monarşi, oligarşi yada cumhuriyet gibi bir yönetim şeklidir. Anarşinin tek farkı, başkanlara, milletvekillerine ve bunun gibi mevkiilere inanmamasıdır. Yani insanların kardeşçe bir arada yaşayabileceği tezidir. Ne zamanki aradan bir lider çıkar işte o zaman bütün dengeler altüst olur. Işte bizim "A" harfimiz böyle kayıtsız şartsız bir eşitlik ve özgürlük ilkesine dayandığı için Anarşiden alınmadır, yoksa sığ görüşlü UEFA delegelerinin bile cahilliklerinden bağdaştırdıkları terörden degil.

Son olarak şunu belirtmek isterimki, şu galatasaray derbisine saatler kala böyle bir yazıyı yazmak elbette zamansız gibi gözüksede, maçın olası üç ihtimalinden istemediğimiz biri gerçekleşirse, onun üzerine kızgınlıkla yazılmış bir yazı olduğu belirtilemesin istedim.

Yoksa yarın biz mabedimizde galatasaraya 5 atsak ne olur, 5 yesek ne olur? Asıl tehlikenin farkında olamadıkdan sonra...